Komünist Kadınları Dışlayan Tarih Yazıcılığına Son! – Magda Grabowska

featured

Liberal feministler Doğu Avrupa’daki kadın kurtuluş mücadelesini “Batı’ya yetişme” meselesi olarak değerlendirmeye teşnedir. Ancak, feminizmi burada yeni beliren bir öğe gibi sunmak; komünist kadınların 1945’ten başlayarak verdikleri mücadeleleri —ve hem Kilise’nin hem de Kilise’ye bağlı partilerin tutucularına karşı kazandıkları utkuları— olmamış saymak demektir.

Janina Broniewska, Polonyalı kadınlara yönelik haftalık dergi Kobieta’yı çıkarttı.

2016’nın Ekim ayında Polonya’da binlerce kadın ile binlerce erkek, hükümetin kısıtlı durumdaki yasal kürtaj hakkını daha da kısıtlama önerisine karşı gösteri düzenlemek üzere sokaklara döküldü. #blackprotest (kara protesto) diye adlandırılan, sağcı hükümetin tasarısını —Hukuk ve Adalet Partisi’nin var olan yasayı değiştirme tasarısını durdurmayı ilk kez başarabilmiş tek halk protestosunda— geri püskürten eylemler, aydınlar ve eylemciler tarafından Polonya’daki kadınların modern kitle hareketinin oluşumunda büyük adımlar olarak yorumlandı.

Kara protestoların ardından devşirilen coşku ve yeni umut anlatıları, yeni beliren bu hareketlenmelerin; biricik, Polonya tarihinde örneksiz oluşunu öne çıkarttı. #blackprotest fenomenini bir zemine oturtmaya yarayacak tarihsel göndermeler arayan bazı feministler, yurtsever ve ulusçu direniş simgelerine gönül indirdi. Bu kişiler, yıkıcı bir biçimde kullanılacak yurtsever ve ulusçu direniş simgelerinin de, bal gibi, daha geniş kadın kitleleri arasında görünürlük ve ilgi devşirmek için yararlı bir taktik —“bağlayıcı eylem” sağlama yolunda bir araç— olabileceğini savladı. Ne var ki sosyolog Anna Zawadzka ile diğerleri, bu tür anlatılara bel bağlamanın tehlikelerine karşı uyarılarda bulundu. Ulusçu simgelere başvurmanın, feminizmlere —tam da yıkmaya çalıştıkları o güç ve baskı yapılarınca— el konmasının yalnızca başka bir yolu olabileceği savında direttiler.

Kara protestoların Polonya’daki feminist öznelliklerinin oluşumunda taşıdığı anlama ilişkin yürütülen tartışmalarda büyük ölçüde göz ardı edilen konu, Polonya’nın devlet sosyalizmi dönemine ilişkin özgül tarihidir, ayrıca kadınların o çağdaki eylemliliklerinin kadın kurtuluş mücadelesi tarihindeki önemidir. Bununla birlikte, 1945 sonrası kadın kurtuluş mücadelesinin mirasına —ve bu mirasın 1989’da devlet sosyalizminin çöküşünün ardından tanınmasına— ilişkin araştırmalar bu soruna farklı bir ışık tutmaktadır.

Komünizmin mirasını —hem başarısızlıkları hem de başarıları ile yüzleşerek— incelemek; bölgede feminist kuramlara ve pratiklere işleyen, Doğu Avrupa feminizmlerini dar görüşlü milliyetçilik ile (sözüm ona neoliberalizm tarafından özendirilen) bireysel haklar arasında sonsuza dek sıkışıp kalmış gösteren hesap sorma ve kendileme döngüsünün kırılmasına olanak verebilir.

