Dünya Savaşına Doğru Sürükleniyoruz – Costas Lapavitsas[1]

İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllardan farklı olarak ve Lenin’in zamanına benzer şekilde, ortaya çıkan hegemonya mücadelesi ideolojik bir içerikten yoksundur ve tamamen kapitalist iktisadî çıkarlar tarafından yönlendirilir.

Büyük Güçlerin Hegemonya Mücadelesi

Dünya savaşını tehdit eden eşi benzeri görülmemiş askeri gerilimlerin yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. 2022’den bu yana iki eş askeri güç -Rusya ve Kiev’in vekâlet ettiği ABD ve müttefikleri- Ukrayna’yı mahvederek ve yüz binlerce insanın ölümüne neden olarak karşı karşıya geldi. İsrail, ABD’nin yardım ve yataklık ettiği Gazze’deki Filistinlileri katletmeye devam ederken Ortadoğu aylardır genel bir savaşın eşiğinde. Ve diğer iki askeri güç olan ABD ve Çin arasındaki gerilim, Güney Çin Denizi’nde silahlı çatışma olasılığını arttırarak muazzam bir şekilde tırmandı.

ABD hâlâ en başat güç, Çin yükselen iktisadî güç ve Rusya da Batı’nın hayal ettiğinden çok daha güçlü bir ekonomiye sahip büyük bir askeri güç. Hegemonya mücadelesi vermekte bu üç büyük güç ölümü hatırlatan bir savaş dansına girişiyor. Yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarında işler kesinlikle böyle görünmüyordu. Bunu nasıl açıklayabiliriz?

Bunu yapmanın bir yolu, yaygın liberal ideolojiye, örneğin Robert Keohane’nin çalışmalarına dayanır. ABD, liberal demokrasinin yol göstericisi ve ülkeler arasında açık hegemonik hakimiyeti engelleyen uluslararası kurumsal işbirliğinin eksenidir. Şu anda Çin ve Rusya’daki otoriter diktatörlerle mücadeleye kilitlenmiş durumda. Bireysel haklara ve demokratik özgürlüklere değer veren herkes onun yanında yer almalıdır.

Bu görüşlerin taraftarları on yıllar boyunca ABD dış siyasasını şekillendirerek, büyük bir etkiye sahip oldu. Ne yazık ki, iddiaları bir anlık eleştirel incelemeye dayanmayacaktır. Ama bu konuya girmemize bile gerek yok. İsrail’in Gazze’deki soykırımcı tutumu bu nosyonların pratikteki karşılığını ortaya koydu. Küresel Güney bu kavramların sadece sözüne bile gülüyor.

Dünya siyasetine gerçekçi bir yaklaşımla, örneğin Ukrayna’da Batı’nın sesli bir eleştirmeni olarak sivrilen John Mearsheimer’ın çalışmalarıyla daha fazla mesafe katedilebilir. Büyük Güçler kaçınılmaz olarak hegemonya peşindedir ve önemli olan nüfus, iktisadî çıktı, askeri güç gibi maddi etmenlerin dengesidir. ABD, iktisadî yaptırımlarla desteklenen askeri bir vekil aracılığıyla zayıflatılabileceğine inanarak Rusya’yı önemli ölçüde hafife aldı. Hegemonik güç aptalca davrandı ve bunun bedelini ödeyecek.

Gerçekçi analiz, dünyaya klasik siyasal iktisadın mercekleriyle bakanlar için hemen cazip gelebilir. Ancak yine de sınırlıdır. Çin’in yükselişinin ve Rusya’nın geri dönüşünün altında yatan nedir? Üç Büyük Gücü hegemonya için rekabete iten ve dünyayı felaketle sonuçlanacak bir savaşa doğru sürükleyen yapısal güçler nelerdir? Bunlar yanıtlanması gereken hayati sorulardır.

Marxist Emperyalizm Kuramı

Marxizm, altta yatan güçleri küresel kapitalizmin sömürücü ve ezici ilişkilerinde konumlandırarak en ikna edici yanıt sunar. Emperyalizm analizi, hem fikirler hem de popüler hareketler açısından solun uluslararası siyasete en kalıcı katkılarından biri olarak kalır.

Kanonik sav elbette Lenin tarafından, öncelikle Hilferding’den yararlanılarak geliştirildi. Her ikisi de, çoğunlukla Avrupalı sömürgecilerin Afrika’yı ve dünyanın diğer bölgelerini bölerek devasa topraksal imparatorlukları kurduğu ve birbirleriyle ölümüne savaştığı on dokuzuncu yüzyılın son çeyreği ve yirminci yüzyılın ilk on yıllarının klasik emperyalizmiyle karşı karşıyaydı. Altta yatan yapısal güçler “finans kapital”, yani bankacılık sermayesiyle birleşmiş tekelci sanayi ve ticaret sermayesi tarafından özetlendi ve sürücü koltuğunda bankalar vardı.

