Bir cumhuriyet savcısının, önce Yargıtay üyesi olarak atanması ve 10 gün içerisinde de Anayasa Üyeliğine seçilmesi ( pardon ! atanması), tek adam rejiminde siyasi iktidar ile yargı kurumları arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi örnekledi. Kuşkusuz, siyasi iktidarın yargıya müdahalesi olağan durum haline geldiğine örnek sayılan birçok olay gerçekleşti.
Siyasi iktidar; her alanda yaptığı gibi eğitim alanını da deneme tahtasına çevirdi. Doğrudan müdahale, eğitimin her aşamasında gerçekleşti. Tekçi otorite rejiminde bu olağan durumdu.
Olağan duruma uygun olarak burjuva siyasi iktidarın başı birçok üniversiteye rektörler atadı. Rektör atamada usulsüzlüğü alışkanlık haline getiren RTE hiç tereddüt etmeden önceden yaptığı gibi bu yılda Boğaziçi Üniversitesi Rektörünü atadı. Ama bu usulsüz atama yeni bir biçimde yapıldı. Bu defa Boğaziçi Üniversitesine Rektör olarak başka bir Üniversitede görevli profesör atandı.
Hatırlatmak gerekir ki; Boğaziçi Üniversitesinin önceki rektörü de RTE tarafından atanmıştı ve tabi ki, önceki Rektör de AKP çizgisinde idi. Ancak o Rektör; daha önce atanmış rektörler gibi okulun içinden bir öğretim görevlisiydi. Onun atamasına da tepki gösterilmiş olsa da sonrasında görevini sürdürmesi kabullenilmişti.
Şimdi ise Boğaziçi Üniversitesine rektör atanmasında; usulsüzlüğün çığrından çıkmış oluşu; öğrencilerin haklı tepkisinin dozunun artmasına yol açtı.
Üniversitedeki öğretim görevlilerinin, öğrencilerin eylemine desteğinin öncekilerden daha kararlı olması; atanan kişinin “dışarıdan” olmasını kabullenememe içgüdüsü olsa da bununla birlikte ve asıl neden; bugünkü iktidara karşı toplumsal muhalefetin mücadele ivmesinin yükselişinin sağladığı güvendir.
Bu noktada öncelikle belirlenmesi gereken; atamaya tepkisinde gerçek anlamda samimi olan kesimin devrimci, demokrat, sosyalist öğrencilerin olduğudur.
Burjuva muhalefet de usulsüz atamaya karşı bayrak açtı. Burjuva muhalefet kendi siyasi açısından doğru yerde durdu. Ama bu duruş; işin başka yanını es geçtiği için tek ayak üzerineydi; dolayısıyla eksikti.
Sorunun doğru anlaşılması için konuya şu soruyu sorarak başlamak gereklidir. Bir burjuva kendi mülkü olan iş yerine, alanında yetersiz yönetici ya da ustaya görev verir mi ?
Cevap açık; Hayır!
Burjuvazinin bu tavrının burjuva siyasasında da yön çizici olması gerekmez mi ? Tabi ki gerekir. Usulsüzlüğün çığrından çıkmasının burjuva devlet düzenini bozacak hadde geldiğini anlamış olacak ki; TÜSİAD yönetimi de bu tavrın gerekliliğini hatırlatmak ihtiyacı duydu. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara ilişkin yayınladığı basın açıklamasında TUSİAD; “Gençler zekâları, eğitimleri ve umutlarıyla ülkemizin geleceğidir. Boğaziçi Üniversitesi ve tüm üniversitelerde gençlerin sesine kulak vermeye, bilime, fikir özgürlüğüne ve uzlaşıya dayanan değerleri yaşatmaya odaklanmalıyız” çağrısı yaptı.
Kendi mülkü işyerine atayacağı yetersiz elemanın iş bilmezliğinin işletmeye zarar vermesi bir burjuvanın umurumdadır. Kuşkusuz burjuva devlete zarar verecek bir pratiğin burjuva siyasetçinin umurunda olması da kuraldır. Ama, Ülkemizde hemen her zaman, bir göreve atanan bürokratın yetersizliği ve iş bilmezliği nedeniyle devlete maddi zarar vermesi, siyasi iktidarı elinde bulunduranların umurunda olmadı.
Ülkemizde genel olarak burjuva siyasetçi; gelişmiş kapitalist ülkelerdeki burjuva siyasileri kadar devletin çıkarını ön plana alarak çalışmadı; devleti kendinin ve çevresindeki grubun çıkarı için kullandı; kullanıyor.
Hükümette veya yerel iktidarlarda tufeyli siyasetçilerin yer tutması; burjuva devlet kurumlarında; bürokratların atanmasında burjuvazinin tavrının zıddı bir tavır sergilenmesinin gerekçesidir.
İktisadi olarak geri ve emperyalizme bağımlı ülkelerde, burjuva siyasası; emperyalist ülkelerden farklı yapısal formda; o ülkenin iktisadi yapısına doğrudan bağlı özgün normda şekillendi. Bu yapıdaki ülkelerde burjuva siyasası tufeylidir. Tufeyli siyasi iktidar; yalnızca tufeyli siyasilerden oluşmaz; tufeyli siyasa, çevre tufeyli kadrolarla tümlenir. İktidar yalnızca saraydan ibaret değildir. Burçları ve surlarıyla bütünlük oluşturan kalenin varlığı; sarayın iktidarını sürdürmesinin güvencesidir
Tufeyli siyasinin derdi devlet işlerinin doğru yürütülmesi değil; yolsuzluk yapmak için kullandığı organizasyonun tahrip olmamasıdır. Bu yaklaşım genel ve toplumsal kabul görmüş durumdur. Bu tavrın aksine tavır gösteren siyasetçi “enayi” yaftası yer. Bu durum hem iktidar ve hemde muhaliflerin yadırgamadığı bir olgudur.