1989 sonrası anlatıları

Komünizmin, feminist soykütüğünün bir öğesi olarak göz ardı edilmesine yönelik bu rutinleştirilmiş —ve ritüelleştirilmiş— girişimlerin tarihi, 1989’un getirdiği dönüşümlere kadar götürülebilir. Gerçekten de, 1990’lara değin, sosyalizm sonrası kadın hareketlerinde gözlemlenen söylemsel konumlanmaların ve kültürel gösterimlerin menzili kısaydı. Devlet sosyalizmi dönemi, komünizmin kadının kurtuluş mücadelesinin soykütüğünde önemli bir görev üstleneceği olasılığını dışarıda tutan “totaliter bir paradigma” içinde tutsak kalmıştı. 1990’larda hem Birleşik Devletler’deki hem de Doğu Avrupa’daki aydınlar ve eylemciler, bunun yerine, komünizm sonrası dönemde ülkelerinde neden hiçbir feminizm kıpırtısı olmadığı sorusunun yanıtlarının ardına düşmüşlerdi. Ne var ki bu sorunun yanıtı —bazılarına göre Doğu Avrupa’daki kadınların kurtuluş mücadelesini de içine alacak biçimde tüm sivil eylemliliklerin mezarını kazmış bir düzen demek olan— komünizmin ardından feminizmin sözüm ona olanaksızlığına ilişkin daha kökten bir tartışmanın yürütülmesiyle verilebilecektir.

Bu yıllar çerçevesi içinde, feminizm, Polonya’da yeni belirmiş bir gelişme olarak değerlendirildi —ve bunun sonucunda yeni beliren bu kadın hareketinin izleyebileceği, dışarıdan meşrulaştırıcı bir örnek arayıp bulma gerekliliği doğdu. Diğer Batı örnekleriyle “dönüşmeye” yönelik bu anlatı, “olmayan” bir feminist hareketle ilgili söylemi bütünledi. Ayrıca bu tutum, Doğu Avrupa feminizmlerinin gelişimini küresel (ya da bundan daha çok Batılı) kadın hareketlerinin yalnızca yerel bir çeşitlemesi olarak değerlendirmek demekti. Sonuç olarak, feminizmin kabul edilebilir tek biçiminde, dememiz o ki liberal feminizmde, Doğu Avrupa’da görülen dönüşümler, çoğunlukla Batı’yı özgürleşme ve modernleşme yürüyüşünde yakalamaya yönelik düpedüz tutucu işlemler düzeyine indirgendi.

Yüzünü Batı’ya dönme —ya da Batı’ya yetişme— yaklaşımı, pek çok kişide, bazı feministleri de içine alacak biçimde karşılık buldu. 2004’te Kristen Ghodsee’nin imlediği üzere, evrensel bir ataerkillik düşüncesine dayalı kültürel bir feminizm Doğu Avrupa’ya 1989’dan sonra (bölgeyi tasarım ürünü bir kapitalizme doğru sürüklemenin bütünleyici bir öğretisi olarak) yeni kurulmuş STK’ler[1] tarafından aktarıldı. 1990’lardan bu yana aydınlar, araştırmacılar, eylemciler; ikinci dalga Batı feminizmlerinin deneyimini ve dilini büyük ölçüde kendilerinin dili ve deneyimi olarak benimsedi. Çeşitli kayıtlarda yer alan bireysel ve kolektif öznellikleri kurma yolunda Batı kavramlarına, Batı soykütüklerine başvurdular —ancak, bunu yaparken, kadınların (özellikle yakın zamanın komünist kadın) eylemliliğinin yerel soykütüklerine aldırış etmediler.

Bir eksiğe —ancak Batı’yla dönüşme aracılığıyla kapatılacak bir gediğe— yönelik anlatı, Polonyalı kadınları ve Doğu Avrupa toplumlarının bir bölüğünü tutucu olarak, dememiz o ki değişmeye isteksiz, edilgen, eyleme geçemeyen kişiler olarak yaftaladı: Sözün özü, onlar etkin ve devingen Batı’nın karşısında konumlandırıldı. Polonyalı antropolog Michał Buchowski (1989 sonrası dönüşümlerden kazançlı çıkmış kişilerin öznelliklerinin üretilmesinde başvurulan) bu evcil oryantalizmin, 1990’ların alametifarikası olduğunu öne sürmüştür. Burada, liberal bireyci değerlere ayak uydurmayı başarmış sivilleşmiş “biz”e (Polonya’nın Batı’ya doğru yürüyüşüne katılamamış beceriksiz ve entelektüel karşıtı kitleler demek olan) “ötekiler”in üretilmesi eşlik etti: Değişme bağlamındaki bu edilgenlik ve beceriksizlik, dönüşüm sırasında geride kalmış “öteki” demek olan homo sovieticus[2] olarak adlandırıldı.

