1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. PKK, Süreç Ve Barış Sorunu Üzerine

PKK, Süreç Ve Barış Sorunu Üzerine

Bu yüzyılın işçileri, gençleri, devrimcileri olarak barış sorunun nasıl ortaya koyulması gerektiğine ilişkin yeterli tarihsel tecrübe, somut veri ve ideolojik netliğe sahibiz. Genel bir kavram olarak barış ortaya atıldığında genellikle durum, kitlelerin duygularının sonuna kadar sömürülmesine, özgürlük ve eşitlik gibi arzularının kullanılarak ezilen sınıf ve ezilen ulus çıkarlarının sümen altı edilmesine, yığınların sermaye sınıfının diktatörlüğünün ve sömürü düzeninin kabüllendirilmesine ortam hazırlıyor. Oysa genel olarak öylece kendi başına sınıflar üstü bir barış yok!

25 Şubat tarihli Öcalan imzalı bir açıklama ‚tarihi açıklama‘ denilerek belkide hak etmediği bir pozitif anlam yüklenmeye çalışılarak DEM Partili Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk aracılığıyla kamuoyuna sunuldu. Öyle ki İstanbul ve Diyarbakır  başta olmak üzere bir çok kentin meydanında açıklamanın okunduğu an canlı olarak yayınlandı.

Ne var ki sözkonusu açıklama Kürt kitlelerde de, diğer halk kitlelerinde de pek bir heyecan yaratmadı. Heyecan yaratmadı yaratmasına ancak özellikle Kürt halk kitlelerinde ve ilerici, devrimci kamuoyunda ciddi bir endişe yarattı. Açıklamayı mütakiben PKK’nin ateşkes ilan ederek Öcalan’ın tespitlerine katıldıklarını ve gereğini yapacaklarını duyurmalarının hemen ardından önder kadrolarının tasfiyeyi onaylayan minvaldeki yazıları gidişat konusundaki karmaşayı büyüttü. Daha sonra bu süreç silah bırakma ve fesih ilanına kadar vardırıldı.

Öcalan eliyle ilan edilen süreci doğru anlamak, PKK’nin tutumunu kavramak ve Orta Doğu’daki gelişmeleri öngörebilmek için Kürt Ulusal Hareketi’nin ideolojik hattına ilişkin bir çerçeve çizmemiz gerekir.

PKK, çıkışı itibariyle o dönem coğrafyada yükselen Marksist-Leninist ideolojiden çok ciddi biçimde etkilenmiş, yapısal örgütlenişini de Leninist biçimde gerçekleştirmiştir(en azından Leninist şekilde örgütlendiğini ilk tüzügünde belirtmiştir). İlk önder kadrolarının hemen hemen hepsi dönemin 68 kuşağı örgütlerinde aktif olmuş ve dönem kadroları genel olarak dünyadaki 68 kuşağı hareketinden etkilenmiştir.

Sosyalizmle ideolojik olarak ilişkilenişleri en belirgin olarak örgütün adında, (o dönemki) bayrağında, tüzüğünde ve (ilk) stratejik yöneliminde açıkça görülmektedir. 60’lar, 70’ler, 80’ler, 90‘lar boyunca Kuzey Kürdistan’da hakim olan üretim ilişkisi feodal ve yarı-feodal üretim ilişkisi olduğunu dikkate alarak ilk mücadele yıllarında propagandasını temel olarak feodal otoritelere ve hakim ulus devletine karşı bir savaşım etrafında birleşme çağrısı ve bağımsızlık üzerine oturtarak örgütün ismini Kürdistan İşçi Partisi koymuşlardır. Bu PKK‘nin sosyalizm ile ilişkilenişinin bir ifadesi, tezahürü olarak ortaya çıkmış bir gerçekliktir.

Kuruluşu ve kendini ilk ortaya koyuşu bugünki gerçekliğinden elbette çok farklıdır. Çıkışı itibariyle teorik düzlemde Marksizm-Leninizm savunusu yaparken stratejik olarak Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan hedefi koyan PKK, esas mücadele biçimini silahlı mücadele, esas örgütlenme biçimini de illegal örgütlenme olarak belirlemiştir.