Kendi adamını bürokrat atama tavrı her siyasetçinin genel ya da yerel iktidara oturduğunda yaptığı bir işlem olduğu için burjuva muhalifler, yakınındakini atama eylemini ateşli eleştirse de bir süre sonra eleştirinin ateşi söner. Kimsenin “benim yoğurdum ekşi “ değil diyemiyeceği yerde muhalefetin bürokrat atamalarında usulsüzlük yapılmasına karşı katı ve köktenci eleştiri yapması söz konusu olamaz.
Zaten açıktır ki burjuva düzenin selameti için hazır ve nazır çoğu bürokratın eleştirisi de “neden ben değil de o tercih edildi.” yaklaşımı eksenine oturur.
Bugün Erdoğan ‘ın bürokrat atama sürecindeki tavrının benzeri eylemin, burjuva muhalefet partilerinin yönetiminde olduğu yerel iktidarlarda olmadığını aklı başında bir insan iddia edemez. Kuşkusuz ülkemizde bu siyasi bir alışkanlık; bu alışkanlığın süreklilik kazanmasında toplumun bu konuda tepkisiz kalışı ve hatta işleyişi olağan kabul edişinin önemi büyüktür.
Siyasi iktidarı ele geçiren siyasi kadronun yanında yedeklenen kadro da bürokrat olarak atandığında; görevinin, toplumun çıkarı için işi çekip çevirmek olmadığını bilir. Atanan bilir ki görevi, kendini atayan siyasetçinin çıkarlarına hizmet etmek doğrultusunda işi çekip çevirmektir. Dolayısıyla görevin muhtevasıyla ilgili kaygı duymaz. Atandığı görevi yapma yeterliliği olup olmadığı aklının ucundan geçmez. Tufeyli siyasinin esas amacı; devlet eliyle talan ve yolsuzluk sürecinde bürokratın emir eri olmasıdır. Atanan bürokrat da bu görevinin bilincindedir. Kuşkusuz durumunun bilincinde olan bürokrat; yalnızca kendini göreve atayan “ babanın” hayrına işi yürütmez; aynı zamanda kendi yararına faaliyet yürütme işinde de ustalaşır. Dolayısıyla atanan atandığı yere canın yongasıyla bağlanmış olur. Bürokratın “kendine yontma” olanağına sahip oluşu; sistemin işleyişini kolaylaştıran motor yağıdır.
Kuşkusuz bürokrat için görevden alınmak yok olmakla eş değerde olduğu için dişiyle tırnağıyla efendisinin eteğine sarılarak görevini yürütür. Siyasi aktörlerin çevresindeki kadroların vasfı; siyasi kadroların iktidar olduklarında “tekçi otorite” formunda davranmalarının zeminini oluşturan yapı taşlarından biridir. İktidardaki grup ve kişiye her koşulda hizmet verecek kapıkulunun varlığı; efendisinin iktidarının varlığı ve sürekliliği için olanaktır.
Burjuva cephesinde bu işleyişin olması kapitalizmin yapısal biçimlenişine uygun ve olağandır.
Bizim için olağan sayılmayacak olgu; burjuva siyasasının işleyiş normu ve kabulü olan bu durumun; sosyalist partilere, sendikalara, demokratik kitle örgütlerine de sirayet etmiş olmasıdır.
Söz konusu örgütlerde “demokrasi” söyleminin üzerini örttüğü “tekçi otorite” sistemi lokal ve mikro ölçekte yürürlüktedir. Bırakın hak edene hakkını teslim etmeği; hak edip etmediğini tartmaksızın, statü elde etmek uğruna çatışmak “demokrasi “ söylemini dilinden düşürmeyen çevrelerde de olağan haldir. Bireylerin bu zaafı ; örgütlerin çözülmesinin, zayıf düşmesinin nedenidir ve dolayısıyla bu örgütlerin bu hastalığa tutulması; temsil ettikleri toplumsal kesimin siyasi iktidara karşı mücadelesine sekte vuracak önemdedir.
Bu durum; diktatörlerin hükmünün sürmesinde; en az iktidarın çevresindeki burjuva sınıf örgütleri kadar, muhalif ( burjuva, küçük burjuva sosyalist) örgütlerinde sorumluluğunun olduğunun verisidir.
Kuşkusuz insanın emeğiyle hakettiğine ulaşmak için çaba sarf etmesi değerlidir. Ama hak sorununda diğer değerli tavırda hakeden insanın hakkını teslim etmek için verilmesi zorunlu çabadır. Sosyalist vasfı, söylemle sınırlı olmayan; pratiği, söyleminin ifadesi olan insana has davranıştır bu.
O halde kendimize sormamız gereken soru şu; Yakın çevremizde, içinde bulunduğumuz organizasyon içerisinde, kendine bir görev verilmek istendiğinde; “ bu görevi benden daha iyi şu kişi yapar” diyecek kadar hakkaniyet sahibi insan gördük mü?
Elli yıllık örgütlü pratiğim üzerinden yanıtım açık ve net; Çok nadir tanık oldum.
Göz önünde gerçekleşen sorunları çözmek için, soruna ilişkin üstü örtülen düğümü fark edip çözümüne yönelik adım atmak elzemdir.
Bugün öğrencilerin haklı mücadelesini desteklerken ikiyüzlü olmak istemeyenlerin yapması zorunlu bir görev var. Bulunduğumuz çevrede hak arama mücadalesini; hak edene hakkını teslim etme çabasıyla tümlemek.
Bu tavır; bir sosyalistin, bir burjuva siyasetçi ile aynı karakterde olmadığını ortaya çıkaracak turnusol kağıdı pratiktir.