Bu evcil oryantalizmin çekirdeğinde, komünizm karşıtlığının siyasal ve akademik buyruğu vardı; bu buyruk yirminci yüzyıl sonları Doğu Avrupa’sının bölgesel ve çevresel kurtuluşuna yönelik incelemelerin ayırt edici niteliği[3] oldu. Evcil oryantalizm, Doğu Avrupa toplumlarını Batılılaşma süreçleriyle uyumlu bir biçimde bütünleşmiş olarak niteleyen anlatıları haklı çıkarmaya ve bir bölgenin (“Batı dünyası” ile karşılaştırıldığında) modernleşmede yaya kalmış ya da kadınların özgürleşme sürecinde geride kalmış olduğuna yönelik basmakalıp imgeyi kurmaya yaradı.

Bu bağlamda 1989 sonrası feminizmleri, komünist ana atalarına[4] (kadınların yararına yaptıkları işlerin düpedüz bir göz boyama; ideolojik, yüzeysel ve yapmacıklı işler olduğuna) yönelik keskin bir yargılamaya yöneltti. O günden bugüne, komünist eylemcileri Polonya’nın kadın hareketi soykütüğünün bir parçası diye betimleyecek herhangi bir değerlendirme düpedüz bir sapkınlık olarak görülüyor. 2014 gibi çok yakın bir zamanda Polonyalı feminist düşünür ve eylemci Agnieszka Graff şunu savlıyordu: “Benim açımdan bu [demek o ki Doğu Avrupa’daki komünist kadın hareketliliği] ilginç; Polonya tarihinin bir parçası, kadınların tarihinin bir parçası olarak ilginç. Ancak, benim tarihim olacak değin doyurucu, inandırıcı değil… Onlar benim ana atalarım filan değil yani!”

Gerçekten, birçok eylemciye ve araştırmacıya göre, devlet sosyalizminin kurtuluş tasarısı “devlet ataerki”sinin (tekil erkeğin tekil kadın üzerindeki egemenliğinin, devletin bütün kadınların üzerindeki egemenliği ile yer değiştirdiği) bir biçimini temsil etmekteydi. Sonuç olarak, komünizm karşıtı anlatı, komünizm ile kadınların ister istemez ayrı ve birbirinin karşıtı kendilikler olduğunu öne sürüyordu. Bu görüşe göre, hiçbir “gerçek” feminist, komünist devlet için çalışmış olamazdı —ve komünist devlet kesinlikle kadın özgürleşme hareketinin bir müttefiki olarak değerlendirilemezdi.

Kurtuluş, Sovyet Tarzı

Polonya’daki kadınların “toplumsal cinsiyet evrimleri”nin yalnızca edilgin gözlemcileri mi, yoksa komünist devlet tarafından yürürlüğe sokulmuş devrimsel değişikliklerin etkin katılımcıları mı olduğu sorusu tartışmaya açık bir konudur. Kadınların komünizm ve devlet sosyalizmi altında edindikleri deneyimlerin geniş çeşitliliği, kuşku yok ki, 1989 sonrası (savaş sonrasının kadın kurtuluş hareketine ilişkin) yaklaşımların ayırt edici niteliği olan yaygın genelleştirmelere karşı bir uyarı durumundadır. Bununla birlikte, arşiv dokümanlarına ve kadın örgütlerindeki katılımcılarla yapılan röportajlara dayalı araştırmalar, İkinci Dünya Savaşı sonrası Polonyalı kadınların eylemliliğinin karmaşık yolculuğunun hiç değilse izini sürmemize katkıda bulunabilir.

