AKP Hükümetinin, yıllardır 1 Mayıs eyleminin Taksim meydanında yapılmasını engelleme istenci, sıradan bir inatlaşma değildir.
Emperyalist-Kapitalist sistemin genel krizi on yıllardır sürüyor. Küresel sistemin krizi; emekçilerin işsiz kalmasına ve yoksullaşmasına neden oldu.
Küresel, boyutları esnek bu durum; her ülkede farklılık göstererek gerçekleşti. Siyasi, iktisadi ve ideolojik tüm alanlarda krizin etkileri/sonuçları görüldü. Ülkemizde de küresel krize bağlı artçı krizler yoğun tahribat yarattı. Üstü örtülmek istense de önlenemez bir ekonomik ve siyasi yıkım gerçekleşti. Bu yıkımın büyük bedeli emekçilere yüklendi. Emekçiler, müsebbibi olmadıklar bu yükü üstlenmek istemediler.
Ancak AKP Hükümetinin, krizin getirdiği sorunlar altında kalması ve çaresizliğe sürüklenmesi; daha baskıcı yöntemlere başvurmasını getirdi. Krizi atlatma yeteneği ve gücü olmayan siyasi iktidar, emekçilere karşı daha sert araçlar kullandı.
Bu topyekun saldırı durumu; emekçilerin savunma mücadelesinin ivmesini artırmasının meşru zeminidir.
Kuşkusuz öte yandan, emekçilerin bu topyekun saldırıya karşı, yeterince örgütlü ve dolayısıyla güçlü yanıt vermemesi; siyasi iktidarın baskıcı politikasını geriletmede başarısız kalınmasının maddi zemini oldu.
İşçilerin, emekçilerin güçlü bir şekilde organize olamamaları nedeniyle, boyun eğerek sürece katılması; demokrasinin ayağına kurşun sıkılmasının olanağı oldu.
Bir toplumda demokrasi; toplumsal güçlerin karşılıklı mücadelesinin boyutu ile doğrudan ilişkilidir. Demokrasi sınıfsal güçler dengesi üzerine oturur. Halk güçlerinin kendi çıkar ve istençleri doğrultusunda mücadele etmeleri demokrasinin gerçekleşme güvencesidir.
Bu noktadan bakıldığında; mücadele günü olarak 1 Mayıs, sıradan bir gün olarak nitelendirilemez. Emekçilerin haklarını elde etme mücadelesinin yoğunlaştığı gün olduğu anlamda 1 Mayıs; Toplumsal demokrasinin var olma zeminine emekçilerin katkısıdır.
Açıkçası; 1 Mayıslar olmazsa demokrasi olmaz.
Emperyalist-kapitalist bloğun bağlaşığı siyasi iktidarın; emekçilerin, işçilerin enternasyonal dayanışmasını ve savaşımını köreltme ve iğdiş etme tavrı; demokrasi karşıtı politikaların ete kemiğe bürünmüş halidir.
Baskıcı politikalarla, emekçilerin alanlara çıkmasını engellemek demokrasiyi reddetmektir. Halka; eylemini o alanda değil bu alanda yap demek de reddedişin örtülü şeklidir.
Demokrasi; tüm toplumun yaşamsal gereksinimidir. Bu nedenle; “emekçilerin alanlara çıkmasının, toplumun diğer kesimlerinin hakkının kısıtlanmasını getirdiği” gerekçesinin arkasına sığınmak abestir.
Toplumların yaşamsal hakkı; az da olsa “meşakkat çekme” gerekçesine feda edilemez. Demokrasi bilincine sahip bir toplum bu bahaneyi haklı saymaz.
AKP Hükümeti’nin, emekçilerin örgütlü bir “güç” olarak alanlara çıkmasını ve haklarını korumak için haykırmasını önlemesi; anti demokratik vasfının göstergesidir. AKP Hükümeti’nin dün kabul ettiğini bugün inkar etme tavrını sürdürmesi; siyasi güç kaybetmesi nedeniyle yaşadığı kendine güvensizlik halinin ve anti-demokratik zihniyetinin dışavurumudur.
Toplumsal sorunların çözümünde çaresizliğe düşen siyasi gücün, kitle desteğini yitirmesiyle başlayan korkusunun, şiddet kullanarak toplumu yönetmek eğilimini beslediği açıktır.
Emekçilerin, “Hükümeti yıkmak için alana çıkmak” istencine ve gücüne sahip olmadıkları gerçeği; Siyasi iktidarın baskı ve şiddete başvurmak için arkasına sığındığı tüm bahaneleri çürütmektedir.
Recep Tayyip Erdoğan; koşulsuz ve sürekli biat etmeleri halinde yurttaşlara, “haklarını” sınırlandırılmış biçimde ve sulandırılmış halde kullanmalarına izin verme lütfunda bulunacağını ifade ediyor.
AKP zihniyeti; hakların, toplumsal yer alışın sonucu olarak kazanılmış değer olmasını inkar ederek; insan haklarının, egemenlerin ihsanı ile verilen edinim olduğunu var sayıyor. Hakların; kendisi tarafından verilen şey olduğu sanrısı; “verilen şeyi” istediği zaman da geri alabileceği sanrısına yol açıyor.
RTE kitle desteğine sahipken yaptıklarının tam tersine, emekçilerin haklarını kullanmalarını yasaklayarak/tehdit ederek kitle desteğinin erimesini önleyeceğini sanıyor.
R.T. Erdoğan, Toplumsal hayatı ve dolayısıyla devleti, kendisi tarafından şekillendirilebilecek bir durum/olgu olarak görüyor. Bu diktatör tavrıdır.
Emekçilerin, sömürü düzeninin değerlerini kutsaması ve küresel sömürgeciliğe boyun eğmesi için siyasi iktidarın, elinden gelen her türden eyleme başvurması; “baskıcı” vasfının pratik ifadesidir. Ancak, siyasi iktidarların baskıcı vasfının artması; Emekçilerin haklarını ve sınıfsal çıkarlarını elde etme mücadelesini engelleyemedi; engelleyemez de.
Emekçilerin toplumsal durumu, özgürlükçü, eşitlikçi yaşam mücadelesinin teminatıdır.
Bu toplumsal yükümlülüğünü ifa etmek için, emekçilerin; mücadele gücünü azaltacak yol ve yöntemlere sapmadan, siyasi, iktisadi, ideolojik olarak; haklarının gasp edilmesine karşı, her alanda birleşik, enternasyonal bir duruşu gerçekleştirmesi zorunludur.
1 Mayıs eylemini önemli kılan da bu gerçekliktir.