“Gelecek günler için
gökten ayet inmedi bize.
Onu biz kendimiz vaat ettik kendimize.”[1]
Belirsizliklerin, karamsarlıkların, yalnızlıkların, yabancılaşmaların hülasası kapitalist yıkımın “yeni normal” vaazlarıyla ambalajlanan pandemi günlerinde; umut(suzluk) ile gelecek(sizlik), üzerinde en çok konuşulan mesele ve elbette boşuna değil; hatta bir zaruret…
Söz konusu zaruret kimileri için gelecek(sizlik)e ilişkin bir kaygılar bulamacıyken; kimileri için de “Kapitalizmin sonunu tahayyül etmek devrim umutlarının devindirici gücüdür,”[2] saptaması güzergâhındaki bugünde biçimlendirilen geleceğe yürümektir.
Düalitelerin keskinleşerek ayrıştığı verili koordinatlarda İtalyan Marksist-Leninisti Antonio Gramsci’nin, “il pessimismo della ragione e l’ottimismo della volontà/ aklın kötümserliği iradenin iyimserliği” formülüne büyük değer verenlerden olduğumun altını ısrarla çizerek ekleyeyim:
“Corona sonrası ne olacak konusunda, ortalık iyimserlikten yıkılıyor. Ben kötümser taraftayım… Yoksa birileri dünya ihtilali mi düşlüyor?!”[3] diyen “karamsarlık”lara…
“Öngörülen ‘değişme’nin emareleri nelerdir? Gerçekleşebilecek şeyler midir?”[4] sorusunu dillendiren ampirisist reel-politikerliğe…
“Dünya toplumlarının siyaset sonrası bir döneme girmesi, büyük bir felaket senaryosudur ve dünya tarihinin sonunu getirebilir,”[5] biçimindeki fütürist lafazanlıklara aldırmayanlardanım…
“Ne” mi diyorum?
Thomas Piketty’nin, “Büyük politik-ideolojik altüstlükler daha yeni başlıyor”;[6] Nouriel Roubini’nin, “Önümüzdeki 10 yıl boyunca daha büyük bir buhran kaçınılmaz”;[7] Çukurova Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adnan Gümüş’ün, “Her tür eşitsizlik artacak,”[8] saptamalarını açıklayıcı bulanlardanım.
İş bu nedenledir ki, “Coronavirüs sonrasında dünya eskisi gibi olmayacak,” diyenlerdenim.
Bu sadece bir öngörü değil; ayrıca (bugünde) geleceğe ilişkin politik bir pozisyondur; çağrıdır.
Kolay mı?
Öngörülemeyen, ancak etkileri frenlenebilecek Covid-19 karşısında sürdürülemez kapitalizm açarsız kaldı. Ayrıca bu açarsızlık, emperyalist-kapitalist sistemin yoksul, geri bıraktırılmış periferisinde değil, merkezinde ortaya çıktı ve yerküreyi topyekûn sarstı.
Pandemi(ler) böyledir; Albert Camus’nün ‘Veba’sı[9] ya da José Saramago’nun ‘Körlük’ü[10] salgın aracılığıyla biz(ler)e bir şeyler anlatır.
Mesela: “Olağan” denilen gündelik hayatın sıradan akışı sekteye uğrar. İnsan(lık) var kalmakla yok olmak arasındaki keskin çelişkiyle yüzleşmek zorunda kalır ki, tam da burası çok önemlidir.
Altını çizdiğim önemi, “önemsizleştiren” egemen görüş, sürecin “tatlıya bağlanacağı” yalanına, “normale” dönüleceği yaygarasına sarılıp; sürdürülemez kapitalizmi sürdürülebilir kılmanın, yapılandırmanın yollarını araştırıyorsa da; “Covid-19 ‘sonrasında’, uygarlığı uzun bir kaos döneminin beklediğini söylemek abartılı olmayacak”tır![11]
“Hiçbir şey eskiden olduğu gibi ve eskiden olduğu yerde kalmaz; her şey hareket eder, değişir”ken;[12]
Norman Brown’un, “Tarih, insanı öyle bir zirveye taşıdı ki nihayet insanlığın tamamen silinmesi gerçekçi bir ihtimale dönüştü,” uyarısı eşliğinde unutulmasın: “Kapitalizmin kendini böylesine açık edip öldürücü yüzünü tüm çıplaklığıyla sergilemesine ilk defa tanık oluyoruz… ‘Ölüme Karşı Hayat’… Sermayeye karşı yaşam… Bu, hayatımızın en büyük mücadelesidir. Yaşayabilmek adına verdiğimiz bir mücadele”[13] koordinatlarındayız ve bugün(ümüz)de geleceğin önemi, anlamı, bağlamı sadece budur.
Gelecek mi? O, dünyada her şey yıkılsa bile yerli yerinde durur.
Tam da bunun için bugün(ümüz)de, şimdide kendilerini geleceğe hazırlayanlar, doğru yoldadırlar.
Geçmişin de, geleceğin de sonsuz bir şimdisi varken; yapılması gerekenlere geçmiş ışık tutup, önünüzü açarak geleceği yakınlaştırır.
Eğer geçmiş hakkında düşünmezseniz, asla bir geleceğiniz olmaz. “Keşkeler”le kavranması mümkün olmayan geçmişle yaşanmaz. Ancak unutmamalıdır ki, hiçbir gelecek geçmişsiz var edilemezken; geçmişin “keşkeleri”, geleceğin “endişeleri”yle oyalanmadan hayallerimizle yol(umuz)a devam edilmelidir.
Hayır geç(me)mişe ilişkin “pişmanlık”lar; geleceğe ilişkin “kaygılar” ilerletici olmadığı gibi, ayaklarımıza, aklımıza vurulmuş prangalardan başka bir şey değildir.
Bugünün değerini anlamayan bir geçmiş ile gelecek düşünmek nafiledir.
Geride duran geçmişi, bugün(ümüz)de gelecek için yaşatmak; onu şimdide biçimlendirmekle mümkündür.
Çünkü bugün(ümüz)deki geçmişte yapılanların toplamı olarak sunulması mümkün olmayan hayat, geleceği inşa ederken; ne olmak istediğimizin de yanıtıdır ki, gelecek sadece bugün(ümüz)dedir.
Özetle şimdinin değerini anlamadan gelecek biçimlendirilemez. Geleceği yaratan bugünü nasıl yaşadığımız, ne yaptığımızdır. Her gün yeni bir hayat için imkândır; İbn-i Sina’nın, “Mazi geçip gitti. Gelecekse meçhul. Sadece yaşadığımız an var elimizde,” ifadesindeki ya da İvan Turgenyev’in, “İnsan yaşadığı ânın farkına varamıyor; zaman geçtikçe duyuyor geçip gidenlerin sesini,” saptamasındaki üzere…
GEÇMİŞ İLE GELECEK
Üzerinde konuştuğumuz meselenin kapsayıcı açıklaması için “geçmiş” ile “gelecek” kavramlarını açmak “olmazsa olmaz”ken; “Geçmiş, bir kova dolusu küldür,” diyen Carl Sandburg’un hezeyanına “Hayır” diyenlerdenim…
Geç(me)miş; “Bugüne ait olmayan, geride, dünde kalmış olan, eskiye dair, nostaljik değerler,” diye tanımlanamaz.
“Mazi kalbimde bir yaradır,” makamıyla sınırlandırılması mümkün olmayan O; iyileştirilmesi gereken yaralar olduğu sürece, bugün(ümüz)ü geleceğe bağlayandır.
George Santayana’nın, “Geçmişlerini hatırlayamayanlar, onu tekrar yaşamaya mahkûmdurlar,” notunu düştüğü geç(me)miş ile ne kadar geriye bakarsanız, o kadar ileriyi görebilirsiniz.
Geç(me)miş, geleceğin malzemesiyken, onu değiştiremeyiz; ancak, bugün(ümüz)de telafi edebiliriz. Çünkü geç(me)miş, şimdiyle beslenip, yaşa(tılı)r.
Geç(me)miş anılarımızda, gelecek ise planlarımızdadır; bizim tek gerçeğimiz ise şimdidir.