1945 sonrası yeni düzeni kurmakta görev almış; örneğin Izolda Kowalska-Kiryluk, Edwarda Orłowska, Eugenia Pragierowa ya da Żanna Kormanowa gibi kadınlar davaya bağlı komünistler ve sosyalistlerdi —kadınların kurtuluşunu siyasi bir konu olarak kavramlaştırmış sıkı bağlılardandı. Uluslararası düzlemde, gündemleri; 1945’te ırkçılığa karşı barış ve ekonomik eşitlik sağlama yolunda kurulmuş Uluslararası Demokratik Kadınlar Federasyonu’nun çalışmalarıyla uyumluydu. Yerel düzlemde ise Polonya’daki komünistler ile sosyalistler 1946’dan 1952’ye değin Polonya Birleşik İşçi Partisi’nin Kadınlar Kolu’nda ve Kadınlar Ligi’nde varlık gösterdi.

Komünistler ile sosyalistler kadın kitlelerini işgücüne katmaya odaklandılar; bir yandan da Katolik Kilise’nin gerici güçlerine ve (Polonya İşçi Partisi, sonra da Polonya Birleşik İşçi Partisi olarak bilinen) komünist parti içindeki erkek egemenliğine direndiler. Bu uğurda, 1946’da, savaş öncesinin komünisti ve Kadınlar Kolu’nun başkanı olan Edwarda Orłowska; komünist parti, kadın örgütleri ve işçi sendikaları arasında kesişimli bir işbirliğine dayalı kitlesel bir kadın hareketi kurma yolundaki çabalarıyla öne çıktı. Özgül kadınlara yönelik, yerel düzeyde bile “tam zamanlı çalışanlara yönelik birimler”in gerekliliği üstünde duran Orłowska “Bizim ereğimiz, kadınları gericiliğin etkisinden çekip çıkarmak, güçlü bir kadın örgütü yaratmaktır,” diye bildiriyordu.

Kadınları ücretli işgücüne katmak, savaş sonrasının kadın eylemcileri için bir öncelik konusuydu. İlginç bir biçimde, daha İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kadınların ücretli iş sorununu siyasallaştırma çabaları, özel-kamu ayrımına ilişkin bir tartışmayla yan yana yürüyordu.

(Janina Broniewska’nın önderliğinde çıkartılan haftalık bir yayın olan) Kobieta gibi ilerici kadın dergilerinde ev işlerine ilişkin bir tartışmanın iki odağı vardı. Her iki odak, çerçevesi Alexandra Kollontai ile Inessa Armand gibi Rus devrimciler tarafından çizilmiş özel-kamu ayrımının daha önceki vizyonlarıyla ve Batı’daki Amerikalı Kadınlar Kurulu gibi ilerici hareketler tarafından formülleştirilmiş eşitlik vizyonlarıyla uyumluydu.

Bir yanda “kadınların çalışması” bir kamu meselesi olarak irdelendi. Burada devlet, ağırlıklı olarak, özel işlerin yükünü kadının omuzları üstünden alacak kurumsal düzenekleri yaratmaktan sorumlu olarak nitelendi. Ev İşleri Kuruluşu’nun başkanı Irena Gumowska 1948’de şunları yazdı: “Günümüzde kadın çalışmak ve çalışmayı istemek zorundadır. Polonya’da, savaştan sonra, toplumsallaştırılmış ortak ev işlerinin çeşitli biçimlerini yarattık. Burada temel amaç anaokullarını, kantinleri, kreşleri oluşturmaktı. Sonra da Ana-ile-Çocuk Yuvaları’nı, toplumsal çamaşırhaneleri, toplumsal fırınları ve diğer toplumsal hizmetler ile kooperatifleri oluşturmak.”

Diğer yanda, evde eşit iş bölümü, kadın kurtuluşunun bütünleyici bir öğesi olarak değerlendirildi. 1948’de yazar ve eylemci Wanda Melcer şunu yazdı: “Ev işlerini cinsiyetten bağımsız olarak ele alacağız. Varsayımsal olarak, evde herkes çalışıyor; öyleyse herkesin eşit hakları, eşit görevleri olmalıdır. Yalnızca erkekler ya da yalnızca bir kadın, bir kız çocuk ya da bir erkek çocuk tarafından yapılması öngörülen ev işi gibi bir şey söz konusu olamaz.”

