1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Emek
  4. 1 Mayıs’ın Tarihçesi ve Taksim’in Önemi

1 Mayıs’ın Tarihçesi ve Taksim’in Önemi

Esas meselenin bu yıl yada seneye Taksim’e girip kutlama yapmak olmadığını bizde biliyoruz! Bu yıl da önceki yıllar gibi kaç kişiysek o kadar kişi yine de Taksim’e girme ısrarı göstererek acımızı, belleğimizi ve kinimizi göstermeye çalışacağız. Taksim bu anlamıyla değerlidir, önemlidir yoksa bizim açımızdan Taksim salt bir hesaplaşma alanı değildir. Asıl hesaplaşma sınıf mücadelesinin dehlizlerindedir! Asıl intikam devrim bayrağını göndere çekerek sermayenin her türlü tahakkümünü yerle bir etmektir!

İşçi sınıfının tüm dünyada aynı gün sokaklara çıkarak sınıf kardeşlerine birlik, dayanışma ve mücadele mesajları verdiği 1 Mayıs aynı zamanda hakim sınıflara karşı da bir meydan okuyuştur. Bundandır ki tüm dünyada  -bilhassa burjuva demokrasisi maskesini takmayan devletler- ve coğrafyamızdaki sermaye devleti 1 Mayıs’lara karşı düşmanlıklarını açıkça göstermeye devam ediyor.

1 MAYIS’IN TARİHÇESİ

Sınıfsal birliğimizin ve mücadelemizin en görkemli günlerinden birisi 1 Mayıs’tır. Bu görkemli kutlamaların, birlik, dayanışma ve mücadele mesajlarının verildiği günün tarihsel köklerine kısaca değinelim.

ABD’nin Chicago kentinde 40 bin tekstil işçisinin gerçekleştirdiği eylem devlet tarafından kanla bastırıldı. Aynı kentte, bir fabrikada 8 saatlik işgünü için greve çıkan 1400 işçi işten atıldı. Aynı tarihlerde greve çıkanlara ateş açıldı ve 4 işçi yaşamını yitirdi.

Saldırılar, mücadele ateşini söndürmedi, aksine körükledi. ABD ve Kanada’da sendikalar ve diğer örgütlerin yükselttiği mücadele sonucu 1 Mayıs 1886’da yaklaşık 350 bin işçi greve çıktı. Tarih işçi sınıfının böylesine örgütlü ve kararlı tepkisine ilk kez tanık oluyordu. Tüm ülkede yaşam durdu. İşçiler üretimden gelen güçlerini kullanıyordu.

İşçilerin bu topyekün isyanı, sermaye sınıfının tepkisini çekti. Chicago’da greve çıkan 40 bin işçinin eylemini bastırmak için, saldırılar düzenlendi. Patronlar grev kırmak için sokak çeteleriyle anlaştı. Sokak çeteleri bir taraftan işçilere saldırıyor, bir taraftan da grev kırıcılığı yapıyordu. Grevci işçilerle sokak çeteleri arasında çıkan kavga sırasında, polisin işçilerin üzerine ateş açması sonucu 4 işçi yaşamını yitirdi.

Hükümet ve patronlar, işçi eylemini kolay kolay içlerine sindiremiyordu. 1 Mayıs sonrası işten atmalar, baskılar yoğunlaştı. Olaylara neden oldukları gerekçesiyle 8 işçi hakkında idam istemiyle dava açıldı. İşçiler idam cezasına çarptırıldı.

Dört yiğit işçi önderi Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES, 1 Mayıs 1886 yılında 8 saatlik iş günü mücadelesinde önderlik yaptıkları için idam edildi.

