Parlamenter Muhalefet ve/veya Kendiliğindenci Kitle Hareketi Süreci Tersine Çevirebilir Mi?

Dünyanın neresinde olursa olsun, işçi sınıfının ve halkların çıkarlarından burjuva siyasi iktidarlara ve emperyalistlere taviz vermeyecek olan tek ideoloji proleterya ideolojisi, tek örgüt işçi sınıfının örgütüdür. Çünkü esasta karşı karşıya olan iki cephe, iki dünya vardır: proleterya ve burjuvazi. Burjuvazinin ideolojiside, devletide, siyasetide, partileride esasta bizim tüm çıkarlarımıza düşmandır! Burjuvazinin ideolojisine, kurumlarına ve siyasetine bel bağlayanların sonu hüsrandır! Kemalizmden siyasal islama burjuva diktatörlüğünün 100 yıllık açmazı ortadadır!

featured

Türkiye’de kitleler Gezi Direnişi’nden sonra birkez daha sokaklarda hükümeti ve onun otoriter uygulamalarını protesto ediyor. Kitlelerde biriken ve sokağa taşan hoşnutsuzluk o kadar güçlü ki, devletin kurucu resmi ideolojisinin ‚bir numaralı savunucusu‘, parlementer siyasetin baş figuranlarından CHP’yi bile sokağa çıkmaya, sokağa çağırmaya mecbur bıraktı.

Bundan sonra ne olacak? Bu hoşnutsuzluk gösterileri hükümete geri adım attırabilir mi? Parlamenter muhalefet, ulusalcı veya sol reformist akılla hükümeti ve esasta Erdoğan’ı alt etmek mümkün mü?

Bütün bu soruların cevabını verebilmek için devleti ve yapısını, resmi ideolojideki tahrifatı, uluslararası gelişmeleri, Orta Doğu’daki süreci, dengeleri ve Orta Doğu’da AKP-MHP hükümetinin üstlendiği görevleri kavramak durumundayız. Parçanın diğer parçalarla ilişkisini, parçanın bütün içindeki durumunu ve parçanın bütüne ve bütünün parçaya etkilerini masaya yatırmadan doğru bilimsel tespitlerde ve öngürülerde bulunmak olanaksızdır. Bu nedenle kısa kısa da olsa, belirleyici konulara değinerek tabloyu daha belirgin hale getirmeye çalışalım.

*****

    I. Devletteki Değişim 

Kurulduğu günden bu yana T.C devletinin niteliğinde birden çok bakımdan gözardı edilemez değişimler gerçekleşti. Başlarda yarı feodal üretim ilişkileri alt yapıda belirleyiciydi. Hakim sınıflar ise büyük toprak ağaları ve küçük ticaret çevreleriydi.

Bağımlı ve doğallığında çarpık gelişen kapitalizm, uzun ve sancılı yıllar sonunda üretim ilişkilerinde iç-başkalaşıma neden olmuş, belirleyici olan üretim ilişkisi -80’lerin ortalarında, özellikle 90’larda ve izleyen yıllarda gözle görünür biçimde- değişmiş bunun dogrudan sonucu olarak toprak ağaları sınıfı tasfiye olurken, Sovyetler Birliği ve Çin’deki geri dönüşlerle globalleşen ve griftleşen ekonomik ilişkiler dünyada çokuluslu tekellerin hakimiyetini koşulladı(böylece neo-liberalizm için en ‚uygun‘ varolma/uygulanma koşullarıda ortaya çıktı)   ve çokuluslu tekellerin paçalarına tutunan ticaret çevreleride süreç içinde işbirlikçi tekelci sermaye sınıfına evrildi.

Bu değişimler ve emperyalizmle sermaye devleti arasındaki ilişkilerin gelişen-derinleşen boyutu, emperyalist bloklar arası çelişki ve bunun siyasal iktidara sağladığı ‚avantajlar‘, ülkedeki siyasal dengeleri ve meseleleri değerlendirirken göz ardı edilemez rasyonal bir takım sebeb-sonuçlar yaratmıştır.