Karşı Direniş

Bu eylemciler, istediklerini her zaman alamadılar. Orta düzey parti yetkilileri ve Katolik Kilisesi, Kadınlar Kolu’nun önerdiği değişiklikleri geri püskürten iki esaslı güçtü. 1940’ların ortalarında “kobieca robota” (women’s work)[5] düşüncesi “alanda iş yapan” Polonya komünistlerine çok uzak bir yaklaşımdı: Birçok yerel parti önderi (alandaki Kadınlar Kolu’nun aylıklı delegeleri olan) “kadın eğitimcileri”nin varlığına karşı çıktı. Yerel parti sekreterleri Kadınlar Kolu’nun delegelerine kendi sekreterleriymiş gibi davrandılar, ufak ofis işlerini onlara yüklediler, Özeksel Kurul tarafından yayımlanan “kadınların işi” genelgelerine aldırış etmediler.

Katolik Kilisesi, kadınların eşitliğine yönelik düşüncelere direnç gösteren diğer bir odaktı. Kadınlar Kolu dışarıya doğru devlet ile Kilise arasındaki sessiz ateşkes taktiğini —devlet dinle kavgaya girmez savıyla— izliyor görüntüsü verse de, parti toplantılarının gizliliği içinde Kilise’yi kadınları partiden uzak tutan ve sürekli göz ucuyla izlenmesi gereken gerici bir güç olarak konumlandırıyordu. Yerel, taşra devlet okulları ve Kadınlar Ligi biçimindeki iki alan, Kadınlar Kolu’nun delegeleri ve Kilise arasındaki (sonunda komünistlerin bozguna uğrayacağı) ideolojik savaşımın ana zemini konumuna geldi.

Kadın eylemliliğinin profili, Polonya Birleşik İşçi Partisi’nin 1952’de Kadınlar Kolu’nu kapatmasıyla ve Kol’un çalışmalarını yetersiz, etkisiz olarak duyurarak suçlamasıyla değişime uğradı. Kadınlar Kolu’nun çabalarının siyasete dar bir düzlemden odaklandığı, ayrıca Kol’un “pratik” kadın sorunlarına, aile meselelerine aldırış etmediği söylendi. 1956 yılı, tarihçi Barbara Nowak’ın “pratik eylemcilik” dönemi olarak adlandırdığı yeniliğin başlangıcı oldu —ve çoğu Polonyalı kadının anılarında bu, Polonya Halk Cumhuriyeti’ndeki kurtuluş hareketinin tüm tarihi haline geldi.

Kadın kurtuluş hareketinin siyasal alandan uzaklaştırılması (geleneksel aile değerlerine, ulusçuluğa geri dönüşe yaslanan, böylelikle kurtuluş siyasetine yönelik daha yumuşak bir çeşitlemeyi dayatan) 1956 ertesi siyasal çözülmenin bir parçası olarak görülebilir. 1950’lerin dönümünde, Edwarda Orłowska gibi yüksek profilli, savaş öncesinin Yahudi kökenli komünistleri sürekli olarak dışlanarak değersizleştirildi. Bu, komünist kurtuluşun özgül bir çeşitlemesine karşı gelişen güçlü tepkiyle ilintili bir tutum olabilir; ayrıca “Polonya’nın sosyalizme yolculuğu”nun 1968’de alametifarikası olmuş ulusçu, Yahudi karşıtı hareketin bir başlangıcı olarak da görülebilir.

1956’dan sonra buna karşılık yürürlüğe sokulan, Ev İşleri Ekonomisi Kurulu (1957) gibi yeni önlemler ve kurumlar; gündelik yaşamın (aile içindeki üyelerin sorumluluklarına, kadının zaman yönetimine yönelik) “modernleştirilmesinin” araçları olarak konumlandırıldı. Usçuluk ve modern ev yönetimi; ev bütçesine, usçu perhizlere, ev aygıtlarının kullanımına yönelik işlikler, araştırmalar yoluyla yaygınlaştırıldı.