Finans kapital, meta ihracatı ve borç verilebilir sermaye ihracatı yoluyla olağanüstü kârlar sağlayan topraksal imparatorluklar kurmaya çalıştı. Sömürgelerden elde edilen kârlar, kapitalistlerin işçi sınıfının bir katmanını, “emek aristokrasisi”ni satın almasına olanak sağladı. Finans kapital, bölgesel hedeflerine ulaşmak için kendi devletinin askeri desteğine gereksindi ve böylece dünya birbiriyle çatışan (çoğunlukla Avrupalı) imparatorluklara bölündü. Sonradan gelenler, yani Almanya, Japonya ve ABD, kârdan pay almak için dünyayı yeniden bölmeye çalıştı. Bunu, Avrupa’nın kuzaybatısındaki ve diğer yerlerdeki büyük kıyımı getiren Birinci Dünya Savaşı izledi.

Emperyalizm, ABD’nin ekseninde yirminci yüzyıla damgasını vurmaya devam etmesine rağmen resmi sömürge imparatorlukları sona ererken çok farklı bir biçim aldı. Yüzyılın ikinci yarısında hegemonik ABD, SSCB ve müttefikleriyle karşı karşıya gelirken o zamanlar Üçüncü Dünya olarak adlandırılan bölgenin çoğuna hükmetti. Kesintisiz bir Soğuk Savaş olsa da kısmen nükleer dehşet dengesi nedeniyle genel bir çatışma yaşanmadı.

Lenin ve Hilferding’in savları İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden on yıllarda artık geçerli değildi. Kuşkusuz, dokunaçlarını tüm dünyaya yaymış hem ABD’li hem de Avrupalı büyük tekelci şirketler söz konusuydu. Bununla beraber finans sıkı bir denetim altındaydı; ödünç verilebilir sermaye ihracı sınırlıydı ve bankaların özel sektöre hâkim olması gibi bir durum asla söz konusu değildi. ABD’li çokuluslu şirketler, topraksal bir imparatorluğa gereksinmeden çeperden kâr elde etti. Sol, dünya çapında anti-emperyalist hareketleri destekleyen “bağımlılık” ve “azgelişmişlik” kuramları üretti.

Bu dönemde ABD çeperdeki ülkelere baskı ve zorbalık uygulamış olsa da asıl rakibi SSCB’ydi. Tarihi emperyalist ülkeler arasındaki askeri rekabet 1945’te sona erdi ve bir daha asla ortaya çıkmadı. SSCB 1991’de çöktüğünde, ABD benzersiz bir küresel hegemonyaya yükseldi. Bir an için Kautsky’nin eski “aşırı-emperyalizm” kuramı, yani emperyalistler arasındaki rekabetin eninde sonunda tek bir baskın gücün hegemonik çekişmeleri kalıcı olarak yatıştırmasına yol açacağı kuramı gerçekleşmiş gibi göründü.

Yirmi birinci yüzyılda Çin’de, Rusya’da ve başka yerlerde kapitalizmin yükselişi bu tür fantezileri çürüttü. Günümüzde emperyalizm ve hegemonya mücadelesi Lenin ve Hilferding dönemlerini anımsatsa da son derece farklıdır. Aşağıda, son kitabımız Kapitalizmin Durumu’ndan yararlanarak bazı temel özellikleri özetlenecektir.

Küreselleşme ve Finansallaşma

Tekelci sanayi ve ticaret sermayesi şu anda dünya pazarına hakim. Çoğunlukla ABD, Avrupa ve Japonya’dan gelen ama giderek Çin ve dünyanın diğer bölgelerinden de gelen büyük çokuluslu şirketler küresel kapitalizmi yönetiyor. Bu şirketlerin ayırt edici özelliği, meta ihracatından ziyade üretimin uluslararasılaşmasıdır. Üretmek ve kâr elde etmek için ulusal sınırları aşmak elbette kapitalist işdünyasının eski bir uygulamasıdır. Son kırk yıldaki ölçeğiyse emsalsizdir ve daha da önemlisi aldığı biçimdir.