Belirtmeden geçmeyeyim: Geç(me)mişten öğrenmek ile geçmişte yaşamak aynı şey değilken; William Shakespeare, “Geçmiş, bir başlangıçtır”; İbn-i Haldun, “Geçmişler, geleceğe; suyun suya benzemesinden daha çok benzer”; Publius Cyrus, “Bugün, dünün öğrencisidir,” diye eklerler.
Geçmiş, geçip gitmez; hiçbir yere gitmez; geçmiş bugünün içinde vardır hep. Gölge gibidir; hep arkadan gelir. Ders alınması gereken örnektir. Bu bağlamda geç(me)miş unutulmadan, gelecek bugün(ümüz)de inşa edilir.
En önemlisi de geç(me)miş bir zamandır, bir mekân değil. Asla geride kalmayan ve gelecek için referansımız olan zaman dilimidir. Yani geç(me)miş geçmişte kalmamıştır; gelecek yaşanmayı beklerken…
Elizabeth Bowen’ın, “Geçmişi düşününce, fazla cesaret göstermeme değil de, çok defa tehlikeyi göze almamış olmama üzülürüm,” notunu düştüğü o tarihin tozlu sayfalarından ibaret değildir. Varlığını asla inkâr edemeyeceğiniz salt gerçeklik. Öyle ya da böyle hep karşınıza çıkar. İnsan(lık)ın peşini bırakmaz.
Dünlerin değerini yarınlar anlatırken; geç(me)miş, bizi biz yapandır; kolektif bir hafızadır, gelecektir, sürekliliği olandır. Ve “Geçmişin gerçek yüzü hızla kayıp gider. Geçmiş, ancak göze göründüğü o an, bir daha asla geri gelmemek üzere, bir an için parıldadığında, bir görüntü olarak yakalanabilir,” der Walter Benjamin.
Evet zamanın bir parçasıdır geçmiş. Asla geçmemiştir. Geçmişi hep yanınızda taşırsınız. Geride kal(a)mayandır. Geç(iştiril)memesi gereken önemli husustur.
Geçmiş bir hâkimiyet alanıdır. O sınıfsal bağlamda tanımlanır. O bugünü yıkan geleceğin kurucusudur. “Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar,”[14] George Orwell’in ifadesindeki üzere!
Ve gelecek…
Onun hakkında; “Gelecekten söz eden her kimse namussuzdur, tek geçerli olan güncel olandır,”[15] saptamalarına da itirazımın altını çizerek ekleyeyim: Hiç de kolay ol(a)mayan, gecikme ihtimalini de içeren bir zaman dilimidir gelecek…
Hayır! Popüler tasarım kurgularında hologramlar, robotlar ve cyborglarla resmedilen teknofetiş odaklı gelecek(sizlik) kavrayışını da anlamsız bulurum; kimseye hayrı olmayan illüzyonel söylencelere ya da Jacque Fresco, Isaac Asimov benzeri gelecek kurgularına prim vermem!
Gelecek ne saltçı bir “bilememe durumu”, ne de sınıf gerçeğini ihmal eden uçukluklardır!
Sınıfsız toplum yolunda sınıf mücadelesinin bir mevzisi olarak gelecek mücadelesi şu andır, şimdidir, bugün(ümüz)dür…
Amansız bir tutkuyla bağlanılmalıdır bugünden geleceğe; “şimdiki zaman”lardan, “yaşanacak zamanlar” için “Gelecek gelecek, o günler de gelecek” ısrarıyla ve Bertolt Brecht’in dizelerindeki üzere: “Ormanlar daha gür olacak, daha gür./ Tarlalar daha çok şey verecek, daha çok şey./ Şehirler daha canlı olacak, daha canlı./ İnsan ömrü daha uzun olacak, daha uzun”…
Ellie Parker’ı, “Geleceğin bir vaat olduğu zamanları hatırlıyor musun? Şimdi ise bir tehdit gibi…” uyarısını asla “es” geçmeden; umut etmekle kardeş bir kavramdır gelecek; bazen uzun sürse de!
Gelecek gelmemişse; “Henüz değil” noktasınızdadır; yani umutlarımız geleceği yakınlaştıracak olgunlukta değildir hâlâ…
Bilindiği üzere ne istediğimize göre değil; ne yaptığınıza göre biçimlenir gelecek! Sadece gelmesin beklenmek yetmez…
Gelecek dünden başlar; geçmişi olmayanın geleceği olmazken; Rainer Maria Rilke hatırlatır: “Gelecek gerçekleşmeden çok önce kendini dönüştürmek için içimize girer.”
Yaşanan çağın insanı tarafından kurgulanıp, hayal gücü ve öngörülerle topluma sunulup; hayata geçirilen o, harekete geçmek için hayal kurmaktır öncelikle ve kesinlikle. Sonra o hayal için bir şeyler yapmaktır. Mâlum, hayal(ler)i babında insan yaptığı kadarını alır.
Böylelikle de gelecek insan(lar)ca biçimlendirilir. Bugün(ümüz)de hayal gücünüz ne kadar geniş ise, yarın da o kadar ilerdesinizdir. Yani gelecek, önceki nesillerde yaratılmış hayalin eseridir.
Geleceğin çok uzaklarda değil, yanı başımızda olduğunu söylerdi Aristo.
Peyami Safa’nın, “Yalancı istikbalin, şüpheli vaatlerine değil, teminatına ve senedine ihtiyacım var,” garanticiliğine prim vermeyen gelecek takvimin henüz koparılmamış yapraklarıdır; hem ümit hem de endişenin nesnesidir.
Gelecek, özlemin doğmamış çocuğudur; bir hayal, bir fikirdir. Gelecekten korkmak, kendi hayallerimizden, fikirlerimizden korkmaktır. Bu bağlamda Cemal Süreya’nın, “Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir/ Bir kez girilmiş sokaklar/ Açılmamış kapılar,” dizelerindeki üzere düşünmekten başka açarı yoktur ezilenlerin…
Evet henüz yaşanmamış şeylerin tümüdür gelecek. Onu, geçmişle beslenen bugün(ümüz)den yaratabiliriz. Umut, her daim gelecek sayfadadır. Çünkü “Gelecek, ümit sahibi için vaatlerle doludur,” Johann Wolfgang von Goethe’nin altını çizdiği gibi…
Gelecek için umut taşıyıp, korku duymamak özgür insan(lık)a özgüyken; geçmişe sabitlenerek, gelecek inşa edilemez elbette…
Bugün(ümüz)de geçmişsiz bir gelecek planlanamazken; geçmişten çok geleceği düşünmeliyiz; çünkü bugün(ümüz) vesilesiyle -bundan sonra- orada yaşayacağız; hayatın geri kalanını orada geçireceğiz.
Paulo Coelho’nun,“Geleceği nasıl seziyorum? Şimdinin işaretleri sayesinde. Gizin kökü şimdidedir; şimdiye dikkat edecek olursan, onu iyileştirebilirsin. Ve şimdiyi iyileştirebilirsen, daha sonra gelecek olan da iyi olacaktır,” ifadesindeki üzere gelecek, bugüne dahildir. Kaldı ki göreliliğe göre de geleceğin içindeyiz, onu yaşıyoruz zaten.
O hâlde Simone Weil’in, “Gelecek, şimdiyle aynı malzemeden yapılmıştır”; Mahatma Gandhi’nin, “Gelecek, bugün ne yaptığınıza göre şekillenir”; Çin atasözünün, “Geleceğin bütün çiçekleri, bugünün tohumları içindedir,” saptamalarındaki üzere ansızın geliveren gelecek, yarın yapılması planlananlarla değil, bugün yapılanla biçimlendirildiği için “Carpe Diem/ Yaşadığın Anı Kavra” denir.