Tarihçi Katarzyna Stańczak-Wiślicz, 1960’lar ile 1970’leri kapsayan dilimde kadın kurtuluş hareketinin sürekli olarak siyaset alanının dışına itilmesine; çalışan kadınların statüsünü iyileştirme, dahası işgücünün, bireysel ev bakımının modernleştirilip ussallaştırılması çabalarının eşlik ettiğine ilişkin inandırıcı görünen kanıtlar sağlamaktadır. Gerçekten, Barbara Nowak, Polonya Halk Cumhuriyeti’nin son on yıllık dilimlerinde baskın öğe durumuna gelen “pratik eylemcilik”in nitelik bakımından siyasal olmaktan uzak[6] olmakla birlikte; nasıl hamarat ev kadını olunacağına ilişkin öğretici becerilerden tutunuz, hukuki danışmanlığa, psikolojik desteğe, (daha rahat etmeleri ve eğlenebilmeleri için) kadınlara mahsus mekanların yaratılmasına varıncaya değin, birçok işlevinin de olduğunun üstünde çokça durmaktadır.

Ev işi ile ücretli iş arasında denge sağlamaya ilişkin ekonomi odaklı önlemler ve pratik meydan okumalar, kadın örgütlerinin asal meşguliyeti durumuna geldi. Bununla birlikte, eylemciler, ekonomik hakların, kadınların üreme özgürlüğüyle ve toplumdaki simgesel konumlarıyla nasıl ilintili olduğu sorularına odaklandılar. Polonyalı kadınlar, 1952’de Kadınlar Kolu’nun kapatılmasından sonra bile, yasal kürtaj hakkı da içinde olmak üzere kadın hakları alanında ilerici önlemler almada başarılı oldular. 1956’da, Polonya Meclisi’nde bu yeni yasa için yapılan ateşli tartışmalar sırasında Maria Jaszczukowa, Wanda Gościmińska ile Zofia Tomczyk gibi kadın eylemciler ve siyasetçiler kadınların eşitliği ve refahı yararına ilgisiz kalınmayacak savlar ileri sürdü.

Eski bir fabrika işçisi olan Wanda Gościmińska, ekonomik eşitsizlikleri, yasa dışı yollardan kürtaj yaptıran kadınların deneyimlerinin can alıcı bir öğesi olarak dobra dobra sergiledi. “Savaş öncesi Polonya’da olsa olsa şu cüzdanı şişkinler [kadınlar] [gebeliği] sona erdirebilirdi,” diye savladı. “İş yoksa [gebeliği] sonlandırmak boş bir hayaldi.”[7]

Anthropologlar Agnieszka Kościańska ile Agata Ignaciuk kişisel ve cinsel ahlakla ilgili soruların da 1956’dan sonra, özellikle 1957’de Bilinçli Annelik Derneği’nin kurulmasıyla birlikte sorulur olmaya başladığını gösteriyor. 1950’ler ile 1960’lar boyunca bu devlet destekli örgüt, doğum kontrolü ile ilgili uzman bilgilerini kitap yayıncılığı ve basın yoluyla (genel halka) yaymayı sürdürdü. Daha sonra, 1970’lerde, Polonya’daki cinsiyet bilimi hümanist, bütüncül, disiplinlerarası bir yaklaşım ve hastalara ilişkin bir yön tutturma olarak Batı’nın —en önemlisi Birleşik Devletler’in— etkilerinden bağımsız bir gelişme gösterdi.

Bir “Uyurgezer Devrim”?

Komünist kadınlar ve sosyalist kadınlar —eylemciler, profesyoneller, devrimciler ya da muhalifler olarak— Polonya’nın modern tarihinde belirsiz bir yerde konumlanmıştır. Bununla birlikte, kadın tarihine ilişkin “revizyonist” araştırma kurumsal arşivlerden, basın ve medya hesaplarından, uzman literatüründen, yukarıda sözünü ettiğimiz bazı feminist düşünürlerin (1945-1989 döneminin bir “toplumsal cinsiyet devrimi”ni doğurduğunu savlayan) çalışmasından yararlanmıştır. Bu yapısal değişim, Polonya kadınının felsefeci Andrzej Leder’in ürettiği bir kavramı kullanacak olursak “düpedüz uyurgezerken” yer aldığı bir devrim biçimiydi.