Sınırlar ötesi üretim artık kapitalistin üretim kapasitesi üzerinde doğrudan mülkiyet hakkına sahip olmasına gerek kalmadan olanaklı. Muazzam üretim zincirleri dünyayı kuşatır ve katılımcı işletmeler genellikle birbirlerine yalnızca sözleşme yoluyla bağlantılıdır. Kendileri için yüksek kârlar elde etmenin peşindeki lider çokuluslu şirketler zincirin fiyatlandırma, kredi, teknoloji, teslimat ve benzeri koşullarını belirler. Aynı zamanda zincir, örneğin Türkiye ya da Tayland’daki küçük sanayi firmalarının yer değiştirmeden ya da kapasite üzerindeki mülkiyetlerini kaybetmeden üretimlerine uluslararası bir nitelik kazandırmalarına olanak tanır. Dünya ticaretinin en az üçte ikisi çokuluslu şirketlerin hakim olduğu üretim zincirleri içinde gerçekleşir ve çeper kökenli çokuluslu şirketler tarafından yönetilen zincirler de söz konusudur.

Aynı dönemde finans da, kapitalizmin finansallaşmasıyla özetlenebilecek şekilde, daha önce görülmemiş bir biçimde küresel hale geldi. Büyük bankalar ve “gölge bankalar”, yani yatırım fonları, hedge fonlar ve benzerleri, çeşitli uluslararası piyasalarda sürekli ve gerçek zamanlı olarak faaliyet gösterir. Başta eski kapitalist ülkeler arasında olmak üzere sermaye ihracatı muazzam boyutlarda olmasına rağmen çeperdeki ülkelere doğru da önemli ihracatlar söz konusudur. Bu akışlar çoğunlukla devletleri ve özel işletmeleri finanse etmek için borç verilebilir sermayeden oluşur. Daha da önemlisi, çeperdeki bir ülkeden diğerine de önemli miktarda sermaye akışı söz konusudur.

Uluslararasılaşmış üretken işletmeler ve küresel finans işletmeleri, tarihin bildiği en saldırgan sermaye bileşimini yarattı. Bunlar birleşmemiştir ve hiçbiri diğerine hükmetmez -bugün Lenin ya da Hilferding tarzında bir finans kapital yoktur. Aksine, devasa çok uluslu şirketler doğrudan geniş likit sermayeye hükmeder ve bunu finansal piyasaların kullanımına sunar. Microsoft ya da Pfizer finansal kuruluşlarla sürekli etkileşim halinde olsa da hiçbir banka onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyemez.

Bu sermaye eşleşmesi çağdaş emperyalizmin iktisadî temelidir. Bölgesel ayrıcalık için çabalamazlar ve resmi imparatorluklara da gereksinmezler. Gereksindikleri, ilk olarak, dünya piyasasını genişletmelerine ve ona hakim olmalarına izin veren kurumsal bir çerçeve ve ikinci olarak, yükümlülükleri yerine getirmek ve küresel olarak değeri korumak için dünya parasının güvenli bir biçimidir. Bu gereklilikleri en iyi şekilde karşılayabilen devlet hegemon olma iddiasında bulunabilir.

ABD’nin hegemonik konumu, IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gibi çok taraflı örgütlerdeki üstünlüğünün yanı sıra uluslararası ticaret, muhasebe, finans, yatırım ve benzerlerinin yasal ve pratik çerçevesini belirleme yeteneğinden kaynaklanır. Hepsinden önemlisi, ABD Merkez Bankası’nın döviz takasları ve diğer yollarla dünya parası olarak dolara erişimi denetleme becerisinden kaynaklanır. Doğal olarak, nihai temel küresel askeri güçtür.

ABD’nin hegemonik gücü aşikâr. Finans kurumları küresel işlem, takas ve ödemenin karmaşık mekanizmalarını denetler. Çokuluslu şirketleri dünya çapında üretim ve ticaret yapar ve bu devlerden bazıları yeni gelişen teknolojilere hükmeder. Askeri güçleri dünyayı kuşatır ve muazzam askeri bütçesi dünyanın geri kalan uluslarınınkini gölgede bırakır. Eski emperyalist ülkeler jeopolitik açıdan ona tabidir. Bunların sanayi ve finans kuruluşları büyük ölçüde ABD tarafından dikte edilen küresel çerçeveye uyum sağlamıştır.

ABD egemen sınıfı dünya ekonomisinin mevcut biçimini şekillendirdi ve hegemonik konumundan muazzam faydalar elde etti. En önemlisi de dünyanın geri kalanını etkileyen ve aynı zamanda büyük miktarda dolar rezervi tutmak zorunda kalan diğer ülkelerden net bir kaynak transferine neden olan para siyasasını yürütme özgürlüğüdür. Bununla beraber tarihte sık sık olduğu gibi, ABD kendi başarısının bedelini ödemek zorunda kaldı.

Yükselen Meydan Okuma

Her şeyden önce, üretimin ve finansın uluslararasılaşması, ABD egemen sınıfına ve müttefiklerine kendi işçilerini daha önce görülmemiş şekillerde sıkıştırmasını sağladı. Batı’da, muhtemelen yurtdışından gelen gelirlerle satın alınan bir “emek aristokrasisi” yoktur. Tam tersine. Muazzam gelir ve servet eşitsizlikleri, yerel altyapı ve refah hizmetlerinde gerileme, umutsuz bir orta sınıf ve geniş çalışan yoksul katmanları söz konusudur.