Albert PERSONS isimli işçi, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi: ‚Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım.‘

İşçi önderlerinin cenaze törenine yüz binlerce insan katıldı. ABD’de yaşanan bu olaylar uluslararası işçi örgütlerini harekete geçirdi. II. Komünist Enternasyonal, Amerikan işçilerinin mücadelesini desteklemek amacıyla dünya çapında gösteriler düzenledi. II. Komünist Enternasyonal, 1889’da Paris’te düzenlediği kongrede 1890’dan başlamak üzere 1 Mayıs’ı, ‚Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü‘ olarak kabul etti. O tarihten bugüne kadar 1 Mayıs, tüm dünyada işçilerin alanlarda olduğu ve sınıfsal birliğini, mücadelesini ve dayanışmasını, yeni bir dünya arzusunu haykırdığı gün olarak yaşatılmaktadır.

TÜRKİYE’DE 1 MAYIS

Coğrafyamızda 1 Mayıs, Osmanlı döneminde 1905 yılında İzmir’de kutlandı. Bunu 1909 Üsküp kutlaması izledi. İstanbul’da ise ilk 1 Mayıs kutlaması 1910 yılında yapıldı. TC’nin kurulması ve burjuva devlet inşaası sürecinde devlet eliyle sermaye sınıfı yaratılması, ülkede kapitalizmin gelişmesi zaman aldı. Şöyle ki:

Türkiye Cumhuriyeti adıyla kurulduğu gün kapitalist bir sermaye sınıfından söz etmek mümkün değildi. Egemen sınıflar: ticari sermaye çevreleri ve büyük toprak ağaları idi. Kapitalist üretim araçları henüz üretim alanında üretim ilişkilerine egemen olacak biçimde olmadığı için toprak üretim aracı olarak ciddi bir değerdi. Bundan dolayı ekonomik bir güce devlete ortak olacak derece sahip olan bir sınıf olarak toprak ağaları sınıfı, hakim bir sınıf olarak varlığını koruyordu.

1900’lü yıllarda hızla gelişen sanayi ve bunununla doğrudan ilişkili olarak -ağırlıklı olarak Avrupa’da- hızla yayılan kapitalist üretim araçları, bu araçların yarattığı yeni üretim ilişkisi(kapitalist üretim ilişkisi) bir yandan sermaye çevrelerini büyütürken diğer yandan tekelleşmeye ve tekellerin merkezileşmesine neden oluyordu. Öte yandan hızla büyüyen bir işçi sınıfını, çalışan yığınları  ve kızgınlaşan sınıf çelişkilerini de tetikliyordu.

O yıllarda ekonomisine yarı-feodal üretim ilişkilerinin hakim olduğu TC, emperyalizmden bağımsız olmadığı için ticari sermaye çevrelerinde ve büyük toprak ağalarında biriken sermayeyi kapitalist kalkınma için kullanamıyordu. ABD Emperyalizmi ile ‚Kurtuluş Savaşı‘ öncesi kurulan bağımlılık ilişkileri devlet kurulduktan sonra pekiştirilerek sürdürülmüştü ve emperyalizm, yarı-feodal üretim ilişkilerinin aşılması ve kapitalist bir kalkınmaya geçilmesinin önünde engeldi. Engeldi, çünkü bunun için yani hakim olan üretim araçlarının ve üretim ilişkilerinin değişimi için kapitalist sermaye sınıfı gerekliydi.

Sermaye sınıfı siyasal rejime müdehale ederek burjuva demokratik devrim yoluyla kapitalizme geçişi sağlayabilirdi. Veyahut, sürece yayılan, çarpık gelişen, ekonomik ve siyasi çalkantalarla uzun ve sancılı bir şekilde iç sermaye dinamiklerinin(ulusal sermayenin) emperyalizmin icazeti ve -bağımlılık temelindeki- teşvikiyle içbaşkalaşım yoluyla.