*****

Devletin sınıfsal, yapısal ve siyasal niteliğini doğru olarak ortaya koyamayan, onun faşist karekterini, örgütleniş biçimini ve işleyişini anlayamayan, onu tanımlamaktan çekinen dahası onu kutsayan ve onun(devletin) ‚âli‘ çıkarları için, (devletin)‚bekâsı‘ için tüm faşist politikalarına ve şeyleri yeniden biçimleme çalışmalarına karşı tumturaklı bir tutum takınan muhalif düzen partileri/siyasetçileri sıranın kendilerine hiç gelmeyeceğini düşündüler.

Türk ırkçılığını sermaye devletinin temel ve en meşru ideolojik-politik argümanı sanan ırkçı Ümit Özdağ’dan, sermaye devletini ‚demokratikleştirmeye‘, Kürt halkı ile ‚devleti bütünleştirmeye‘ ve defaatle ‚barış süreçleri‘ adı altında devletle masaya oturmaya, uzlaşmaya çalışan Kürt siyasal hareketlerinden, kurucu resmi ideolojinin yegane temsilcisi olduğunu ve bunun kendini korumaya yeteceğini sanan CHP’den sendikaları kariyerist politik ve maddi çıkarların aracı haline getirenlere, o düzen-içi partiden ayrılıp bu düzen-içi partiyi kurarak Meclis’e kapak atmakla dünyayı değiştireceğini sanan reformistlerden gerçekle ilgisini alakasını kesmiş, özeleştiri silahını kaybetmiş, doğruluşun devrimci anahtarlarını bulamayan küçük burjuva devrimcilerine kadar hemen hemen tüm kesimler herşeyden önce kendi ideolojik yanılgılarının ve politik öngürüsüzlüklerinin kurbanı oldu.

*****

      II. AKP’nin Sermaye Devletini Restorası

İlkin belirtmek gerekir ki, T.C sermaye devleti tarihinin hiçbir kesitinde gerçekten bağımsız olmadığı gibi tek bir gün bile burjuva demokrasisini tanımamıştır. Resmi ideolojisinden kurumsal örgütlenişine kadar bütün bir varlığı burjuva demokrasisini tanımaya ve uygulamaya elverişli de değildir.

Burjuva demokrasisine dair tek emare olan -burjuva demokratik bir ilke olarak- güçler ayrılığı ilkesi ve bu ilkenin örgütlenişi AKP döneminde yerle bir edilmiş, yasama-yürütme-yargının yanısıra, kolluk içindeki muhalif klikler tasfiye edilerek bütün kolluk güçleri yeniden dizayn edilmiş, özellikle TSK yeniden biçimlendirilmiş MSB adıyla ve-TSK’ya bağlı olan ve olmayan MİT dahil tüm- istihbarat örgütleriyle birlikte doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlanmıştır.

-Bunlara ek olarak geçtiğimiz günlerde kurulan Siber Güvenlik Başkanlığı gibi siyasi iktidarın korunması-sürdürülmesi bakımından birincil derecede önem arz etmeyen birçok kurum dahi yine doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlanmıştır.-

*****

Tüm güçlerin tek elde toplandığı bu tipte bir otokratik devlet örgütlenişi ve işleyişi, elbette temel hak ve özgürlüklere saygı duymuyor, barışçıl mücadele yöntemlerini kriminalize ediyor, düzen partilerine dahi görünür-görünmez sınırlar çiziyor, toplumsal yaşam alanından kişisel yaşam alanlarına, siyasal ortamdan toplumsal öznelere kadar herşeyi belirlemeye, biçimlemeye çalışıyor.

*****

AKP ve onun şefi Erdoğan, iktidara geldiği günden bu yana stratejik olarak aralıksız biçimde adım adım biçimleme politikalarını hayata geçirdi, geçiriyor. Hem devletin kurumsal örgütlenişini, hem resmi ideolojiyi hemde parlamenter siyasayı biçimliyor. Bu biçimleme politikalarını hayata geçirirken süreçlerin en az dirençle ve en az zorlukla aşılması için eş-zamanlı taktikler geliştiriyor.

AKP Buralara Nerelerden ve Nasıl Geçerek Geldi?