İkinci ve aynı derecede önemli olarak, kendi kibriyle körleşen ABD egemen sınıfı küresel gelişmeyi yanlış okudu. Üretim ve finansın uluslararasılaşması, çeper boyunca daha fazla kapitalist birikim merkezinin ortaya çıkmasına izin verdi. Başta Çin olmak üzere Rusya, Hindistan, Brezilya ve başka yerlerde de uluslararası yönelimli üretici ve mali sermayeler ortaya çıktı. Kendi devletleri tarafından desteklenen bu sermayeler, dinamik yerli üretim merkezleri kurdu ve dünya piyasasında rekabet etmeye başladı. Bu sermaye, ABD’deki ve aynı zamanda Avrupa ve Japonya’daki rakiplerine benzer şekilde, elverişli kurumsal koşullar ve güvenilir bir dünya parasına denetimli erişimin yollarını arar.

ABD hegemonyasına meydan okuma, çarpıcı bir biçimde yeniden şekillenen çeperden kaynaklanır. Yükselen güçler, dünya parası da dahil olmak üzere dünya piyasasının kurumsal şekillenmesinde söz sahibi olmayı talep eder. İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllardan farklı olarak ve Lenin’in zamanına benzer şekilde, ortaya çıkan hegemonya mücadelesi ideolojik bir içerikten yoksundur ve tamamen kapitalist iktisadî çıkarlar tarafından yönlendirilir. Nihayetinde son derece tehlikeli olmasının ve genel bir savaş olasılığını arttırmasının nedeni de budur.

ABD’nin kendisine meydan okuyanlarla varabileceği aşikâr bir çözüm yok. ABD’nin kendi toplumu bölünme ve ihtilaflarla enkaz halinde; uzun zaman önce üretimdeki küresel üstünlüğünü yitirdi; yakın zamanda küresel ticarette ikinci sıraya düştü; askeri kurumu kesinlikle çok büyük olmasına rağmen gerçek etkinliği tartışmalı. Mali ve parasal üstünlüğünü koruduğu kesin olmasına rağmen bu tartışmasız hegemon konumunu sağlamak için yeterli değil. O günler artık geride kaldı.

Bununla beraber rakiplerinin gücünü abartmak büyük bir hata olur. Çin’in elinde yaklaşık üç trilyon dolar bulunsa da bu paranın büyük bir kısmı yurtdışında tutuluyor ve doların değerinde yaşanacak önemli bir düşüş Çin’e doğrudan zarar verecektir. Dahası, Çin bankalarının ve işletmelerinin uluslararası işlemleri, belki de iki trilyon dolar gibi, ağırlıklı olarak dolar cinsindendir. Hızlı kapitalist birikim sona erdiği ve kâr oranı düştüğü için Çin’in iç sorunlarından bahsetmeye bile gerek yok.

Öngörülebilir gelecekte ABD, egemen küresel güç ve hegemonyasını koruma mücadelesine kilitlenmiş dünya barışına yönelik başlıca tehdit olmaya devam edecek. Üstelik rakipleri, insanlık için daha iyi bir vaadin taşıyıcılarından başka bir şey değil. Kapitalizmin dişleri ve pençeleri onları ileriye doğru itiyor.

Uluslararasılaşmış üretim ve finans, çok kısa bir tarihsel zaman dilimi içerisinde ölümcül bir hegemonya mücadelesine yol açtı. Dünya savaşı tehdidi siyasi ya da ahlaki savlarla yatışmayacak. Sol, hem kuramda hem de pratikte uzun anti-emperyalist ve anti-kapitalist geleneğinden yararlanarak barış umudunu korumakla yükümlüdür.

Kaynak metin: https://braveneweurope.com/costas-lapavitsas-drifting-toward-world-war


[1] Costas Lapavitsas, Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda Ekonomi Profesörü ve Avrupa Toplumsal ve Ekonomik Siyasa Araştırma Ağı’nın yöneticisidir. EReNSEP Yazı Kolektifi’yle birlikte The State of Capitalism: Economy, Society, and Hegemony [Kapitalizmin Durumu: Ekonomi, Toplum ve Hegemonya] başlıklı kitabın başyazarıdır. Kitap incelememizi buradan okuyabilirsiniz: https://braveneweurope.com/the-state-of-capitalism-economy-society-and-hegemony-by-costas-lapavitsas-and-the-erensep-writing-collective

Çeviren: S. Erdem Türközü

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
https://devrimcidusun.org/wp-content/uploads/2021/04/1.png
Giriş Yap

Devrimci Düşün Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!