Bu yeni araştırmalar —ister tarihçiler, ister antropologlar, yazınsal aydınlar tarafından, isterse benim gibi sosyologlar tarafından yapılmış olsun— savaş sonrası Doğu Avrupa kurtuluş hareketinin devingen ve inişli çıkışlı olduğu gerçeğini imliyor, ancak, bir süreç olarak kurtuluş hem ana akım tarih yazıcılığı hem de feminist “herstory”[8] tarafından derinlemesine düşünülmeden bırakılan bir dilim olageldi. Kısacası, komünist kurtuluş hareketi —belleği bastırılıp yadsınıyor olsa da— Polonya’daki eşitlik savaşımı tarihinin bir parçası olarak cisimleşmiş durumda.

Kadın eylemcilerin Polonya’da 1945 sonrası devlet ve parti yapıları bünyesinde çalışırken ne ölçüde faillik sergileyebildiğine ilişkin betimleyici tümceler kurabilmemiz olası değildir. Bununla birlikte son zamanların araştırmaları, kadınların komünizmin egemenliği altında güçsüz ve edilgin olduğuna yönelik savlara meydan okumamıza katkıda bulunuyor. Bu araştırmalar, kadınların failliğini (devlet, kadın kümeleri ve araştırmacılar gibi) çeşitli oyuncuların arasında oluşan karmaşık bir etkileşim bağlamında betimlemeyi yeğliyor. Bunlar (yerel kadın örgütleri, devlet ve uluslararası kuruluşlar gibi) çeşitli jeopolitik uzamlar içerisinde —toplumsal siyasetten tutunuz, araştırmalara, sanata varana değin— farklı uygulamalar yoluyla işlevselleşti. Bu faillik (1950’lerde adalet bakanı olan, sonraları Solidarnosc’un[9] bir üyesi olarak konumlanan Zofia Wasilkowska gibi) bazı eylemcilerin değişken konumlarında da belirmiştir.

Polonya’da savaş sonrası kadın kurtuluşu hareketinde kazanılan başarıların çoğu, kadınların işi alanındaki uygulamalarla ortaya çıkmıştır. Bu uygulamalarla, kadınların üstündeki katmerli üş yükü azaltıldı; kadınların ekonomik zorlukların üstesinden gelmesine katkıda bulunacağı umulan üreme hakları devreye sokuldu. Kadın örgütleri boşanma davalarına, doğum iznine ve iş yasasına ilişkin çekişmelerde (zorunlu nafakalar, süresi uzatılmış doğum izni gibi değişikliklerin yapılmasını sağlama yolunda) önemli bir görev üstlendi. Kuşku yok ki boşanma hakkı, kadının işgücüne yaygın ölçekte katılması gibi kazanımlar; kadınları eşlerinden, sevgililerinden, dememiz o ki geleneksel cinsiyet rollerinden daha bağımsız bir konuma taşıdı.

Çağdaş liberal feministler (komünist eylemcileri “ana ataları” olarak tanıyıp baş tacı etmekten geri durarak) bu başarılara kayıtsız kalıyorlar, bu başarıları tanıma şansını kaçırıyorlar. Bu tutum onların daha farklı savaş alanlarıyla ilgili olmalarından kaynaklanmıyor. Gerçekte, Polonya’nın —Katolik Kilisesi’nin kamu siyaseti üstünde uyguladığı baskın etki altında biçimlenen— kadın kurtuluş mücadele tarihinin hem toplumsal hem de kültürel bağlamı, hem de kadın sorunlarını gündeme getirmeye yönelik potansiyel taktikler görece benzer yazgıyı paylamış durumdadır.