Kurucu kadrolarının önemli bir kısmını çok erken kaybeden PKK, ideolojik ve örgütsel önderliği Öcalan’ın ele almasıyla birlikte çıkış değerlerinden ciddi bir kopuş yaşamaya başlamıştır. Özellikle SSCB’deki geri dönüşün ardından Marksizm-Leninizmin, sosyalizmin ve bağımsızlıkçılığın reddiyesi bizzat Öcalan tarafından teorileştirilmiştir.

Diyalektik materyalist düşünme ve değerlendirme tarzından yoksun ortaya atılan teoriler bilimsellikten uzak olmasına karşın Öcalan’ın şahsı tarafından dillendirildiğinde sorgusuzca kabul gördü, görüyor. Başka birisi söylediğinde dikkate dahi alınmayacak olan kavramsallaştırmalar, ‚tek-yüce-ebedi önder‘ tarafından söylendiğinde felsefi derinlik arayan tefsirciler ve türkçeden türkçeye tercümanlar tarafından ‚aslında şunu demek istiyor, esasında bunu diyor‘ mukavilinde övüle övüle göklere çıkarıldı,çıkarılıyor.

Öcalan’ın nevi şahsına münhasır da olmayan sentez teorileri, -bağımsızlıkçılığın karşısına koyduğu ‚konfederalizm‘ gibi savlarla ayyuka çıkan daha sonrada ‚demokratik toplum‘ veya ‚demokratik toplum sosyalizmi‘ olarak nihayetlenen tüm teorileri- aslında ulusal sorunun asıl -sınıfsal- özünü ve devrimci çözümünü öteleyen teorilerdir. Bundandır ki gelinen aşamada dünyanın en büyük askeri ve finansal gücüne sahip ulusal hareketi olmasına karşın stratejik hedefi de bunun tam tersi bir küçüklüktedir. Çıkışında önüne koyduğu bağımsızlık ve sosyalizm hedeflerinin yerini,-Öcalan’ın ideolojik önderliğiyle kuruluş değerleri sürekli tahrip edilerek- ilhakı koşulsuz, şartsız kabule ve (özyönetimden kültürel özekliğe, anadilde eğitimden, tam bir Kürtçe serbestisine varıncaya değin)her türden ulusal talebin reddiyesine kadar vardıran bir ‚demokratik toplum‘ ve ‚Türkiye’nin demokratikleştirilmesi‘(esasında T.C sermaye devletinin demokratikleştirilmesi) hedefleri almıştır.

Böylesi bir çizgi elbette sorunu devrimci bir tarzda ve hatta sermaye devletinin faşist otokratik yapısı da göz önünde bulundurulduğunda burjuva demokratik bir tarzda dahi çözecek, emekçi sınıfı ve halk kitlelerini tüm siyasal süreçlerin öznesi haline getirecek kudretten yoksundur! Böylesi bir kudretinin olmadığı  bugünlerde çok daha net bir biçimde görülmektedir de!

Ulusal sorunu, burjuva devrimleri ve sınıflı toplumlar tarihi gerçeğini dikkate almadan ortaya koyan, sorunun burjuva devrimler çağına mahsus bir sorun olduğunu kavramayan, doğallığında sorunu her gün güncelleyen, büyüten ve yeniden üreten egemen sınıf devlet gerçeğini bilince çıkaramayan hiçbir anlayış, sorunun çözümüne dair sonuç alıcı stratejik ve taktik tespitler ortaya koyamazdı! PKK de marksizmden ve diyaletik materyalizmden uzaklaştığı oranda sonunun koyuluşundan ve çözümünden uzaklaştı, her yeni stratejik konumlanışı bir öncekinin gerisinde oldu.

Ne var ki PKK‘nin ulaştığı maddi(insan, finans, savaş araç-gereçleri vb) güç ve politik-pratik (Türkiye, Suriye, Irak, İran ve Avrupa’ya kadar) etki alanı giderek büyüyünce örgütsel varlığı kadar teorik önermeleride başta Kürt küçük burjuva aydınları olmak üzere, Kürt kitleleri ve küçük burjuva devrimciler de dahil geniş kesimler üzerinde yadsınamayacak bir etki yarattı, yaratıyor.

Nicel örgütsel ve askeri gücünün yanısıra kitleleri harekete geçirebilme kabiliyetine duyulan hayranlık, onun ideolojik ve örgütsel niteliğini maskeledi. Kimileri bu maskenin ardını göremedi, kimileri görmek istemedi, kimileri de gördüğünü söylemeye cesaret edemedi… Bugüne gelinmesinde bu körlüğün ve korkaklığın payı olduğu kadar geçen yıllar içinde ifşa olduğu kadarını bildiğimiz örgüt-içi şiddet olaylarınında payı büyüktür.

