Politik eylem; siyasal, sınıfsal ve toplumsal bir değişim veya kazanım için gerçekleştirilen bilinçli bir eylemdir. Politik eylemleri değerlendirirken burjuva ideolojisinin kriterleri ile ML’lerin kriterleri farklıdır.
Burjuvazi, onun ideolojisi ve devleti esasen nitelik olarak eylemin siyasi iktidarı hedef alıp almadığına, siyasi iktidar açısından bir ‚tehdit‘ oluşturup oluşturmadığına bakar, biçimsel olarak ise politik eylemin düzenin icazet sınırları içinde olup olmadığıyla ilgilenir.
Burjuvazi ve/veya devleti nitelik olarak kendisi için ‚tehdit‘ veya ‚tehlike‘ olarak değerlendirirse o eylemin biçimine bakmaksızın türlü yöntemlerle eylemi itibarsızlaştırmaya, bastırmaya, kriminalize etmeye ve baş edemezse yasaklamaya kalkışır. Bu yönüyle her ne kadar devlet sözcüleri, politik eylemler hakkında konuşurken hep biçime vurgu yapsalarda esasta daima niteliğiyle ilgilenirler.
Politik eylemin dört temel yanını şu şekilde sıralayabiliriz: a) Muhtevası(Konusu) b) Biçimi c) Yöntemi d) Niteliği
- Politik Eylemin Konusu
Eylemin muhtevası yani teması, içeriğidir. Eylemin neyle ilgili olduğudur. Eylemin hangi talepler ile yapıldığına verilen cevap o eylemin konusu, muhtevasıdır.
- Politik Eylemin Biçimi
Eylemin somut alana düzen-içi bir şekilde mi, illegal bir şekilde mi uygulandığı sorusunun cevabı, eylemin biçimidir.
- Politik Eylemin Yöntemi
Eylemin eyleniş şekli. Eylemin somut alana nasıl uygulandığı sorusunun cevabı, eylemin biçimidir. Diğer bir değişle, eylemin hayata geçiriliş, ete kemiğe bürünüş şeklidir.
- Politik Eylemin Niteliği
Eylemin muhtevasını, biçimini ve yöntemini belirleyen perspektif, eyleme yön veren, eylemin ilkelerini ve etiğini belirleyen düşünce sistematiği, eyleme neden olan -düşünsel- hareket noktasıdır.
Politik Eylemin Diyalektiği
Bir eylemin biçimi, muhtevası, yöntemi ve niteliği arasında diyalektik bir bağ vardır. Bu bağ ve doğrultu korunarak bir eylem, belli nihai amaçlar uğruna diğer başka eylemlerle birleştirilerek bir stratejiye tâbi kılındığında, artık o eylem yalnızca kendi özelinde değerlendirilmez. O artık aynı zamanda bir zincirin halkasıdır.
(***)
Yasal olan ve yasa-dışı sayılan durumlarda da eylemlerin doğru, taleplerinin haklı olabileceği gerçeğini kavramak durumundayız. Bir politik eylemi değerlendirirken izlediği yolun doğru olup olmadığı, taleplerinin haklı olup olmadığı esastır. Çünkü eylem meşruluğunu ve başarısını tam olarak buradan alır.
Haklı politik eylem, haksız politik eylem diye bir tanımlama olamaz! Çünkü politik eylem, bir kişinin, grubun, örgütün, sınıfın, devletin vb bir durum karşısında onu değiştirmek üzere gösterdiği (doğru veya yanlış) bilinçli tutumdur.
Haklılık-haksızlık muhtevayla(konu ve taleplerle) ilgilidir, eylemin tam olarak kendisiyle ilgili olan ise doğru olup olmadığıdır! Ve bir politik eylemin muhtevası, biçimi, yöntemi ve niteliği arasındaki diyalektik bağ doğru kurulmadığında, bunlardan biri diğeriyle uyumlu olmadığında o eylemin amacına ulaşması da mümkün olmaz.
Muhteva-Biçim-Yöntem-Nitelik arasındaki uyumsuzluk, eylemin haklı taleplerine rağmen meşruluğunu kaybetmesine neden olabilir. Bir politik eylem yasal olmasa da öne sürdüğü (muhteva bakımından) taleplerin haklılığı, (biçim bakımından) eylemin eylenişinin andaki rasyonal durumla uyumluluğunun tam olması ve muhteva ile biçimin andaki somut durumda gücünü nitelikten alıyor olmasının doğrudan sonucu olarak meşru olabilir. Aynı şekilde tersten yasal bir eylem olsa da muhteva, yöntem ve nitelik bakımından doğru bir yerde durmuyorsa meşruluğunu kaybedebilir de..
Politik eylemin meşruluğunu yasal olup olmaması değil, taleplerinin haklı olup olmaması, eylemin yönteminin (taleplere ulaşmak için izlediği yolun) doğru olup olmaması ve niteliği belirler.