Jim Rohn’un, “Bırakın başkaları küçük hayatlarla yetinsin, siz sakın yetinmeyin. Bırakın başkaları küçük şeyler üzerine tartışsın, siz sakın katılmayın. Bırakın başkaları küçük acılarına ağlasın, siz sakın ağlamayın. Bırakın başkaları geleceklerini başkalarının ellerine versinler, siz sakın vermeyin,” vurgusunu hatırlatarak toparlarsak…
“Yaşanacak zaman”, “istikbal”, “ati” olarak da adlandırılan gelecek hakkında Marcel Proust, “Ne var ki, geleceği bazen farkına varmadan içimizde taşırız, yalan zannettiğimiz sözlerimiz, yakın gelecekteki bir gerçekliği tasvir eder,”[16] derken; Jean-Paul Sartre da ekler:
“Gelecek, olgusallığın (geçmiş), kendi-içinin (şimdiki zaman) ve kendi-için için mümkün olanın (gelecek) aniden ve sonsuza dek sıkıştırılmasının kendi-içinin kendinde varoluşu olarak en sonunda kendini açığa çıkaracağı ideal noktadır.”[17]
Öyleyse “gelecek” derken; her şeyi kaybettiğimiz anda dahi, elimizde en azından gelecek olduğunu unutmadan; Konfüçyüs’ün, “Geleceği düşün, yoksa yakında pişman olursun”; Lao Tzu’nun, “Doruğa ulaşsanız bile, hâlâ ulaşılması gereken gelecek, önünüzde durmaktadır,” saptamaları hatırlanmalı…
Ayrıca geçmişi değiştiremezsek de, gelecek avuçlarımızdadır. “Gelecek için hiçbir endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor,” Albert Einstein’ın deyişindeki gibi…
Özetin özeti: Geleceği tahmin etmenin en iyi yolu, onu yaratmaktır.
KÖTÜMSERLİKLER, UÇUKLUKLAR VE ZIRVALAR
Konfüçyüs’ün, “Uzağı düşünmeyen, üzüntüye yakındır,” uyarısını kulağımıza küpe ederek; bugün(ümüz)de geç(me)mişi geleceğe bağlamak için i) kötümserliklerden, ii) uçukluklardan ve iii) zırvalardan uzak durup, onlarla hesaplaşmak “olmazsa olmaz”dır.
Öncelikle kötümserlik(ler) konusunda; “Bizi özgürlüklerden mahrum eden istisnai tedbirlerin kriz sonrasında ‘kalıcı hâle geleceği’ endişelerini paylaşıyorum, ama kıyamet söylemi destekçisi değilim,”[18] diyen Étienne Balibar’ın saptamasına bütünüyle katılıyorum…
Örneğin “Salgına Alfred Hitchcock pencerelerinden bakış”[19] veya “Covid-19 ya da Floyd sonrasında adil, barışçı, huzurlu bir dünya bekleyenler çok umutlu, çok hevesli olmasalar, iyi olacak sanki,”[20] türünden bir ele alış tarzına kesinlikle yabancıyım.
Kötümserlik, gizemli bir çekiciliğe sahip olsa da maliyetsizdir; yani kötümser bir tahlil yaptığınızda mesele nihayete erer. Çünkü umut elinizden alınmıştır; tıpkı Hannah Arendt’in, “Toplumun geleceği bireye bir şey vaat etmez; bireyin geleceği ölümden başka bir şey vaat etmez”; Herakleitos’un, “Hayat, hayat diye adlandırılır; esasında ölümdür o,” önermesindeki üzere!
Aslolan Nâzım Hikmet’in, “Yaşamak şakaya gelmez,/ büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın/ bir sincap gibi mesela,/ yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,/ yani bütün işin gücün yaşamak olacak.// Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,/ hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,/ ölmekten korktuğun hâlde ölüme inanmadığın için,/ yaşamak yanı ağır bastığından.// Böylesine sevilecek bu dünya/ ‘Yaşadım’ diyebilmen için…” dizelerindeki üzere, karamsarlıkları aşan Yaşar Kemal’in ısrarla vurguladığı “Mecbur İnsan”ı anımsamalıyız.
Umutla silahlanmak “Mecbur İnsan” olmayı kaçınılmaz kılar. O, yalnız kalsa bile itiraz eden insandır. Gelecek için bugünde her bedeli göze alarak mücadele eden insan tipidir. Tek başına kalsa da, sürgün, mahpusluk ya da ölüm rağmına geleceğin yolunu açma mecburiyetidir.
1988’de Nedim Gürsel’in sorularını yanıtlayan Yaşar Kemal’in, “Dünya öküzün boynuzunda değil, mecbur adamın sırtında duruyor”, sözleriyle tanımladığı O; Namık Kemal’in, “Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin” dizelerindeki ısrarlı, umutlu meydan okumadır!
Covid-19 günlerinde geleceği inşa etmek için ihtiyacımız olan ucuz kötümserlikler yerine “Mecbur İnsan”ların kararlığıdır!
Ve uçukluklar…
Mesela; “Bundan sonra ne olacak? Dünya, 2008’de olduğu gibi, sadece birkaç zengin için mi kurtarılacak; dijitalleşme ve gözetim yeni dünya düzeni hâline mi gelecek?
Bu trajedi sona erdiğinde her şey eskiden olduğu gibi mi olacak?..
Bu kriz dijital kapitalizme karşı son direnişi silip atmanın ve insani temastan yoksun bir toplumun gelişinin kostümlü provasına dönüşebilir,”[21] veya “Distopik totaliter rejimler yaratılabilir,”[22] türünden kestirmeci füturolojik uçukluklar, distopyalar!
Bu tür söylenceler yakın ya da uzak gelecekle ilgili hikâyelerin “kehanet”lerle sunulmasıdır.
İmam Mehdi söylenceleri, Ortaçağ sihirbazları, medyumları anımsatan böylesi bir okültizm, Marksist-Leninistler açısından ciddiye alınması mümkün olmayan uçukluklardır. Sınıfsal gerçeği, insan(lık)a ilişkin genellemelerle söylenceleriyle perdeleyip, karartan zırvalardır…
Mesela “Biz insanlar, gezegenin virüsleri hâline gelmiş durumdayız”![23]
Ya da “Yaşanan bu felaketler, doğal yaşamın insanlık tarafından tahrip edilmesinin sonuçlarını da gözler önüne seriyor”![24]
Veya “Bugün doğa Covid-19 uyarısıyla son uyarısını yapıyor insanlığa”![25]
Ardından “Kendini evrenin merkezi kabul eden, endüstri devrimiyle birlikte diğer canlıları, hayvanları ve eşyayı küçümseyen ve hareket tarzını da bu inanışı çevresinde şekillendiren insan, şimdi çaresizce kendi türünün yok oluş tehdidiyle burun buruna”![26]
Sonra da “Doğa üzerinde ‘egemenlik kurma’, ‘kontrol’, ‘çağdaş uygarlığın’ isteyerek veya istemeyerek geldiği noktaydı… ‘Covid-19 benim!’ diyebileceğimiz zaman, hem uygarlığı hem de kendimizi kurtaracağız,”[27] türünden kapitalizmsiz, sınıfız insan(lık)a mal edilen yıkım!
Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil; tüm ekosistemi yıkan bir üretim tarzı olarak kapitalizm, Covid-19 gibi salgınların sorumlusudur.
“Aslî nedeninin kapitalist toplumsal yapı olduğu”[28] göz ardı edilmeden; “Tecridin ve kapitalist çöküşün ardından ayaklanmaların başlayacak olması neredeyse kesin. Ama unutmayın: ‘Sermaye sorunun kendisi, çözüm değil’,”[29] diyen David Harvey’in uyarısı anımsanmalıdır.
“İyi de sınıfsal gerçeği, insan(lık) söylenceleriyle neden perdeleyip, karartıyorlar” mı?
Gayet basit: “İnsan sağcı veya solcu olmak zorunda mıdır? Değildir. Olayları sadece sağ-sol ikiliği üzerinden anlamak bir kolaylık ve kolaycılıktır. Herkesi öyle davranmaya davet etmek ise naiflik”tir;[30] “Sağ-sol bitti… Bu vakitten sonra artık “Kapitalizm mi, yoksa sosyalizm mi?”, “Sağ mı, sol mu?” tartışması bitmiştir. Nokta,”[31] zırvasına “meşru” bir zemin yaratmak için!