Sonuç olarak PKK kurucu değerlerinden vazgeçtiği onlarca yıl boyunca varlığını, silahlı-silahsız, legal-illegal bütün mücadelesini ve tüm gücünü stratejik olarak sermaye devletini uzlaşma çizgisine çekmek üzere kullanan reformist bir harekete dönüştürdü. Bu nedenlede sermayenin sınıfsal ve/veya ulusal tahakkümünü ortadan kaldırmak gibi devrimci ödevleri öteliyor, sınıfsal ve ulusal boyunduruğu burjuva hümanizmi ve Öcalan’ın kavramsallaştırmalarıyla kabul ediyor ancak ‚Türkiye’nin demokratikleşmesi‘ adı altında -onunda altını tam olarak doldurmadan, demokratikleşmeden kasıtlarının ne olduğunu, mahiyetinin ve çerçevesinin ne olduğunu tam olarak ortaya koymadan- ulusal boyunduruğun biraz gevşetilmesini istiyor.

PKK’nin kuruluş değerlerini savunduğu birkaç yıl dışındaki tüm süreci stratejik hedefinin sürekli küçültüldüğü bir seyir izledi. Bu seyirde ilk stratejik hedef Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan olarak belirlendi, daha sonra  federalizmden, eyalet sisteminden, konfederalizmden, özyönetimlerden en son Öcalan’ın mektubuyla ezen ulus devlet sınırlarının ve ulusal boyunduruğun koşulsuz, şartsız kabulüne ve örgütün feshine kadar minimalize oldu.

Kuşkusuz PKK’nin bugün izlediği çizgiye kadar gerilemesindeki neden, kuruluş değerlerinden ve ilk stratejik hedefinden kopmasını koşullayan hakim ulus devletiyle uzlaşıyı paradigmasının merkeze koyan ideolojik savrulmadır. Bu ideolojik savrulmanın teorik mimarı da bütün bir örgütün ‚irademiz‘ dediği, ‚önderlik‘ olarak adlandırdığı Öcalan’dır!

ÖCALAN’IN MEKTUBUNUN MUHTEVASI

Okuyan herkesin gayet net olarak anlayacağı yoruma kapalı ve sade bir dille yazılmış olan açıklamanın PKK’nin ve silahlı mücadelesinin tasfiyesi olduğu herkesin mâlumu. Ancak açıklamanın kendi içinde bir mantık kuramadığı dahası kendiyle çeliştiğini görmek için metin içinde yer verilen bazı noktalara değinmekte fayda var.

‚Barış ve demokratik toplum çağrısı‘ başlığıyla yayınlanan açıklamada; ‚PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur.‘ deniliyor.

Burada PKK’nin kurulduğu süreçte dünyadaki ve ülkedeki nesnel durum tasvir ediliyor. Tasvirin en can alıcı noktası ‚Kürt realitesinin inkarı‘ ve ‚özgürlükler konusundaki yasaklar’ kuruluşun gerekçeleri olarak ifade ediliyor. Evet ‚Kürt realitesinin inkarı‘, ‚özgürlükler konusundaki yasaklar‘ PKK’nin çıkışında etkisi olan durumlardır -ki bu durumlar bugün de geçerlidir- ancak PKK kuruluş ilanında varlık ve mücadele nedenini nasıl ortaya koyduğu, stratejik hedefini ne olarak belirlediği (yukarıda da değindiğimiz üzere) herkesin malumudur.

Yinelemek gerekirse PKK kuruluşuyla birlikte, Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan kurmak amacıyla faaliyet yürüteceğini ilan etmiştir. Metindeki bu ilk paragrafla hem PKK’nin kuruluş değerleri ve varlık nedeni gözden kaçırılıyor hemde ‚Kürt inkarı’nın ve ‚özgürlükler konusundaki yasakların‘ sona erdiği  yada yakın zamanda sona erdirileceği imâ edilerek gerçek dışı bir algı yaratılıyor.