Bu soru dünle bugün arasındaki ilişkiyi anlamak, AKP’nin hareket tarzını kavramak, ulusal ve uluslararası düzlemdeki sebeb-sonuç ilişkilerini açığa çıkarmak ve yarınlara dair en gerçekçi öngörüyü yaratmak için önemli. Bu soru aynı zamanda konumuzu ele alırken yazının başından beri 100 yıl öncesine gidiş gelişlerimizin nedeni olan diyalektik düşünmeninde anahtarıdır.

Şimdi başlıklar altında kısaca AKP‘nin bugünlere nerelerden ve nasıl geçerek geldiğine bakalım.

  • Avrupa Birliği Üyeliği Masalları, Uluslarası Sermayeyi ve İşbirlikçi Tekelci Sermayeyi İdare Etme Taktikleri

*****

  • Türkiye Devrimci Hareketine Vurulan Darbeler

AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de küçük burjuva devrimci hareketler görece varlıklarını koruyabiliyordu, kimileri bazı gecekondu mahallelerine, kimileri dar bir kırsal alana, kimileri bir takım feodal ve-veya mezhepsel çevrelere, kimileri de birkaç okulla sınırlı olsa da üniversite gençliği içine sıkışmış olsa da halen o veya bu oranda kitlelerle etkileşim içindeydiler. Doğru veya yanlış kendi gündemlerini belirleyebiliyor, buna ilişkin pratik politik adımlar atmaya çalışıyorlardı.

Bu yönüyle varlıkları askeri açıdan olmasa da, AKP’nin ‚şeyleri‘ biçimleme süreçlerinde uygulanacağı politikaların karşındaki duruşlarıyla öngürülemez toplumsal hoşnutsuzluk hareketlerine neden olabilirlerdi. Bu da işi ilk yıllarında henüz çok kırılgan olan hükümetin düşmesine kadar götürebilirdi. Onun için ilk elden stratejik adımlar için taktik ittifaklara başvurdular.

Bir siyasi iktidar için muhalefetin en ürkücü ve yıpratıcı olanı silahlı muhalefettir. AKP bunu biliyor ve devrimci hareketlerin nicel varlığının ötesinde stratejik olarak kitleselleşebilme potensiyellerini öngörebiliyordu. Bu nedenle ilk elden devrimci muhalefeti biçimleme ve kendisi için zararsız ve etkisiz hale getirme işini öncelikli olarak ele aldı. Önceki yıllardan çıkarılan sonuçlarla olsa gerek, örgütlerin tabanlarından çok yönetici kadrolarına yönelen bir strateji izlediler. Gaye Operasyonu(2004), Niğde Operasyonu(2006), Nisan Operasyonu, Mercan Katliamı(2005) başta olmak üzere devrimci hareketlerin merkezi organları neredeyse ya tamamen esir alındı yada katledildi. Bu operasyonlar ve katliam sonrası yıllarda sözkonusu hareketler ağır darbe aldı, kimileri varlık-yokluk mücadelesi verir hale gelirken kimilerinin çizgilerinde dahi ciddi değişiklikler oldu.

İşte tamda bu süreçte stratejik hedefleri için taktik ittifaklar anlayışının bir ürünü olarak ‚barış süreci‘, demokratik açımlar‘ vb gibi projeler devreye sokuldu. Böylece hedeftekiler mümkün olduğunca yalnızlaştırılmış, yalıtılmış oluyordu. Siyasi iktidar açısından işe yaradığıda ortada. Öyle ki, stratejik hedeflerine ulaşmak için gerekli taktik ittifakları sağlamak amacıyla yalnızlaştırma projelerine sonraki tüm süreçlerde başvurdular.