Şaşırmıyoruz! Biz “Tarihin Sonu”nu ilan edenleri de görmüştük; “Elveda Proletarya” diyenleri de!
Örnek mi? “Sınıfsal çatışmalar yakın zaman kadar dünyamızı şekillendiren ana unsurlar oldu. Şimdi ise önümüzde bilgi çağı adı verilen yepyeni bir çağ açılıyor ve bu çağdaki temel ya da birincil üretim faktörü bilgi olacak. Eskinin kavgaları ile oyalanmayı bırakıp önümüzdeki bu yeni çağın nasıl olacağını hayal etmemizde, geleceğimiz açısından çok ama çok büyük bir fayda vardır. Önümüzdeki çağ bilgi çağı ve bilgi bu çağda birincil üretim faktörü hâline gelecek,”[32] diyerek ücretli kölelik gerçeği bir anda siliverenler yanında; Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Selçuk Özdemir de “Tekno-burjuva dönemi kapıda” vurgusuyla ekliyor:
“Bu sürecin sonunda, eğer tersine çevrilemezse, sosyalleşmenin fiziksel boyutu devre dışı kalacak gibi görünüyor. İnsanların fiziksel temasının minimuma indirgenmesi, coronadan bağımsız aslında yaklaşık 10 yıldır ekonomi dünyasının gündeminde. Sanayi 4.0, hizmet ve mal üretiminin olabildiğince insansızlaştırılarak tarih boyunca insan emeğiyle yapılan işlerin otonom makineler tarafından yapılmasının kapılarını açtı. Almanya ve Japonya başta olmak üzere çeşitli gelişmiş ülkeler Sanayi 4.0’ın hayata geçmesi için yoğun çaba harcamaktadır.
İnsanların kadim ihtiyaçlarını “klasik emekten” arındırılmış olarak veya bunları minimuma indirgeyerek karşılayacak insansız karanlık fabrikalardan, mikro fabrikalara (3D-4D yazıcılar), otonom kara ve hava ulaşım araçlarına, kendi kendine öğrenebilen ve öğrendiğini diğer makinelere öğretebilen yapay zekâya sahip cihazlara çok farklı teknolojiler “Tekno-burjuvalar” tarafından geliştirilmektedir. Bir anlamda Platon’un Devlet’indeki ifadeyle birbirlerinin emeklerinden faydalanmak üzere bir araya gelerek toplumu oluşturan bireylerin, birbirlerinin fiziksel emeklerine ihtiyaç duymayacakları için bir araya gelmelerine de gerek kalmayacakları bir sosyal yapıya doğru ilerliyoruz. Kısaca Karl Marx’ın tanımlamasıyla, Sanayi 1.0 ile emeğine yabancılaşan insan, Sanayi 4.0 ile emeğiyle vedalaşmak üzeredir.”[33]
İşte birkaç satırda sınıf gerçeği ile Karl Marx’ı “silip atan” kolaycılık!
Ancak sınıf mücadeleleri tarihi böylesi kolaycılıklara hiçbir zaman prim vermedi; vermeyecek de!
Karl Marx’ın kapitalizm dair analizleri, birçok vesileyle pratikte karşımıza çıkarken; Covid-19 pandemisi de bunlardan birisi oluyor!
İnsanın insan olma değeri görmediği, kendisine, emeğine ve insan(lık)a yabancılaştığı çürüme kesitinden geleceğe yöneliniyor.
Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan işçi sınıfının mücadelesinin ücretli köleliği yerle yeksan etmesiyle, insan(lık)ın “tarih öncesi” nihayete erecektir.
Covid -19 pandemisi, sürdürülemez kapitalizm sınırları içinde insanca yaşamanın imkânsız olduğu gözler önüne serip; Marksizm-Leninizm’in güncelliğini, tek yol olduğunu bir kez daha teyit etti. Tıpkı Che Guevara’nın, “Kutsal özel mülkiyet hakkına duyduğumuz saygıyı silahlı mücadele kursunda yitirdik ve şunu gayet iyi anladık ki sıradan bir insanın hayatı dünyanın en zengin adamının bütün mülkiyetinden milyon kez daha değerlidir,”[34] ifadesindeki üzere…
ENDÜSTRİ 4.0: ROBOTLARIN “YAPAY ZEKÂSI”
Ya “Asıl sorun hangisi: Endüstri 4.0 mı, kapitalist üretim ilişkileri mi?”[35] ve “Robotların ‘yapay zekâsı’ sizi yeryüzü cennetine taşır mı?”[36] soru(n)larıyla müsemma bilimsel-teknolojik (“devrim” değil!) gelişmeler mi?
“Sanayi 4.0”, “Dördüncü Sanayi Devrimi” gibi çeşitli betimlemelerle adlandırılan “dijitalleşme çağı”nda iddia edilen odur ki: Yakın gelecekte birbiri ile durmadan haberleşen akıllı makineler, insanların günlük yaşamında büyük bir yer tutacak. İşçi sınıfı, ücretlik kölelik vb.’leri Karl Marx’ın önermelerinden farklı olacak…
Tabii “Mülkiyet ilişkisini görmezden gelirsek”![37]
Bu mümkün mü? Elbette değil!
Ama yine de kapitalist üretimde daha fazla robotun kullanılacağı, emek gücüne eskisi gibi ihtiyaç duyulmayacağı “Endüstri 4.0” ekseninde yoğun tartışmalar yürütülüp; “işçi sınıfının sonu”ndan söz ediliyor.
Nasıl olursa olsun; nihayetinde işçilerin yerini alan robotları da programlayan, üreten, piyasaya süren, kullanan işçiler olmayacak mı? Ne robotlar başka gezegenden gelecek ne de robotları yapanlar; değil mi?
Kaldı ki “Kapitalizm koşullarında, üretim araçlarında değişim ve daha gelişkin araçların kullanılması ihtiyacını belirleyen temel neden, üretim verimliliğini yükseltmek yoluyla artı-değer sömürüsünü artırmak ve böylece elde edilecek kârı büyütmek değilse nedir ki?[38]
Evet üretici güçlerdeki bilimsel-teknolojik gelişmeler, kapitalist üretimin tarzını ve ilişkilerini zorlayıp, çatallaştırırken; işçiler bu açmazın faturasıyla yüzleşiyor. Yani hayatı basitleştirip insan(lık) yaşamını kolaylaştırması gereken teknoloji, mülk sahibi sınıfların elinde milyarlarca insan için kâbusa dönüştürülüyor.
Bir ‘The Guardian’ yazarına göre “Sonunda bütün işleri robotlar yapacaklar, bir toplumsal çöküşü önlemek için şimdiden plan yapmaya başlamamız gerekiyor”ken; “sorumlu teknolojidir” saptamasından önce “Teknoloji neden bu yönde gelişiyor?” demeli. Teknolojinin, günümüzde “kâr makinesine” yeni alanlar açabilme, kârlılığı artırabilme beklentisine göre mali destek alarak geliştiğini görmeliyiz.
“Zorlayıp, çatallaşma” olarak ifade ettiğim sorunun özünde, teknolojinin üretim, kullanım koşullarını belirleyen, kâr makinesi kapitalist sermaye ile piyasanın mülkiyet ilişkileri yatıyor.
Özetle “Kapitalist uygarlık artık kendi sonuçlarından korkuyor, bunlara çözüm üretemiyor bu da onun çoktan barbarlık dönemine girdiğini düşündürüyor.”[39]
Gerçek(ler) ile imkân(lar)ın paradoksal konumlanışı geleceğin önünü açmıyor; aksine barbalık ekseninde tıkıyor!
Kolay mı?