Devamla fesih; ‚Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.‘ şeklinde gerekçelendiriliyor. Açıklamaya göre feshin gerekçeleri ‚real-sosyalizmin çöküşü, kimlik inkarının çözülüşü ve ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler’dir. Real-sosyalizmin çöküşü olarak belirtilen geri dönüşler feshin uluslarası alandaki gerekçesi, ‚kimlik inkarının çözülüşü ve ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler‘ ise ülkedeki nesnel gerekçe olarak sunuluyor.

Real-sosyalizmin çöküşü ulusal mücadelenin önünde nasıl bir engel teşkil etmektedir? Ülkede sermaye devleti ‚Kürt inkarını‘ gerçekten çözmüş müdür? İfade özgürlüğü dahil temel ve hak ve özgürlüklerde ne gibi bir iyileşme olmuştur ki?

‚Tarihi çağrı’da sermaye devleti sözcülerinin her dönem dillerine pelesenk ettikleri ‚bin yıllık kardeşlikten‘ bahsediliyor ve hikmeti kendinden menkul ‚demokratik toplum‘ ihtiyacından bahsediliyor. 

Çağrıda Öcalan ‚Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin; güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır.‘ tespiti yapıyor. Bugün insan hakları savunucularından, avukatlardan burjuva muhalefetin tüm partilerine -DEM ve önceli HDP’de dahil- kadar devrimci ve politik arenanın önemli figürlerinin birçoğu zindanlardayken ‚demokratik siyaset kanalları‘ açılmış olmasından söz edilebilir mi? Yada otokratik bir rejim inşa edenlerin böyle bir kanal açacaklarına çeyrek asırlık tecrübeden sonra halen inanıyor olabilir mi birileri?

Diğer yandan çağrıda bağımsızlık talebi ‚aşırı milliyetçi savruluşun zorunlu sonucu‘ olarak yaftalanarak bağımsızlık dahil tüm ulusal talepler reddedilerek ‚Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.‘ deniliyor.

52 Yıllık mücadelenin sonucunda Öcalan’ın soruna getirdiği çözüm ise çağrıdaki kendi ifadesiyle tam olarak şöyle: ‚Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür.‘

Kürt işçileri, yoksulları ve ulusu adına tek bir somut talebin olmadığı, geçmişindeki en altı çizilesi doğrularının da yadsındığı ve hatta hata olarak sunulduğu çağrı metninin sonunda Öcalan‚ ‘…devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.‘ direktifi veriyor.

Çağrının ardından kamuoyunda PKK’nin çağrıya uyup uymayacağı konusunda hararetli tartışmalar yürütüldü. Ancak sonunda beklenen oldu ve PKK, Öcalan’ın direktifini yerine getirdi. PKK, 5-7 Mayıs tarihleri arasında 12. Kongresini topladığını, fesih ve silah bırakma kararı aldığını duyurdu.

Geçtiğimiz günlerdede Öcalan’ın kongreye yolladığı 21 sayfalık belge ‚perspektif‘ adıyla kamuoyuyla paylaşıldı. ‚Öcalan’ın yeni paradigması‘ olarak sunulan ‚perspektif‘ belgesi de çağrı metninde olduğu gibi Öcalan’ın sınıflar mücadelesinin reddine, sınıfsal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin gereksizliği üzerine kavramsallaştırmaları, T.C sermaye devletiyle PKK’nin ve Kürt halkının bütünleştirilmesi temeline oturtulmuş.

(…)

‚SÜREÇ’E İLİŞKİN

Kuzey Kürdistan’daki ve tüm bölgedeki milyonlarca Kürt halkı ve topyekün olarak Kürt ulusunun kaderinin ve bir örgütün ideolojik, stratejik, askeri ve politik çizgisinin -içeride yada dışarıda olsun- tek bir kişinin tasarrufunda olmasının savunulur hiçbir yanını göremiyoruz. Bu durumun  demokratikte olmadığını düşünüyoruz. Şefçiliğin, ulu önderliğin, yüce önderliğin ve her türlü tekçi örgütlenme ve düşünme modelinin reddedilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

(…)

Adı dahi konulmayan, devlet efradının ‚terörsüz Türkiye‘ dediği, DEM Parti ve reformist cenahın ‚süreç‘ dediği Öcalan’ın çağrı metniyle kamuoyunun duyduğu sürecin yürütülmesine ilişkin yol ve yöntemlerin doğru olmadığını düşünüyoruz.