  • Kürt Ulusal Hareketini Elemine Etme Çabaları

Sermaye devleti ısrarla reddettiği Kürt ulusal varlığını, Kürt ulusunun on yıllara yayılan hem silahlı hem siyasal mücadeleleri sonrası kabul etmek zorunda kalıyordu. Ancak bu kabullenişi kendisi açısından tahammül edilebilir bir noktada, stratejik çizgilerini zedelemeden yapmak istiyordu. Ancak hem resmi kemalist ideoloji, hem devletin şekillenişi ve hemde topluma yaklaşık bir asırdır pompalanan şoven histeri bunun yapılmasını olanaksız kılıyordu. Erdoğan, o dönem siyasal İslamcı kimliğiyle ‚ümmetçilik‘ , ‚din kardeşliği‘ vb söylemler geliştirerek önce şoven histeriyi kontrol altına aldı, ardından toplumun farklı kesimlerince sevilen şarkıcı, oyuncu, politikacı vb insanlardan oluşan bir ‚akil insanlar‘ kurulu örgütledi. Diğer yandan Oslo Görüşmeleri(2009) olarak adlandırılan görüşmelerle PKK ile doğrudan masaya oturdu. Çözüm süreci, açılım süreci, demokratik açılım veya Kürt açılımı adı altındaki süreçler 2009 yılında başlatıldı ve 2015 yılına kadar sürdürüldü.

O yıllar, AKP’nin TSK içindeki Kemalist kliklerle ve TÜSİAD‘la arasındaki dalaşın en çetin yıllarıydı. Yine alt etmek istediği bir hedef vardı ve yine geçici taktik bir ittifaka başvuruyor, geniş halk kitlelerinin dikkatini ‚süreçlere‘, ‚açılımlara‘ çekerek yalnızlaştırdığı hedefini ezmeye girişiyordu.

AKP-Erdoğan bu taktik ‚süreçler‘ boyunca TSK içindeki kemalist kliğe en ağır darbeleri indirdi. Üstelik süreç Erdoğan’a, kendini barışı ve demokratik ortamı sağlamaya çalışan ‚siyasi lider‘, kemalist kumandanları da barışa ve demokrasiye karşı olan ‚cuntacılar‘ olarak lanse edebilme, toplum içinde hedef haline getirebilme imkanı sunuyordu. Kurulan oyun işliyor, milyonlarca emekçi demokrasi ve barış masallarıyla uyutulurken AKP, savaşa hazırlanıyordu.

2009 ve 2015 yılları boyunca devreye sokulan çözüm süreci, açılım süreci, demokratik açılım veya Kürt açılımı taktiklerinin sağladığı geçici ittifaka ve zamana gerek kalmadığında AKP gerçek yüzünü göstererek Kürt siyasal hareketlerini tamamen ezmek, Kürt ulusal dinamiklerini biat ettirmek için kaldığı yerden kirli savaşa devam etti. Hendek Olayları(Ağustos 2015 – Mayıs 2016), Sur Katliamı(12 Mayıs 2016) vb kirli savaş saldırıları ile PKK’ye ve Kürt ulusal dinamiklerine ağır darbeler indirdirildi. İzleyen yıllarda HDP, KCK vb yasal Kürt siyasal organizasyonları gerekçe gösterilerek binlerce aktivist zindanlara atıldı.

Sözkonusu süreçlerin kaybedeni çok oldu ama tek kazananı AKP-Erdoğan oldu.

Bugünlerde hedefinde İmamoğlu ve CHP olan Erdoğan yine toplumun en örgütlü ve tek silahlı gücüne sahip olan Kürt siyasasını ‚Öcalan’ın çağrısıyla‘ geçici bir ittifaka taraf ederken stratejik hedefine yürüyor. İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemek için tutuklayan siyasi iktidar, tutuklamaları protesto edenleri zindanlara dolduruyor, işlerinden ediyor, CHP’ye yönelik operasyonlara hız veriyor.

Bahsedilen süreçlere eş-zamanlı olarak, toplumsal ortamı/yaşamı, siyasal ortamı biçimlemek, neoliberal politikalarının sonuçlarını engellemek için,

  • Sivil Toplum Örgütlerinin, Demokratik Kitle Örgütlerinin, Üniversitelerin ve Sendikaların Kriminalize Edilmesi
  • Basın ve Yayın Organlarının Yandaşlaştırılması, Düzen-içi Muhalefete Dahi Müsaade Edilmemesi
  • Cemaat, Tarikat, Vakıf vb Gerici Odakların Finans Dahil Her Yönden Desteklenmesi
  • Yandaş Sermaye Çevrelerinin Sürekli Desteklenmesi
  •  Çetelerin ve Uyuşturucunun Önünün Açılması, Uluslararası Kara Para Trafiğinin Durağının Yaratılması
  • Yasama-Yürütme-Yargı Organlarının, İstihbarat ve Kolluk Güçlerinin Cumhurbaşkanı’na Bağlanması ve Buralarda Yoğun Kadrolaşma Yapılması
  • Genel ve Yaygın Fişleme
  • Uluslarası alanda ise:

AKP, iktidarının ilk yıllardan itibaren uluslararası alanda -esasta ABD bloğunun işbirlikçisi olmasına rağmen- ABD-İngiltere emperyalist bloğu ile Rusya-Çin emperyalist bloğu arasındaki çelişkilerden kendi çıkarına faydalanmak üzerine inşa ettiği bir dış siyaset izledi. Dönem dönem emperyalist bloklar arasında tırmanan gerilimi ve Orta Doğu’da üstlendiği rolü kullanarak kullanarak kendisi açısından bir takım faydalar sağladığı da oldu.

ABD-İngiltere bloğunun Esad rejminin düşmesiyle Rusya-Çin bloğuna karşı Orta Doğu’da sağladığı üstünlük, emperyalist bloklar arası geçici uzlaşı, AKP iktidarının dış politikasını değiştirdi. El Nusra ve ÖSO ile başlayıp HTŞ’ye kadar varan tüm süreçte askeri, finansal ve organizatör olarak aktif rol oynayan AKP, emperyalist bloklar arası çelişkilerden faydalanma siyaseti yerine emperyalist işgal ve talan planlarında tetikçi rolü almaya başladı.

****

     III. Emperyalizm, Orta Doğu ve Siyasi İktidar

Yıllardır aslında herkesin ağzında sakız olan ancak içeriğiyle pek az kişinin ilgilendiği BOP(Büyük Orta Doğu Planı). Hani Erdoğan’ın ben bu projenin eşbaşkanıyım dediği BOP. Şu ABD-İngiltere emperyalist bloğunun ve onlara yedeklenen Avusturalya ve AB’nin emperyalist çıkarları doğrultusunda Orta Doğu’yu (devlet sınırları bakımından) coğrafî, siyasi ve ekonomik bakımlardan yeniden şekillendirme planı.

Bu plan çerçevesinde Orta Doğu’da halihazırda varolan devletlerden farklı mezhep gruplarına, fundamentalist(köktendinci) örgütlerden ulusalcı ve seküler örgütlere kadar herkese farklı roller verdiler, veriyorlar, verecekler. Ki sözkonusu planın işletilmesi sürecinde emperyalistlerin bölgedeki iki turuva atı T.C sermaye devleti ve siyonist işgal devleti İsraildir.

Afganistan’ın ardından Irak ve Suriye’deki gelişmelerin yanısıra Filistin’deki ve Yemen’deki gelişmeler dikkate alındığında sıranın İran’a geldiği sır değil! Planın buraya kadar işleyen sürecinde Afganistan’dan Irak’tan Suriye’ye kadar T.C sermaye devleti ona verilen rolü yerine getirmek uğruna başta Orta Doğu halkları olmak üzere dünya halklarına karşı çok büyük suçlar işledi, işlemeye devam ediyor. Bu suçların işlenmesi, hükümetin iktidarda kalmak için ihtiyaç duyduğu ortamın yaratılmasının ve korunmasının teminatı oldu. Orta Doğu’daki kirli, kanlı işlerini gördürdüğü siyasi iktidarın ayakta kalabilmesi ABD-İngiltere emperyalizmi için stratejik bir mesele. Bu nedenle siyasi iktidarı gerçekten zora düşürecek hiçbir hamle yapmadılar dahası onun elini rahatlacak, ülkedeki siyasal ortamı konsolide edecek konjoktürel olanaklar sağladılar, kimi iç ve dış siyaset malzemeleri sundular.

AKP-MHP Hükümetinin emperyalizmin kirli işlerini nasıl gördükleri Suriye’de HTŞ’nin iktidara taşındığı süreçle herkesin malumu oldu. Siyasi iktidar, ÖSO(Özgür Suriye Ordusu) ve El Nusra olarak adlandırılan çetelerden başlayıp diğer El Kaide ve IŞİD artıklarına kadar birçok terörist fundamentalist örgütü finansa etmekten, eğitmekten, lojistik ve askeri olarak destekleyip mobilize etmeye varana kadar oradan HTŞ’nin oluşumuna ve iktidara getirilmesine kadar çok ciddi ve neticeye etki eden ‚önemli‘ bir rol oynadı.