BM UNCTAD verilerine göre, 2015 itibariyle dünya sanayi sektörlerindeki robot sayısı 1 milyon 600 bini aşmıştı. Bu yüzyılın başına değin bir yılda kurulan robot tesisi adedi 50 bin civarında idi. 2010’lu yıllarda bu rakam yılda 250 bini aşmıştı.[40]
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) öngörülerine göre de, sanayi sektörlerinde yoğunlaşması beklenen robot kullanımı ve otomasyona dayalı üretim biçimleri önümüzdeki yüzyılda sanayide çalışanların en az yüzde 40’ını olumsuz etkileyecek; onlarca iş sahası, yerini robotların düzenleyeceği iş süreçlerine bırakacak.[41]
‘McKinsey Küresel Enstitüsü’nün araştırmacıları ise otomasyonun ve yapay zekâ ile donatılmış robotların sanayide yaygınlaşması sonucunda 2030’a değin 400 milyon istihdam kaybının yaşanacağını vurgulamakta ve bu rakam küresel işgücü arzının yüzde 14’üne ulaşmakta.[42]
Malum, 2008 krizi sonrasında küresel ekonomik krizinden çıkamayan kapitalist dünyanın küresel güçlerinin gündemi “Sanayi 4.0” olup çıktı. Yani robotların bütünüyle insan emeğinin yerini aldığı tam otomasyon!
“Sanayi 4.0” ya da “4. Sanayi Devrimi”ne değin, kapitalist üretim teknolojik gelişme açısından 3 önemli dönüşüm geçirdi.
1712’de buhar makinesinin icadı ile su ve buhar gücüne dayalı bir üretim tekniği ve mekanik tesisler üretim süreçlerine uyarlandı. Bu, XVIII. yüzyılda “1. Sanayi Devrimi” olarak tarihe geçti.
1840 telgraf ve 1880 telefon icatları eşliğinde elektrik gücünün sanayide kullanılması, “2. Sanayi Devrimi” olarak nitelendirildi. Kitlesel üretim muazzam ölçülerde artarken bu süreç, Taylorist yönetim, Fordist üretim ve İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyal devlet mekanizmalarıyla zirveye ulaştı.
1970’li yılların başlarından itibaren “Bilgisayar Teknolojisi 3. Devrimi”ni başlattı. “Dijital Devrim” olarak da adlandırılan “3. Sanayi Devrimi (3.0)” ile bilgi teknolojileri üretim süreçlerine uyarlandı.
Bu süreçte, Fordist üretim tekniğinin mümkün kıldığı kitlesel ve seri üretimin yanı sıra, küçük ölçekte üretimin esas olduğu Post-fordist üretim teknikleri de yaygınlaştırıldı. Büyük ölçekli üretime eklemlenen küçük ölçekli üretim ağlarıyla işçi ücretleri reel olarak gerilerken, sendikal örgütlenme zayıflatıldı. Kamusal mal ve hizmet üretimi piyasaya terk edildi. Eğitim, sağlık, barınma, su vb. toplumun temel ihtiyaçları büyük oranda meta üretimine dahil edildi.
Nihayet teknolojik gelişmelerin son halkası olarak “4. Sanayi (4.0) Devrimi” ise 2008 krizi sonrasında ilk defa 2016’da Davos’daki ‘Dünya Ekonomik Forumu’nda gündeme alındı ve tartışıldı. Ardından bütün ülkeler ve sermaye grupları “4. Sanayi Devrimi” yarışında pay kapmak için yoğun bir rekabete tutuştu.
XXI. yüzyılın ilk çeyreğinde ilan edilen “Sanayi 4.0”, esasen tasarım, üretim, taşıma, hizmet, ticaret gibi süreçlerde bütünüyle bilgisayar teknolojilerinin ve robotların görev aldığı, insan emeğine olan ihtiyacın ise büyük oranda ortadan kaldırıldığı bir düzeni tarif ediyordu. Bu, günümüz koşullarında mümkün değildir. Otomasyon kimi ülke, bölge ve sektörlerde mümkün olsa da bütünüyle uygulanamayacaktır. Bu durum kapitalist üretim ilişkilerinin çelişkileri ve sermaye birikiminin karakteristik yapısından kaynaklanmaktadır.
Birincisi, kapitalizm canlı emek sömürüsüyle elde edilen artı-değer olmadan varlığını sürdüremez.
İkincisi, üretimin tamamen robotlar tarafından gerçekleştiği bir ortamda toplumun büyük bir kısmı tüketmek için gelir kaynağından mahrum kalacaktır. Kapitalistler ürettiklerini satamayacak ve yeniden üretim mümkün olamayacaktır.
Üçüncüsü, sermaye birikiminin temeli olan canlı emeğin bir sonucu olarak, artı-değer üretilmeyecekse kapitalistlere ihtiyaç kalmayacaktır…
Kapitalist üretim koşullarında dünya ölçeğinde tam otomasyonun mümkün olamayacağına dair çelişkileri arttırmak mümkündür…
Kapitalizmde artı-değeri yükseltmenin iki yöntemi bulunmaktadır. Bunlardan biri, işçileri veri teknoloji düzeyinde daha yoğun ve uzun çalıştırmak, ötekisi teknolojiyi geliştirip daha yetkin makinelerle işçi başına verimliliği, yani üretim miktarını arttırmaktır.
Karl Marx, birincisine mutlak artı-değer, ikincisine nispi artı-değer demiştir. Birincisinin fiziki ve biyolojik sınırları vardır. İkincisi ise özellikle kriz dönemlerinde uygulamaya geçirilebilmektedir.
Lâkin bütün bu süreçler çelişkilerle birlikte ilerlemektedir. Kapitalistler bir yandan teknolojiyi bütün potansiyel sınırlarına doğru sürüklerken, rekabet ve kâr oranlarının düşüşü, aşırı üretim, yetersiz talep vb. nedenler ekonomik krizlerle birlikte sınıfsal çelişkileri derinleştirmektedir…
Teknolojik gelişmelerin üretim süreçlerine uyarlanması büyük oranda kapitalist ekonomik krizlerin akabinde gerçekleşmiştir. Liberal İktisatçı J. A. Schumpeter, bu durumu “yaratıcı yıkım” teziyle açıklamış, kapitalizmin temel dinamiğinin teknolojik yenilik olduğunu savunmuştur.
Kriz dönemlerinde kapitalistlerin büyük teknolojik atılımlara yönelmesinin temel nedenleri azalan kâr oranlarını yükseltmek ve işçilerin kapitalistlere karşı sınıfsal gücünü kırmak isteğidir. Ekonomide, büyük ölçekte değişim yaratan yeni teknolojilerin önemli bir özelliği, krizlerin akabinde patlak veren savaş süreçlerinde geliştirilmiş olmalarıdır. Silah sanayisinde geliştirilen bu teknolojiler, savaşların akabinde üretim sanayisine kaydırılıp verimlilik artışı sağlanmıştır.
Örneğin İkinci Paylaşım Savaşı esnasında en büyük AR-GE birimi olarak tarihe geçen Manhattan projesinde, 43 bin bilim insanı ve teknisyen birbirinden habersiz bir biçimde atom silahı üretimine sevk edilmiştir.
Kapitalist üretim içinde teknolojik yenilikler krizlerin geçici olarak aşılmasında ve sermeye birikiminin sürdürülmesinde temel rol oynamaktadır. Onun için 2008 dünya ekonomik krizinin ardından “4. Sanayi Devrimi” ile robotların gündemde olması tesadüf değildir.
Bununla birlikte işçi başına verimliliğin sınırlarına yaklaşıldıkça, sistem daha şiddetli krizlere gebe kalacaktır. Toplumsal ve ekolojik yıkıma değin artan çelişkiler ise toplumun kapitalist üretim tarzıyla hesaplaşmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Velhasıl, üretimin toplumsal karakteriyle üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkiler dikiş tutmamaktadır. Baş döndüren teknolojilere karşın günümüzde hâlen insan faktörünün üretimde kullanılıyor olmasının temel nedeni sermaye birikiminin sürmesine olanak tanıyan unsurun canlı insan emeğinin oluşudur.
Birikmiş emeğin bir ürünü olarak sermayenin gücüne dönüşen robotlar artı-değer üretme yeteneğine sahip değildir! Robotlar kapitalistlerin ürünlerini satın alamazlar! Üretim süreçleri bütünüyle otomasyona uğratıldığında sermaye birikimi sürdürülemeyecektir!