Doğrusu, komünist çağ feminizminin bu ayrımsız yadsınışının kökleri, 1989 sonrasında Polonyalıları[10] “iyi” ve “kötü” yurttaşlar olarak bölünmüş kümelere ayırmada önemli bir görev oynayan komünizm karşıtı siyasetteydi. Öyle ki, kuramsal bir yaklaşım ve toplumsal bir hareket olarak 1989 sonrasının feminizmi ideolojik ve entelektüel bir vakumun içinde boy atmış değildi. Gerçekte (1989 sonrası feminizminin) kurtuluşa ve kadınların eşitliğine ilişkin anlatıları, ana akım söylemleri yansıtıyordu. Feminizme yaygın olarak yöneltilen eleştiri, onun (siyasetinin —Sovyet tarzı kurtuluş geçmişi de içinde olmak üzere— dışarıdan alınma düşüncelerle beslendiği), Polonya’ya yabancı kaldığı doğrultusundaydı.

Bu yaftadan kaçınmaya çalışan bazı feministler, 1989 sonrası dönüşümün ana akım yurtsever anlatılarına bağlılıklarını açıktan duyurmayı, komünist geçmişle olası bağlarını da yadsımayı yeğlediler.

Bununla birlikte, son zamanların araştırmalarının (komünizmin mirasını feminist hareketlere yeniden kazandırmayı amaçlayan) soykütüksel yaklaşımı, kurtuluş yolculuklarının çok yönlülüğünü vurguluyor. Soğuk Savaş paradigması tarafından yaratılmış jeopolitik ve ideolojik sınırlarla kesişen eşitlik yollarına ışık tutuyor. Ayrıca, bizim, Doğu Avrupa’daki özgürleşme hareketleri için yapılan tüm tartışmalarda “Batı”yı asal nirengi noktası olarak alma eğiliminden uzaklaşmamıza katkıda bulunuyor ve bize Batı dışındaki bağlamlarla ilişkiler kurmamıza yarayan bir başlangıç noktası sağlıyor. Kadınların eylemliliğini yerine yeniden oturtursak, kıyıya itilmiş tarihsel perspektiflere —ve bizi hegemonya çerçevesinden ötelere götürecek kurtuluş yollarına koşabiliriz.

YAZAR

Magda Grabowska Polonya Bilimler Akademisi’nde bir sosyolog ve bir profesör. Doğu Avrupa’daki ve bütün dünyadaki kadın hareketlerinin tarihi üstünde çalışıyor.


[1] Sivil toplum kuruluşları. Kaynak metinde “NGO”.

[2] “Homo sapiens” kavramını çağrıştırma yolunda türetilmiş alaycı bir yafta. Sovyet türü insan, Sovyet insanı.

[3] Alametifarika.

[4] KM’de “foremother”: ana ata (kadın ata).

[5] Sözcük düzeyinde çevirisiyle “kadınların işi”; bir çeşit özerk kadın etkinlik alanı.

[6] Apolitik.

[7] Kaynak metindeki tümcenin “But before was there was no work…” kısmı, dizgi yanlışı olsa gerek, bozuk, anlaşılmıyor.

[8] “History” (tarih) ya da bu sözcüğü çağrıştıracak biçimde türetilmiş “his story” (erkek tarafından yazılmış tarih, erkek tarih) olarak değil “her story” (kadının kendi yazdığı tarih) olarak tarih. Kadın bakış açısıyla tarih. Alanda “feminist tarih yazıcılığı” anlamında kullanılan bir kavram.

[9] Solidarność veya Dayanışma (Lehçe: Solidarność, tam adı: Bağımsız Özyönetimli Dayanışma Sendikası — Niezależny Samorządny Związek Zawodowy Solidarność) 1980 ‘in Eylül ayında Polonya Halk Cumhuriyeti’ndeki Gdańsk Tersanesi işçileri arasında kurulan sendika. Ayrıntılı bilgi için: https://tr.wikipedia.org/wiki/Solidarno%C5%9B%C4%87

[10] “Poles” sözcüğünün “Polonyalılar” dışında “kutuplar”anlamı vardır. Metnin bu kısmında yurttaşların “iyi” ve “kötü” diye kümelendirilmesinden (başka bir anlatımla kutuplanmasından) söz edildiği için, sözcüğün hem Polonyalı hem de “kutuplar” olarak çift yönlü kullanılıyor olduğunu düşünebiliriz.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
https://devrimcidusun.org/wp-content/uploads/2021/04/1.png

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Devrimci Düşün Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!