Afganistan ve Irak’tan sonra ABD-İngiltere bu kez daha önceki kirli savaşları gibi bizzat kendi askerleri üzerinden dünya kamuoyunda insanlık-dışı vahşet görüntüleriyle teşhir olmadan, bölgesel figüranları öne sürerek emellerine eriştiler. Dahası dünya kamuoyu önünde Trump aracılığıyla Erdoğan’ı işaret ederek Suriye’de ne kadar ‚önemli ve büyük bir rol‘ oynadığını söylediler. Böylece aslında Suriye’de dökülen kanın ve bilançonun sorumlusu olarakta Erdoğan’ı öne sürdüler.

İşte Irak’ın işgalinden Suriye’ye kadar bütün bu süreçler boyunca Orta Doğu’da kendine verilen rolü oynayan siyasi iktidara, bunun ve işletilen planın sıradaki adımlarında üzerine düşen rolü yerine getirmesi karşılığında uluslararası arenada içerideki-ülkedeki tüm pervasızlıklarının görmezden gelinmesi, devlet aygıtını, siyasal ortamı ve politik figürleri yeniden dizayn etmesine göz yumulması gibi ‚imtiyazlar‘ sağlandı.

ABD-İngiltere emperyalizminin hedefinde şimdi İran var ve AKP-MHP’ye ihtiyacı var.

Elbette BOP ekseninde emperyalistlerin kirli, kanlı işlerini gördürdüğü siyasi iktidar onlara halen gerekli. ABD’nin değişen başkanlarına rağmen stratejik yönelimlerinin değişmediği, değişmeyeceği aşikar. ABD Başkanlarının değişimi olsa olsa taktik yönelimlerde kimi nüans farkları yaratabilir.

Trump’ın seçimleri kazanmasıyla birlikte muhtemelen dünya genelinde diktatöryal rejimlerin, faşist politik öznelerin ve figürlerin dahada ön plana çıkarıldığı bir süreç göreceğiz. -Neo-liberalizmin gelinen aşamada ihtiyaç duyduğu da zaten bu! Aksi taktirde neo-liberalizmin sürdürülebilirliği ciddi bir tartışma konusu. Bu nedenle özellikle son 20 yıldır Avrupa’da sağ partilerin önünü açıldı ve geçen yıllar içinde çoğu birbiri ardına hükümete geldi. İşçi sınıfının kazanılmış haklarından burjuva demokratik haklara kadar bir çok sınıfsal-toplumsal kazanım tahrip edildi, ediliyor. –

Bu bağlamda ABD-İngiltere’nin stratejik yönelimi İran’ın coğrafi, siyasi ve ekonomik olarak yeniden şekillendirilmesi olduğuna göre, Irak ve özellikle Suriye’de olduğu gibi bölgede kanlı işlerini gördüreceği siyasi iktidarlara olan ihtiyaç devam ediyor. Türkiye’de bu ihtiyaca Irak’ta ve Suriye‘de kendine verilen kirli-kanlı rolü yerine getirerek cevap olan AKP-MHP hükümeti, İsrail’de ise 6 partili koalisyonun Netanyahu hükümetinden daha iyi yapacak olan var mı? Bu role Türkiye’de talip olanlar olsa bile halihazırda emperyalistlerin 23 senedir iş gördürdükleri siyasi iktidardan vazgeçmeleri için rasyonal bir neden var mı? Şu an için yok! Olmadığı içinde ABD-İngiltere, Türkiye’deki siyasi iktidarın içeride ne yaptığıyla ilgilenmiyor. Hatta İran konusunda verdikleri rolün yerine getirilmesi karşılığı, BOP’un ‚selameti‘ ve ‚başarıya ulaşması‘ uğruna, Erdoğan’a hükümette kalabilmesi için içeride istediğini yapabileceğine dair icazet vermiş olma olasılıkları da çok yüksek. Hükümetin HDP Eşbaşkanları Demirtaş ve Yüksekdağ’dan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’a, CHP’li belediye başkanlarından Cumhurbaşkanı adaylığını ilan eden Ekrem İmamoğlu’na gazetecilerden TV spikerlerine kadar hükümete o veya bu oranda düzen-içi muhalefet eden herkese dahi böyle pervasızca saldırabilmesi yukarıda aktardıklarımızdan bağımsız düşünülemez!