Buna rağmen rekabet ortamında kapitalistler teknolojiyi geliştirmek zorundadırlar. Bu da sistemi çıkmaza sokmaktadır.[43]
Ancak ortada ne kaygılanacak bir durum var, ne de teselli ihtiyacı: İşçilerin ücretli köleliliği ilgasına yönelik olarak bırakın robotlar üretim yapsın ve insanlar özgürleşsin. Daha fazla okusunlar, daha fazla spor yapsınlar, daha fazla bilim ve sanatla uğraşsınlar ve daha fazla eğlensinler!
O hâlde sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız yeni bir dünya yolunda işçilerin robotlara karşı değil, kapitalizme karşı mücadele etmelidirler.
Özetle robotların, “yapay zekâ”nın yaratacağı bir gelecekten değil; ücretli köleliğin ilgasıyla kazanılacak bir gelecektir gelmekte olan.
VE COVID-19 FASLI!
“İnsanlık kapitalizmi tercih ederek ve kapitalizmi aşan (post-kapitalist) bir sosyo-ekonomik sisteme geçemeyerek ‘karanlık ve felaketlerle’ dolu bir geleceğe doğru sürüklenmektedir,”[44] türünde fantastik söylencelerin ötesinde “Covid-19 Şoku”[45] dair hakikâtlerden bir kaçını sıralarsak…
Prof. Dr. Sinan Alçın, “Coronavirüs nedeniyle sektörlerin toparlanması 10 yılları alacak. İşsizlik yükselecek. Yoksulluk artacak. Dünya genelinde eşitsizlik ve ülkelerde de daha otoriter yönetimler göreceğiz… Büyük yıkım yaşanacak,”[46] derken; pandemi, hükümetlerin kamu harcamalarını artırmalarına yol açtı. Bütçe açıkları dünya genelinde yüzde 10’ları geçerken; bu da dünya genelinde enflasyon artışı ve pahalılık anlamına geliyor.[47]
Örneğin UNCTAD, salgından ötürü dünya ihracatının 2020 sonuna kadar 800 milyar dolar daralacağını öngörürken IMF, küresel ekonomide daralmanın yüzde 5’i aşacağı öngörülerini paylaşıyordu. ILO ise 2020’nin birinci çeyreğinde çalışılan saat miktarının yüzde 4.5 gerilediğini; bunun da 130 milyon tam zamanlı istihdam kaybı anlamına geldiğini söylüyordu.[48]
IMF tahminlerine göre, dünya ekonomisi satın alma gücü paritesine göre, 3.7 trilyon dolar daralacak. Bu da Almanya ekonomisinin büyüklüğü kadar daralma anlamına geliyor. Dünya ekonomisinin büyüklüğü 138.3 trilyon dolara inecek.[49]
Ve nihayet Covid-19 salgının ekonomiye etkilerine ilişkin olarak Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, “Bıraktığı hasar 1929 buhranından da büyük olacak,” diyordu.[50]
Salgın normalleşe dursun!.. Küresel kriz derinleşiyor… Finans kapitalin borç kalkanı salgınla birlikte hızla ağırlaşıyor ve kapitalizmin yakın dönemdeki Aşil topuğuna dönüşüyor. Bugünü kurtarmaya yönelik çabalar, yarının çok daha köklü yapısal krizinin tuğla taşlarını döşüyor.
İktisadi olduğu kadar siyasal; siyasal olduğu kadar yönetimsel, ulusal ölçekli oldu olduğu kadar uluslararası çok boyutlu toplumsal bir kriz sarmalının içinden geçiyoruz. Sonuçlarının nasıl bir spektrumda yapılanacağını izleyen dönemde göreceğiz,[51] taraf olacağız…
Krizler, baskılar, şoklar, beklenmedik olaylar, şaşkınlıklar, toplumsal stresler, hem ezilen insanlar hem de iktidarlar için yeni tehdit ve imkânları ortaya çıkarır.
Her kriz, mevcut sistemin zayıflıklarını, kırılganlıklarını ortaya çıkarırken; tarihte her büyük savaştan ve salgından sonra yeni bir düzen kurulduğuna şahit olmuştur insanlık.
Şimdi corona ezilenlere sürdürülemez kapitalist sistemin tüm aksaklıklarını gösterirken; mücadele dolu bir geleceğin de kapısını aralıyor.
Kolay mı? “Covid-19 ile kapitalizmin sıvası döküldü.”[52]
Corona virüs vesilesiyle yerkürenin içine girdiği sosyoekonomik koma hâlinin yakın gelecekte de süreceği anlaşılıyor. Özetle bütün maskeleri yırtan corona tarihi hızlandırıp, küresel değişimi zorluyor.
Şimdi soru(n), dünya çapında dehşet yaratan pandeminin yeni bir dünyanın kapısını mı açacağı ya da hasar tablosu ne olursa olsun, bir takım “onarım”larla kapitalist vahşetin devam mı edeceğindedir?
Bu iki farklı gelecek tahayyülüdür? Ve tarih gündeme aldığı sorunun yanıtını aramaktadır!
Egemenler zevahiri kurtarmak için -sanki eskisi bir matahmış gibi!- “yeni normal”den söz ediyorlar!
“Yeni(den) Normal(iniz)” mi? Hayır…
Çünkü “Yeni Normal”de karşılaşacağımız toplumsal sonuçlarla: i) Gelir dağılımı iyice bozulacağı için sınıflar arası eşitsizlikler çok daha keskinleşecektir; ii) Zenginler daha zenginleşir, yoksullar daha yoksullaşırken, ortadakiler, alt gelir grubuna doğru erozyona uğrayacak, alt gelir grubu büyüyecektir; iii) Geçim derdi, bütün toplumsal sorunların önüne geçecektir.[53]
Covid-19 salgını sonrasında döneceğimiz “Normal” hayatın “Eski Normal”den daha beter olacağını herkes biliyor. Bütün dünya ekonomisi daralacaktır. Sermayenin sömürüsü daha da artacak, hem ülkeler arasındaki hem de ülkelerin kendi içlerindeki gelir dağılımı daha da bozulacaktır. Zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul olacaktır.
Bu koordinatlarda ezilenler corona salgını ve yıkıntıları ile mücadele edip, pandemi sonrası yeni bir dünya talebini öne çıkarırken; Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof. Canan Sokullu’nun, “Yeni bir dönemin kapıları açılıyor,”[54] uyarısının bilincinde olmalıdırlar.[55]
“Neden” mi? İtalya’da felaket sırasında işleri kaybedenlerin kaygıları ve öfkesi giderek büyüyor…
‘La Stampa’nın başyazısı yaşam standartları gerileyen insanların sorunlarını dile getirip, “Bu öfkeyi nasıl frenleyeceğiz,” diye soruyor.
Linda Laura Sabbadini’nin imzasını taşıyan yazı, İtalya’da 2000’ler öncesinde yok edilen mutlak yoksulluğun 2008 kriziyle yeniden hortladığını, şimdi pandemiyle kangrenleşeceğini, bunun kaçınılmaz bir öfke patlamasına yol açacağını söylüyor.
‘Sosyoekonomik Araştırmalar Enstitüsü’nün (CENSIS) bulguları iki yıl öncesinde zaten İtalyanların on yıldır süren ekonomik kriz nedeniyle “mütecaviz”, “öfkeli” ve “egoist” olduklarını tespit etmişti.
CENSIS’in 2019’daki araştırması da kurumlara güvenini yitiren halkın sorunlarına çare bulacak “güçlü bir lider” arayışında olduğunu ilan ediyordu.
“Pandemi ve karantina başlamadan önceki manzara buydu. Sonrasını siz hesap edin,”[56] diyen Nilgün Cerrahoğlu ya da “Neden Covid-19 krizi alternatif bir realite yaratmanın bir aracı olmasın? Ancak nereden başlamalı?”[57] sorusuyla Ergin Yıldızoğlu haksız mı?