Yarım asırlık varlık ve savaş sürecinin birinci dereceden yükünü taşıyan, bedelini ödeyen, halen ödemekte olan Kürt halkına tek kelime söz hakkı dahi tanınmamıştır! ‚Demokratik toplum’dan ve ‚demokratik toplum sosyalizm’inden bahsedenlerin aklına Kürt kitlelerini sürece dahil etmek, onlara sözlerini söyleme fırsatı vermek gelmemiştir. Kendilerini temsilciler düzeyinde gören taraflar arasında ‚birilerinin birileri adına iş gördüğü‘ burjuva yöntem esas alınmıştır.

Kürt halkı ve ulusu adına ortaya ulusal boyunduruğu hedef alan ilerici somut talepler konulmadığı gibi, sermaye devleti de pratik tek bir adım atmamışken fesih ilanının tek taraflı bir vazgeçiş niteliği taşıdığını düşünüyoruz.

(…)

Otokratik rejimin ve Öcalan eliyle sözkonusu ‚süreci‘ devreye sokmasının bölgedeki gelişmelerle doğrudan ilişkili olduğunu görüyor, ABD-İngiltere emperyalist bloğu ve siyonist İsrail’in Orta Doğu’da işlettikleri ‚süreçle‘ bağlantılı olduğunu anlayabiliyoruz. Zira siyonist İsrail, ABD-İngiltere bloğunun doğrudan, (Kürecik Radar Üssü veri paylaşımları vb biçimlerde) dolaylı olarakta NATO ve Türkiye’nin desteğiyle İran’ı vurmaya başladı.

ABD-İngiltere’nin bölgedeki planları ve İsrail’in üstlendiği rol ekseninde T.C sermaye devletinin Suriye’deki gibi İran’da da üsteleneceği görevler olduğu ve İsrail’in sınır güvenliği için (Suriye sınır hattı boyunca) Kürtlere ihtiyaç duyduğu aşikar.

Ve yıllardır bölgede Kürt siyasal aktörlerinin ABD-İngiltere ile çok yakın ilişkide olduğu ve bu emperyalistlerin bütçelerinden (YPG örneğinde olduğu gibi) açıkça pay ayırdıkları, askeri savaş araç-gereç vb desteği verdikleri, ‘müttefik’ olarak adlandırdıkları gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda PKK’nin feshinin arka planının görünmeyen çok önemli bir yanı da daha iyi anlaşılacaktır.

(…)

Öcalan’ın ilk çağrı metninde ve sonrasındaki ‚perspektif‘ belgesinde ortaya koyduğu ‚paradigma’sındaki kavramsallaştırmalarında ve argümantasyonunda görüldüğü üzere sosyalizmle uzaktan yakından ilgisi olmayan görüşlerinin başına demokratik sıfatı sonunada sosyalizm ekleyerek revizyonizmini derinleştirmeyi süredürecek.

Burada bizi ilgilendiren mesele Öcalan’ın reviyonizmi değil, onun revizyonist görüşlerinin Kürt siyasal örgütleri ve aktörleri aracılığı ile geniş halk kitlelerine yedirilmeye çalışılması, bilimsel sosyalizmin itibarsızlaştırılmaya çalışılmasıdır.

Elbette her koşulda dosta ve düşmana karşı ideolojik mücadeleyi asla elden bırakmayacağız. Devrimci bir merkez binbir cepheden yağan ideolojik saldırı oklarına karşı tüm ideolojik mücadelenin derli toplu ve bir merkezden yürütülmesi açısından çok önemlidir.

(…)

PKK, 52 yıldır bölgede kendini varedebilmiş, Kürt varlığını, Kürt ulusal realitesini sermaye devletine illegal örgütlenme ve silahlı mücadele esaslarına dayanarak kabul ettirebilmiştir. Bu yönüyle yarım asırlık politik, askeri, tarihsel ve ideolojik bakımdan olumlu-olumsuz derslerle dolu bir miras yaratmıştır. PKK’nin savaşmasına yada savaşı sonlandırmasına veyahut başka bir mücadele yöntemine geçmesine ancak PKK karar verir. PKK’nin örgütsel varlığına ve geleceğine ilişkin tasarruf tamamen PKK’nindir. Bu konuda PKK’ye akıl vermek bizim işimiz de, haddimiz de değildir. Ancak duruma ilişkin görüşlerimizi bildirmek, kendi yönelimimizi ortaya koymak hakkımız ve sorumluluğumuz var.