ABD-İngiltere‘nin bir yandan Suriye’de PYD, SDG, YPG ile iş tutarken diğer yandan PKK’yi gözden çıkarmış gibi görünmesi, Orta Doğu’yu nasıl tahkim edip tahkim ettiği her alanda kendi ihtiyaçları doğrultusunda nasıl oryantalist ve pragmatist tutum takındığının en bariz göstergesidir. BOP çerçevesinde aşağılık emperyalist çıkarlarını sağlamak üzere T.C sermaye devletine ve onun hükümetine verdiği roller gibi bölgedeki Kürt siyasal hareketlerine de roller dağıttı. Suriye’de Kürtler denize düşen yılana sarılır misali emperyalizmle olan ilişkilerini giderek derinleştirdi. Bu ilişki öyle bir noktaya geldi ki, askeri araç-gereç ve techizat sağlayan  ABD, Dış İşleri Bakanı aracılığıyla bütçe açıklamalarında YPG’ye ayardıkları milyon dolarları gider kalemi olarak bildirdi. Suriye’de varlığı tamamen inkar edilen, kimlik dahi verilmeyen Kürtlerse siyasal özneleri aracılığıyla kısa vaadedeki çıkarlarını sağlamak, kendilerini korumak, varlıklarını ortaya koymak için bu işbirliğinin ‚meşruluğunu‘ savundular, savunuyorlar. Oysa ABD-İngiltere emperyalist bloğunun Suriye’deki Kürt bölgeleriyle ilgili hesaplarının ve gelecek projelerinin -emperyalist blok açısından stratejik öneme sahip olan- İsrail’in bugünü ve yarınıyla ne kadar yakından ilgiliki..Suriye Kürtleri için düşünülen rol; İsrail sınır hattının ve bölgedeki yeraltı zenginliklerinin güvenliği, siyonist devletçe ‚fethedileceği‘ güne kadar ‚kutsal toprakların‘ bekçiliğinin yapılması…

****

Emperyalistleri (burjuva demokratik anlamıyla) ne demokrasi, ne ezilen ulusların kurtuluşu, ne de insan(lığ)a dair herhangi bir hak ilgilendiriyor. Onları ilgilendiren tek şey ne pahasına olursa olsun emperyalist çıkarlarının sağlanması, korunması ve planlarının bir şekilde işlemesi. Çünkü emperyalistlerin gerçek tek bir ethik değeri dahi yoktur! Bu nedenle emperyalistler ne Kürtlerin 4 parçada maruz kaldığı tarihsel haksızlıkla, yok sayılmalarıyla ve ulusal boyundurukla ne de Türkiye’de parlementer muhalefete ne olduğuyla igilenir, onlar Türkiye’deki siyasi iktidarın işlerini görüp görmediğiyle ilgilidir.

*****

     IV. Parlamenter Muhalefet ve/veya Kendiliğindenci Kitle Hareketi Süreci Tersine Çevirebilir Mi?

Yukarıda özet geçilen bilgiler gözönünde bulundurulduğunda AKP-MHP hükümetinin arkasını kimlere yasladığıda kolaylıkla anlaşılacaktır. ABD-İngiltere emperyalist bloğunun Orta Doğu’daki stratejik yöneliminin andaki ihtiyaçları ve dönemsel amaçları doğrultusunda AKP-MHP iktidarının ipi salınmıştır. MHP Şefi Bahçeli’nin Öcalan konusundaki söylemleri, Öcalan aracılığıyla PKK’ye yapılan çağrı ve toplumun tüm muhalif kesimlerinin tepkisini çekeceği bilinmesine rağmen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması -muhtemelende Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmasının engellenmesi-, hükümetin bütün bu gelişmelerin ekonomik etkilerini ve gerek ülkede gereksede uluslararası arenadaki siyasal sonuçlarını göze alabilmesinin nedeni de -Orta Doğu’da üstelendiği bugüne kadar üstlendiği görevlerle ispat ettiği ‚işbirlikçi rüştü‘ bundan sonra özellikle İran’a yönelecek emperyalist saldırıda oynacağı role olan inancıyla- arkasını dayadığı emperyalist bloğun varlığıdır.