Tam da burada “Coronavirüs salgını, kapitalist makineyi gıcırdayarak aksar hâle geldi,” vurgusuyla sorup/ saptıyor Arundhati Roy: “ “Bu motoru nasıl çalışmaz hâle getiririz? Görevimiz bu”![58]
“KİMSE YOKTUR UMUT ETMEMEYİ ÖNLEYECEK”
İnsan(lar) tarih(lerin)i kendileri yapıyorlar, fakat belli koşullarda yapıyorlar. Corona salgını da bu koşullara eklenirken; geleceği yine de ulusal ve sınıfsal çatışmalar belirleyecektir. Ancak John Steinbeck’in, “Korkulacak zaman, insan’ın bir ülkü uğruna acı çekmeyi ve ölmeyi reddettiği zamandır”;[59] Rosa Luxemburg’un, “Hareket etmeyen zincirlerini fark edemez,” uyarılarına mündemiç gerçeği “es” geçmeden elbette!
Çünkü Güney Koreli felsefeci Byung-Chul Han’ın, “Coronavirüs bizi bir ‘sağ kalma toplumuna’ indirgedi”ği[60] hâlde; tarihin yeniden birçok şeyi göze alan insan(lar) tarafından biçimlendirileceği bir ufka doğru ilerliyoruz.
Bu güzergâhta John Bellamy Foster’ın, “Kapitalizmi devirecek olan devrimci sosyalist protesto fırtınası esas olarak, emperyalizmin yaşam koşullarını çok kötüleştiren Global Güney’den gelecektir. Ancak dünya çapında sistemin değişmesi, Amerika Kalesi içinden gelecek ayaklanmaya da bağlıdır, ABD kapitalizminin kendi yapısal krizi nedeniyle bu gerçek, beklendiğinden önce ortaya çıkıyor,”[61] saptaması yaşamsal önemdeyken; gelecek için:
Che Guevara’nın, “Fikirler ve gelecek dimdik ayakta. Şüphesiz: tam özgürlüğümüzün iskeleti kuruldu, tek eksik kanlı canlı bir vücut ve giysiler, onu da yaratacağız”…
Yaşar Kemal’in, “İnsanların mayasında; güzel, aydınlık, pırıl pırıl, umut, gelecek türküleri söyleyen düş dünyaları kurmak var”…
Cicero’nun, “Yarınlar, yorgun ve bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen gayretli insanlara aittir”…
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin, “Güzel günler sana gelmez, sen onlara yürüyeceksin,” uyarılarını hatırlayın, hatırlatın…
20 Haziran 2020 16:23:12, İstanbul.
N O T L A R
[*] Önsöz Dergisi, No:45, Yaz 2020…
[1] Nâzım Hikmet.
[2] Jean Birnbaum, “Étienne Balibar: Ne Riskler Karşısında ne de Alınan Önlemlerde Eşitiz”, Le Monde, 22 Nisan 2020… https://medyascope.tv/2020/04/29/etienne-balibar-ne-riskler-karsisinda-ne-de-alinan-onlemlerde-esitiz/
[3] Orhan Bursalı, “Değişecek Olan Nedir? Hayaller ve Gerçekler!”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2020, s.6.
[4] “Prof. Dr. Bilsay Kuruç: Coronavirüs Sonrası Ekonomi ve Düzen – 1”, 30 Mayıs 2020… https://gazetemanifesto.com/2020/soylesi-prof-dr-bilsay-kuruc-coronavirus-sonrasi-ekonomi-ve-kriz-360996/
[5] İrfan Aktan, “Hamit Bozarslan: Ya Küresel Tiranlık Ya Enternasyonalizm”, 23 Mayıs, 2020… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/05/23/hamit-bozarslan-ya-kuresel-tiranlik-ya-enternasyonalizm/
[6] Le Monde, 10 Nisan 2020.
[7] “Roubini: 10 Yıl Boyunca ‘Daha Büyük Buhran’ Kaçınılmaz”, Dünya, 6 Mayıs 2020, s.9.
[8] “Salgın Sonrası Dünya-3”, Cumhuriyet, 29 Nisan 2020, s.9.
[9] Albert Camus, Veba, çev: Nedret Tanyolaç Öztokat, Can Yay., 2013.
[10] José Saramago, Körlük, çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 1995.
[11] Ergin Yıldızoğlu, “Coronadan Sonra Kaos”, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2020, s.15.
[12] Friedrich Engels, Anti-Dühring: Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor, Çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1966.
[13] Alex Callinicos, “Hayatta Kalabilmek Adına, Hayatımızın Mücadelesini Veriyoruz”, 25 Nisan 2020… https://marksist.org/icerik/Dunya/13871/Alex-Callinicos-Hayatta-kalabilmek-adina,-hayatimizin-mucadelesini-veriyoruz
[14] George Orwell, 1984, çev: Celâl Üster, Can Yay., 2000, s.45.
[15] Louis Ferdinand Celine, Gecenin Sonuna Yolculuk, çev: Yiğit Bener, Yapı Kredi Yay., 2002.
[16] Marcel Proust, Sodom ve Gomorra (Kayıp Zamanın İzinde), çev: Roza Hamken, Yapı Kredi Yay., 2017
[17] Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik-Fenomenolojik Ontoloji Denemesi, çev: Turhan Ilgaz-Gaye Çankaya Eksen, İthaki Yay., 2009.
[18] Mathieu Dejean, “Étienne Balibar: Muhtemelen Bu Sadece Başlangıç”, 20 Nisan 2020… https://gercegingunlugu.blogspot.com/2020/04/etienne-balibar-muhtemelen-bu-sadece.html
[19] Erhan Karaesmen, “Salgına Hitchcock ve Camus Pencerelerinden Bakış”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2020, s.2.
[20] “Yakın zamana kadar sosyologlar, siyasal bilimciler, tarihçiler, ‘Covid-19 salgını bittikten sonra nasıl bir dünyada yaşayacağız’ konusunu tartışıyordu. Şimdi ABD’de soru ‘Floyd’dan sonra nasıl yaşayacağız?’ şekline dönüştü.
Paris Komünü’nden Gezi’ye, Occupy Wall Street’ten Arap Baharına kadar öğrendik ki, düzeni değiştirmek pek de kolay değil. Çünkü karşınızda sizden daha kıdemli, daha esnek, daha örgütlü bir mekanizma var. Silah bunların elinde, mahkemeler hapishaneler bunların denetiminde, okullarda çocuklarımızı bunlar eğitiyor, medyaları ile bütün yurttaşları bunlar aldatıp, zehirliyor. Kısmi ve geçici olsa da ideolojik egemenliği ele geçirmek yeterli değil. Başka bir dünya isteyenler, o dünyayı ayrıntılı ve somut olarak betimleyip, büyük çoğunluk için mevcut evrenden çok daha iyi olduğunu radikal bir şekilde kanıtlamadan ancak mevzi başarılar kazanabiliyor.” (Ragıp Duran, “Hepimiz George Floyd Olduk Ama…”, 8 Haziran 2020… https://artigercek.com/yazarlar/ragipduran/hepimiz-george-floyd-olduk-ama)
[21] Le Monde Diplomatique, Nisan 2019… https://mondediplo.com/2020/04/01edito
[22] Anna Carthaus, “Yuval Noah Harari: Pandemiden Sonra Dünyayı Ne Bekliyor?”, 26 Nisan 2020, https://sonhaber.ch/pandemiden-sonra-dunyayi-ne-bekliyor/
[23] “Antropolog Philippe Descola: Biz İnsanlar, Gezegenin Virüsleri Hâline Gelmiş Durumdayız”, 24 Mayıs 2020… https://medyascope.tv/2020/05/24/antropolog-philippe-descola-biz-insanlar-gezegenin-virusleri-hâline-gelmis-durumdayiz/
[24] Alastair Gee-Dani Anguiano, “İnsan Çağı’nı Biz Yarattık ve Sonuçlarıyla Yüzleşiyoruz”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2020/05/07/insan-cagini-biz-yarattik-ve-sonuclariyla-yuzlesiyoruz
[25] Muhsin Boz, “İnsanlığa Son Uyarı: Covid-19”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2020, s.2.
[26] Sibel Ersöz, “Corona’nın Düşündürdükleri ve Öğrettikleri – 2”, 17 Nisan 2020… https://www.politez.com/detail/sibel-ersoz/10256/coronanin-dusundurdukleri-ve-ogrettikleri-2
[27] Orhan Bursalı, “Kurtuluşumuz ‘Covid-19 Biziz’ Dediğimizde”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2020, s.6.