Bu yazıda belirttiğimiz görüşlerin bu minvalde değerlendirilmesi gerekir.

Biz, ulusal sorunun özünde sınıflı toplum gerçeğinin olduğunun farkındayız. Ulusal sorunun sınıflı toplumlar tarihiyle birlikte doğduğunun farkındayız. Biz tüm ezilen sınıfların ve ezilen ulusların kurtuluşunun bilimsel sosyalizmle mümkün olabileceğini savunuyoruz. Marksizm-Leninizmin ideolojik rehberliğini yitirerek sınıfsal kurtuluşu ve ulusal kurtuluşu öteleyenlerin ulaştığı nicel güç ne olursa olsun, varacakları sonuç asla gerçek bir kurtuluş olamaz! Dünya tarihi bunun böyle olduğunun en somut kanıtıdır.

BARIŞ ÜZERİNE

Bu yüzyılın işçileri, gençleri, devrimcileri olarak barış sorunun nasıl ortaya koyulması gerektiğine ilişkin yeterli tarihsel tecrübe, somut veri ve ideolojik netliğe sahibiz. Genel bir kavram olarak barış ortaya atıldığında genellikle durum, kitlelerin duygularının sonuna kadar sömürülmesine, özgürlük ve eşitlik gibi arzularının kullanılarak ezilen sınıf ve ezilen ulus çıkarlarının sümen altı edilmesine, yığınların sermaye sınıfının diktatörlüğünün ve sömürü düzeninin kabüllendirilmesine ortam hazırlıyor. Oysa genel olarak öylece kendi başına sınıflar üstü bir barış yok!

Barış sözkonusu olduğunda ilk olarak soruyoruz: kimlerle kimlerin barışı?

Ezilen ulusun işçileri hakim ulusun sermaye devletiyle bir barışa çağrılıyorsa, ezilen ulusun işçileri ezen ulusun sermaye sınıfının diktatörlüğü ile barışa çağrılıyorsa, Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı için gerekli koşullar taciz altındayken ezilen ulus işçilerine ve diğer tüm (ezilen) ulus bileşenlerine kendini ifade etme hakkı tanınmaksızın bir tercihe zorlanıyorsa böylesi bir ‚barış‘, gerçekten adil ve demokratik bir barış değildir!

Ezen sınıf ile ezilen sınıflar arasında her türlü ‚barışı‘ ideolojik ve ilkesel olarak reddediyoruz. Çünkü patron ile işçi arasında bir barış, sahip ile köle arasında bir barış son tahlilde ezilen taraf açısından hiçbirşey değiştirmeyecektir. Ezenler ile ezilenler arasında bir ‚barış‘, ne kadar allanıp pullanırsa allanıp pullansın son tahlilde ezilen tarafın teslimiyetinden başka anlama gelmez. Kapitalizm koşullarında,ezilen taraf sömürülmeye ve sermaye sınıfının diktatörlüğü altında boyunduruğu sevdirilmeye çalışılarak köleleştirilmeye devam edilecektir.

Gerçekten savaşsız ve barışçıl toplumsal koşullar ancak daha yüksek ve nitelikli bir dizi devrimci savaşımların sonucu olarak siyasi iktidarın alınmasıyla kazanılabilir.  

Sermaye sınıfının diktatörlüğü sürdükçe toplumsal barış, yalnızca bir yalandır! Sınıflı toplum varoldukça, ezenler ile ezilenler arasındaki her barış çağrısı ezilenlerin eşitlik, özgürlük ve adalet arzularının istismarıdır.

Nihai bir barış için, siyasi iktidarın zaptı! Bu ezilen sınıf ve ezilen uluslar için gerçeğin en yalın ifadesidir. Eşit, adil ve demokratik bir barış için coğrayamızdaki tüm işçilere, gençlere, devrimcilere düşen görev sınıf mücadelesini yükseltmek için örgütlenmek, devrimci mücadeleye omuz vermek olmalıdır.

Ezilenlerin arzularının ve özlemlerinin istismar edilmesine, aldatılmalarına izin vermemek, gücün ve enerjinin devrimci bir merkezde toplanması için, sınıf mücadelesinin ivme kazanması için çalışmak, işte gerçek toplumsal barış için günün omuzlarımıza yüklediği devrimci görevler bunlardır.

https://devrimcidusun.org/wp-content/uploads/2021/04/1.png
Giriş Yap

Devrimci Düşün Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.