Bunlardan birincisi yani demokratik devrim nerden baksanız bir bağımsızlık düşüncesini barındırdığı için emperyalistlerce hep engellenir. Burjuva demokratik devrim, bağımsızlıkçıdır sınıfsal olarak bu bağımsızlıkçı yan esasta ulusal sermayenin kendi pazarına hakim olma arzusundan kaynaklanır. Ancak sınıfsal sömürü histerisiyle de olsa bağımsızlıkçılık savunusu, her dönem ve dünyanın her yerinde ardına milyonlarca emekçiyi, yoksulu ve köylüyü de alabilen bir olgudur. Bu nedenle burjuva demokratik devrimlere önderlik eden egemen sınıflar, her yerde hep ‚bağımsızlık‘ talebini ortaya atmıştır. Egemenlerin ‚bağımsızlık‘ derken kasdettiği ‚vatan‘ olarak adlandırılan sınırlar içinde kalan ‚pazarın‘ kendine ait olması arzusudur, yani tamamen bir sınıfsal çıkarın açıkça savunusudur. Ve bu ‚bağımsızlık‘ talebi işgal ve ilhak altındaki tüm coğrafyalarda boyunduruk altında tutulan ulusların öncelikli gündemi, aciliyetli talebi olmuştur. Ancak yarı-sömürgelerde, yeni-sömürgelerde ve bağımlı kapitalist ülkelerde durum tam olarak aynı sayılmaz. Böylesi ülkelerde emperyalizme bağımlılık ilişkileri işgal ve ilhak koşullarındaki coğrafyalarda olduğu gibi doğrudan ulusal kimliği ve ulusal değerleri hedef almaz, fakat ekonomik olarak tam bağımlılık şeklini alır.

TAKSİM NEDEN ÖNEMLİ?

Açıklamadan anlaşılacağı üzere kapitalizmin çarpık ve bağımlı temelde de olsa gelişimi kapitalist üretim ilişkilerinin ve doğallığında işçi sınıfının gelişimini koşulladı. 1950’ler sonrası işçi sınıfı içinde yer edinmeye başlayan sosyalist görüşler tüm dünyada ve ülkede gelişen 68 hareketi ile birlikte devrimci bir karektere bürünme olasılığını gündeme getirdi. Bu durum devlet cephesinde öfke ve korku yarattı. 1967’de DİSK’in kuruluşu ve birbiri ardına 68 Hareketi ürünü devrimci örgütlerin çıkışı, siyasi iktidarın içinde bulunduğu açmazlarla birleşince işçi önderlerine, sendikacılara ve devrimcilere yönelik kanlı tertiplerde hız kazandı.

Herşeye rağmen yükselişi engellenemeyen sol dalga, 1977 1 Mayıs‘ında Taksim Meydanı’na yarım milyon emekçiyi getirmeyi başardı. 0 yıllarda ülke nüfusunun 40 milyon civarında olduğu, İstanbul nüfusunun ise iki buçuk milyon civarında olduğu hatırlanırsa yarım milyon emekçinin katıldığı 1 Mayıs’ın siyasi iktidar cephesinde yarattığı korku daha iyi anlaşılır.

Devlet, geniş kitleleri saran sınıfsal uyanış emarelerine karşı örgütsel yapısı, sınıfsal çıkarları ve iktidarının devamlılığı nedeniyle tahammülsüzdür. Bu tahammülsüzlüğünü 77 1 Mayıs’ında katlettiği 34 sınıf kardeşimizin kanına bulayarak göstermiştir. Taksim Meydanı o andan itibaren artık herhangi bir gösteri alanı olmaktan çıkmış, sınıfsal tarihsel köklerimize sarıldığımız, birliğimizi, mücadelemizi, enternasyonal  dayanışmamızı büyüttüğümüz ve sermaye devletine karşı tarihimize ve katledilen sınıf kardeşlerimize sahip çıktığımızı gösterme aracına dönüşmüştür. Bunun farkında olan sermaye devleti, 1 Mayıs’ı Taksim Meydanı’nda kutlamamızı engellemek için türlü yasaklar getirip durdu.

1980 askeri f. darbesinin yasaklarından 1 Mayıs da kurtulamadı. 7 yıl boyunca işçi kutlamalarına izin verilmedi. 1987’de sadece milletvekillerinden oluşan bir grup Taksim anıtına çelenk bırakabildi. 1989 ve 1990’daki kutlama girişimlerinde bir işçi hayatını kaybederken bir üniversite öğrencisi felç oldu.