[28] “Dr. Gaye Yılmaz ile Söyleşi: Ekoloji Sorunlarının Aslî Nedeni; Kapitalist Toplumsal Yapı”, 11 Mayıs 2020… https://www.yesildirenis.com/2020/05/11/dr-gaye-yilmaz-ile-soylesi-ekoloji-sorunlarinin-asli-nedeni-kapitalist-toplumsal-yapi/
[29] David Harvey, “Amerika’nın Sorunlarının Çözümü Kapitalizm Değil, Kapitalizm Sorunun ta Kendisi”, 5 Haziran 2020… https://www.ekdergi.com/amerikanin-sorunlarinin-cozumu-kapitalizm-degil-kapitalizm-sorunun-ta-kendisi/
[30] Mücahit Bilici, “Sol Nedir, Sağ Nedir?”, 30 Mayıs, 2020… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/05/30/sol-nedir-sag-nedir/
[31] Verda Özer, “Kapitalizm Çöküyor mu?”, Milliyet, 22 Nisan 2020, s.14.
[32] Murat Özbülbül, “Neo-Liberalizm Sonrası Neososyalizm”, 13 Mayıs 2020… https://sonsoz.com.tr/neo-liberalizm-sonrasi-neososyalizm/
[33] “Salgın Sonrası Dünya-1”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2020, s.8.
[34] Che Guevara, 19 Ağustos 1960’ta Kübalı milislere hitaben yaptığı konuşma, “Devrimci Tıp Üzerine”, Monthly Review, Ocak 2005.
[35] “Asıl Sorun Hangisi: Endüstri 4.0 mı, Kapitalist Üretim İlişkileri mi?”, Kızıl Bayrak, No:2018/46, 7 Aralık 2018, s.8.
[36] Fikret Başkaya, “Robotların ‘Yapay Zekâsı’ Sizi Yeryüzü Cennetine Taşır mı?”, Kaldıraç, No: 209, Aralık 2018, s.76-78.
[37] Bülent Falakaoğlu, “Kapitalizm Olmasaydı Teknoloji Mutlu Ederdi”, Evrensel, 23 Mart 2018, s.5.
[38] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.
[39] Ergin Yıldızoğlu, “Ah Şu Robotlar…”, Cumhuriyet, 22 Eylül 2016, s.9.
[40] Erinç Yeldan, “Robotlar, İşgücünün Değişen Niteliği ve Bilgi Sermayesi”, Cumhuriyet, 28 Mart 2018, s.11.
[41] Otomasyon nedeniyle Türkiye’de, 2030’a kadar işgücündeki 5.6 milyon kişinin mesleğindeki rolünü değiştirmesi, 2 milyon kişinin de farklı meslek edinmesi gerekecek… Türkiye’deki 800 meslek ve 2 bin iş aktivitesini 17 yetkinlik bazında analiz eden McKinsey Türkiye, 2030’a kadar bu mesleklerin yüzde 60’ındaki işlerin üçte birinden fazlasının otomasyonla yapılabileceğini ortaya koydu. ‘İşimizin Geleceği: Dijital Çağda Türkiye’nin Yetenek Dönüşümü’ başlıklı rapora göre, mesleklerin yüzde 2’si ise otomasyon sonucu ortadan kalkacak.
McKinsey ortağı Pınar Gökler Özsavaşçı’nın verdiği bilgiye göre, ortalama yüzde 20-25 otomasyon baz alındığında Türkiye’de 2030’a kadar 7.6 milyon iş kaybolurken, 8.9 milyon yeni iş oluşabilecek. Ayrıca, başta teknolojiyle ilgili alanlarda olmak üzere, tamamı yeni 1.8 milyon iş oluşturulabilecek. (“7.6 Milyon İşçi Tehlikede”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2020, s.11.)
[42] McKinsey Global Institute, “AI, Automation, and The Future of Work: Ten Things To Solve For”, Temmuz 2018.
[43] Sinan Araman, “Endüstri 4.0, Kapitalizm ve Putin”, Evrensel, 11 Mart 2018, s.7.
[44] Alpaslan Akçoraoğlu, “Felaket Çağında Kapitalist Uygarlığın Açmazları”… https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2020/05/29/felaket-caginda-kapitalist-uygarligin-acmazlari/
[45] Ergin Yıldızoğlu, “Dünya Kaç Kutuplu?”, Cumhuriyet, 8 Haziran 2020, s.11.
[46] Şehriban Kıraç, “Prof. Dr. Sinan Alçın: Büyük Yıkım Yaşanacak”, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2020, s.15.
[47] “Dünya Genelinde Pahalılık Geliyor”, 8 Mayıs 2020… https://marksist.org/icerik/Dunya/13960/Dunya-genelinde-pahalilik-geliyor
[48] Erinç Yeldan, “Covid-19: İnsan mı, Ekonomi mi?”, Cumhuriyet, 10 Haziran 2020, s.15.
[49] “Dünyadan Bir Almanya Silinecek: Salgın 3.7 Trilyon Doları Götürecek”, 5 Mayıs 2020… https://artigercek.com/haberler/dunyadan-bir-almanya-silinecek-salgin-3-7-trilyon-dolari-goturecek
[50] “Albayrak: Salgının Bırakacağı Hasar 1929 Buhranından da Büyük Olacak”, 29 Nisan 2020… https://www.istanbulgercegi.com/albayrak-salginin-birakacagi-hasar-1929-buhranindan-da-buyuk-olacak_218137.html
[51] Ahmet Haşim Köse, “Aşil’in Kalkanı ya da Topuğu: Üç Eksende Küresel Kriz Yönetimi…”, 20 Mayıs 2020… http://direnisteyiz27.org/asilin-kalkani-ya-da-topugu-uc-eksende-kuresel-kriz-yonetimi-ahmet-hasim-kose/
[52] Yakut Irmak Özden, “Salgının Çıkarımları”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 2020, s.2.
[53] Emre Kongar, “Covid-19 Sonrası Yaşam-2 Toplum”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2020, s.2.
[54] Mine Esen, “Prof. Canan Sokullu: Kara Delikler Ortaya Çıktı”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2020, s.7.
[55] ‘Le Monde’daki bir yazıya göre coronavirüs pandemisi İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeninin ve böylelikle ABD’nin liderliğinin sonunu getirdi. (“Le Monde Gazetesi: Coronavirüs, Bildiğimiz Hâliyle Dünya Düzeninin Sonunu Getirdi; Lider Artık ABD Değil”, 3 Mayıs 2020… http://direnisteyiz27.org/le-monde-gazetesi-coronavirus-bildigimiz-hâliyle-dunya-duzeninin-sonunu-getirdi-lider-artik-abd-degil/)
[56] Nilgün Cerrahoğlu, “Umut, Korku ve Öfke”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 2020, s.7.
[57] Ergin Yıldızoğlu, “Rejim Kendine Yeni Bir Realite Arıyor”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2020, s.11.
[58] “Arundhati Roy: Görevimiz, Motoru Çalışamaz Hâle Getirmek”, 12 Mayıs 2020… https://gercegingunlugu.blogspot.com/2020/05/arundhati-roy-gorevimiz-motoru-calsamaz.html
[59] John Steinbeck, Gazap Üzümleri, çev: Belkis Dişbudak Çorakçı, Sel Yay., 2015.
[60] “Byung-Chul Han: Coronavirüs Bizi Bir ‘Sağ Kalma Toplumuna’ İndirgedi”, 21 Mayıs 2020… https://www.a3haber.com/2020/05/21/guney-koreli-felsefeci-kultur-kuramcisi-byung-chul-han-coronavirus-bizi-bir-sag-kalma-toplumuna-indirgedi/
[61] Michael D. Yates, “John Bellamy Foster: Trump, Neo-Faşizm ve Covid-19 Salgını” 6 Mayıs 2020… https://www.ykp.org.cy/2020/05/yazilar/iktibas/john-bellamy-foster-ile-soylesi-trump-neo-fasizm-ve-covid-19-salgini/