Otokratik rejimin artan baskıları, pekiştirdiği ideolojik tahakkümü, 68 örgütlerindeki tükenmişlik ve bir adı bile olmayan Kürt siyasal aktörlerinin ‚süreç‘ dediği, otokrasi sözcülerinin ‚terörsüz Türkiye‘ dediği, PKK’nin fesih ve silah bırakma kararıyla devam eden zaman dilimi boyunca siyasi mücadeleyi, hak mücadelesini, sınıfsal ve ulusal kurtuluş mücadelelerini düzenin icazet sınırları içinde yürütmenin sayısız ‚avantajları‘, silahların ‚sonuç alıcı olmadığı‘ vb birçok söylem, politik eylemin meşruluğu üzerine burjuva bakış açısının hakim kılınmasına zemin hazırlıyor.
Otokrasinin sözcüleri, medyası, basını ve propagandacıları hep birlikte bu zemin üzerinde tepinerek, politik hareketlerin ve politik eylemlerin meşruluk kazanabilmesi için düzen-içi(yasal) olması, illegal ve silahlı mücadele biçimlerini terk etmesi gerektiğini ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar. İşin gülünç yanı ise bu ballı anlatıları 50 yıllık bir illegal ve silahlı mücadele sonucu hem Kürt realitesini ve hem örgüt olarak (siyasi bir irade olarak) kendi varlığını bir pazarlık gücü ve muhatabı olarak devlete kabul ettirmiş bir hareket üzerinden yapıyorlar.
(***)
Sermaye devletinin sözcülerinin hepsi, düzen partilerinin, reformistlerin, revizyonistlerin, yılgın ve yorgunların alayının birleştiği bir koro, silahlara karşı, savaşa karşılar güya. İkiyüzlü ve ahlaksız burjuva hümanizmine güzellemeler dizerken, burjuva devletlerin döktüğü kan, vahşi sömürü ve on milyonların mahkum edildiği açık hava hapishanesi koşulları hakkında dilleri lâl oluyor. Yine de konu kurtuluş hareketleri olduğunda sınıfsal hareketlerin ve ulusal kurtuluş hareketlerinin silah kullanmasını terör olarak tanımlıyorlar ve şiddete dayanan yöntem kullanıldığı için ‘mücadele meşru değil’ diyorlar. Bunu diyenler kolluğun ülkedeki ve sınır-dışındaki silahlı eylemleriyle övünüyorlar, polise taş atan çocuklara kurşun sıkılmasını gayet normal karşılıyorlar, 70-80 yaşında insanların her Cumartesi eyleminde karga tulumba gözaltına alınmasıyla bir sorunları yok, devletin her sene artan on binleri aşan sayıda gaz fişeği almasına karşı diyecek tek sözleri yok. Hakları ve gelecekleri için, sömürücü vampirlere karşı greve çıkan işçilerin üzerine jandarmayla, polisle yürüyen, sermayenin siyanür terörüne karşı köyünü korumak isteyen köylülerin kafanı gözünü yaran kolluğa sesleri çıkmıyor.
Her 29 ekimde, nasıl amansız bir silahlı mücadele verilerek ‘ulusal kurtuluş savaşı‘nın kazanıldığını, Kuvay-i Milliye’nin illegal örgütlenmede ne kadar kabiliyetli olduğunu abarta abarta anlatırken Kürt ulusuna silahları bırakın, illegaliteyi bırakın diyorlar.
Amerika, Orta Doğu’ya tankıyla topuyla girdiğinde gıkları çıkmaz, T.C sermaye devleti Suriye’ye girdiğinde sesleri çıkmaz, mafyalar, uyuşturucu baronları yüzlerce silahlı kişiden oluşan suç örgütleriyle kenar mahallelerden kent meydanlarına ortalığı kana buladıklarında onlara ‚terör örgütü‘ diyemezler. Çünkü onlar için terör, siyasi iktidarı tehdit eden tüm (silahlı yada barışçıl) politik eylemlerdir. Onların ‚terör örgütü‘ dedikleri sol güçler ve Kürt Ulusal Hareketidir.
Sermaye devleti, onun sözcüleri ve onlarla aynı koroda birleşenlerin düşman olduğu silahlar değil, onların ezen sınıfın ve hakim ulusun silahlarıyla bir sorunu yok. Onlar ezilenlerin sınıfsal ve ulusal kurtuluş uğruna kontrol edilemez, öngürülemez, bağımsız örgütlenmesine ve bu örgütlenmelerin silahlarına düşman!
İdeolojik netliği olmayanların, tutarlı bir politik duruşu ve kararlı bir stratejik yönelimi olmaz.
Politik eylem, siyasal duruşu ete kemiğe büründüren somut nişanedir. İdeoloji siyasete, siyaset eylemlere yön verir.
Bu doğrultu ve diyalektikte, devrimci eylem için meşruluk kriterimiz, siyasi iktidarın fethedilmesi uğruna somut koşulların somut tahliline, devrimci etiğe ve devrimci ilkelerimize dayanan, bugüne cevap yarına çağrı olan bir zemine oturup oturmadığıdır.