2010, 1 Mayıs’ın yeniden binlerce kişi ile ‘yasaksız’ kutlandığı ilk yıldı. Taksim Meydanı’nı 200 bin kişi doldurdu, görkemli bir kutlama gerçekleştirildi.

Fakat 2013’te AKP’nin reformist kesimler başta olmak üzere bir çok çevreyi peşine taktığı ‘açılım’ politikaları ömrünü doldurduktan sonra 1 Mayıs’ta polise karanfil verenler de dahil işçiler yeniden sermaye devletinin göz yaşartıcı bombaları, gözaltı terörü ve orantısız şiddeti ile karşılaşmaya devam etti. İşçilerin, devrimcilerin, gençlerin ve bazı sendikaların 1 Mayıs’ı Taksim Meydanı’nda kutlama kararlılığı üzerine her 1 Mayıs ‘1 Mayıs alanı Taksim‘dir’ diyenler devlet zorbalığının hedefi oluyor.

Ancak maalesef her sene ‚1 Mayıs alanı Taksim’dir‘ diyenlerin sayısı da azalıyor. Onlarca yıldır olduğu gibi bu yılda 1 Mayıs’ın yaklaşmasıyla Taksim tartışmaları başladı. Fakat bu yıl, sermaye devletinin onlarca yıldır yasakalarına rağmen Taksim’de ısrar gösteren güçlerin birçoğu da CHP’nin ve işbirlikçi sendikaların gösterdiği alanda olacaklarını ardı ardına açıkladı.

Görünen o ki, burjuva muhalefetin politik etkinliğinin görece artışı ve muhalif alanı konsolide edebilme kabileyetinin sağladığı avantaj, ‚birlikte ve kitlesel kutlama‘ yapma nutuklarıyla birleşip sınıfsal bilinç, vurgu ve erekten yoksun salt bir Erdoğan ve saray karşıtlığıyla soslanınca, kendinden umudunu kesenler için dayanılmaz bir davet halini aldı. Öyle ki, bazıları ‚nedir bu Taksim ısrarınız?‘ ‚Başka yer olsa ne oluyor sanki?‘, ‚Taksim’e girecek gücünüz mü var sanki?‘,  minvalinden çıkaşak kadar da şuurunu kaybediyor kimileri de, ‚gücümüz yok‘, kitlemiz yok‘ benzeri bahanelerle ‚çaresizlik‘ ve acz içinde sızlanıyor. Oysa Taksim ne sermaye devleti ile devrimciler arasında bir kör dövüşü, ne anlamsız ve kof bir ayak direme, ne de bir ajitasyon meselesi. Taksim, sınıfımızın tarihine, belleğine, sınıfsal kinimize ve kapanmamış bir hesaba sarılışımızdır. Yasaklarla ve devlet zorbalığıyla unutturmaya, yok saymaya çalıştıkları görmezden geldikleri acımıza, tarihimize, belleğimize ve kinimize sahip çıkıyoruz!

Esas meselenin bu yıl yada seneye Taksim’e girip kutlama yapmak olmadığını bizde biliyoruz! Bu yıl da önceki yıllar gibi kaç kişiysek o kadar kişi yine de Taksim’e girme ısrarı göstererek acımızı, belleğimizi ve kinimizi göstermeye çalışacağız. Taksim bu anlamıyla değerlidir, önemlidir yoksa bizim açımızdan Taksim salt bir hesaplaşma alanı değildir. Asıl hesaplaşma sınıf mücadelesinin dehlizlerindedir! Asıl intikam devrim bayrağını göndere çekerek sermayenin her türlü tahakkümünü yerle bir etmektir!

 

 

https://devrimcidusun.org/wp-content/uploads/2021/04/1.png
Giriş Yap

Devrimci Düşün Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!