Öcalan’ın ‚koşulsuz‘ silah bırakma ve fesih çağrısının ardından ‚gelişmeyi sevindirici‘ bulduğunu açıklayan ABD, İngiltere ve AB emperyalistleri, İmamoğlu’nun gözaltına ilişkin yaptıkları açıklamalarlada AKP-MHP hükümetini zor duruma sokmayacaklarını gösterdiler.

Beyaz Saray’da basın toplantısı düzenleyen ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü  Bruce, bir gazetecinin ‚Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ana rakibi İmamoğlu ‘yolsuzluk’ ve ‘teröre yardım etme’ soruşturmasında gözaltına alındı. Endişeli misiniz?” şeklindeki sorusunu ‚Türkiye’yi insan haklarına saygı duymaya, kendi iç meselelerini uygun şekilde yönetmeye‘ teşvik ettiklerini ancak başka ülkelerin iç karar alma süreçleri hakkında yorum yapmayacaklarını söylerek yanıtladı.

Öte yandan İngiltere’den tutuklamalara ve toplumsal gösterilere ilişkin dişe dokunur hiçbir resmi açıklama gelmedi. Öyle ki, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, ‚Nasıl bir gerekçesi, sebebi var bunun? Bütün Avrupa tepki gösteriyor ama İngiliz İşçi Partisi ve (İngiltere Başbakanı) Starmer’ın bu konuda hiçbir şey söylememesini anlayamıyorum‘ demek durumda kaldı.

****

Ne kemalizmin CHP‘si, ne sermaye devletinin parlementer muhalefeti, ne de dolaylı veya dolaysız emperyalistlerle işbirliği yaparak rol alma yarışında olanlar tarihin gidişatını değiştiremez, Erdoğan’ın yönettiği bu süreci de durduramaz!

Sermaye devletinin sınıfsal-siyasal varlığıyla, biçimi ne olursa olsun burjuva diktatörlüğüyle sorunu olmayan hiçbir hareket Türkiye’deki ve bölgedeki emperyalist planı bozamaz.

Ne kadar nitelikli olursa olsun kitlelerden yoksun bir örgüt toplumsal değişimleri hayal etmekten öteye gidemez. Aynı şekilde ne kadar kalabalık olursa olsun örgütsüz halk yığınları da kalıcı ve belirleyici kazanımlar el edemez.

İşçi sınıfının işin başında olmadığı, halk kitlelerinin örgütlü devrimci gücüne dönüşemeyen hiçbir özne, Türkiye’de -nicel gücü ve hatta askeri gücü ne olursa olsun- politik iklimi değiştiremez. 

AKP’den, Orta Doğu‘da işlenen, İran’da işlenecek suçlardan dahası İran’dan sonrada durmaksızın akacak kandan kurtulmanın tek teminatı devrimci bir sınıf hareketi yaratmak ve sosyalist  devrimimizi başarmaktır.

Dünyanın neresinde olursa olsun, işçi sınıfının ve halkların çıkarlarından burjuva siyasi iktidarlara ve emperyalistlere taviz vermeyecek olan tek ideoloji proleterya ideolojisi, tek örgüt işçi sınıfının örgütüdür. Çünkü esasta karşı karşıya olan iki cephe, iki dünya vardır: proleterya ve burjuvazi. Burjuvazinin ideolojiside, devletide, siyasetide, partileride esasta bizim tüm çıkarlarımıza düşmandır! Burjuvazinin ideolojisine, kurumlarına ve siyasetine bel bağlayanların sonu hüsrandır! Kemalizmden siyasal islama burjuva diktatörlüğünün 100 yıllık açmazı ortadadır!

 

https://devrimcidusun.org/wp-content/uploads/2021/04/1.png
Giriş Yap

Devrimci Düşün Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!