İlhan Kösedağ

Filistin’i Düşünmek….

featured

Filistin… Tarihte bir coğrafya isminin bu kadar acıyla, katliamlarla ve sürekli direnişle bütünleştiği çok enderdir. Ne yazık ki Filistin, büyümeyen çocukların, gözleri yaşlı anaların, hayalleri ölümlerle delik deşik edilmiş sevdalıların, dünyanın dört bir yanından siyonist işgale karşı mücadeleye omuz veren devrimcilerin Filistin’i… Dünyanın her yerinde O’nun için atan kalplerin olduğu, Filistin’e sıkılan her kurşunun boğazını düğümlediği milyonlarca insanın Filistin’i…

Emperyalizmin kanlı ellerinde boğazı sıkıldıkça sıkılan,‘ demokrasi havarisi‘ Avrupa kapitalistlerinin katliamları ‚kınayarak‘ ve ‚acılarını paylaşarak‘ herşeyi seyrettiği ve cografyamızdaki devletin siyasal hesaplarının acıklı bir politik malzemesi olarak gördüğü Filistin…

Irkçı faşist güruhların, köktendincilerin, liberallerin, sözde demokratların(yada sosyal demokratların) ve tabii siyasi iktidarın işgal devletinin her saldırısı sonrası mangalda kül bırakmadığı ancak pratikte kılını dahi kırpıdatmadığı Filistin…

İSRAİL’İN KURULUŞU VE BİRİNCİ ARAP-İSRAİL SAVAŞI

20. Yüzyılın başlarında uluslararası siyonist (sermaye) diaspora(sı)nın ve emperyalistlerin artan işbirliği ve karşılıklı çıkar ilişkileri neticesinde birleşen yolları, aynı dönemde Filistinli yahudiler ile Filistinli Arapların arasındaki anlaşmazlıkların ve çatışmaların körüklenmesinde, provake edilmesinde belirleyici bir rol oynadı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından İngiliz mandasına geçen Filistin toprakları, sınırların belirlenmesi konusundaki anlaşmalıklar temelinde Arap-yahudi savaşı(ları)na sahne oldu.

1900’lerin başında İngiliz mandasında olan Filistin topraklarında başlayan çatışmalar 1920 yılında Kudüs Ayaklanmaları(Nebi Musa Ayaklanması da deniyor), Jaffa Ayaklanması ile sürmüş ve 1929 yılında Filistin Ayaklanmasına kadar uzanmıştır. İşgaci İngiliz ordusunun bölgeden çekilmesi ve 1947‘ de yahudiler ile Arapların arasında siviller savaşına dönüşen sürecin ardından 1948‘ de İsrail devleti kuruldu.

Kuruldu kurulmasına da, kuruluş sürecine kadar devam eden çatışmaların tarafı olan siyonist örgütlerin yöneticileri konumundaki kişiler, İsrail devletini yönetenler olmuştu. ‚Kuruluş sınırları‘ akıllarındaki devletin sınırları değildi aksine sadece ‚kuruluş sınırları‘ idi. Hedefleri ‚kutsal topraklardı‘. Çok geçmeden dünyanın dört bir yanından gelen-getirtilenlerle ‚vaad edilmiş topraklarda‘ ve ‚kutsal ülkede‘ yaşama hayalleri için kıyımlara girişeceklerini siyonist saldırganlığın ve işgalci yayılmacılığın devlet politikalarının merkezine oturtulduğunu tüm dünyaya göstermeye başladılar.

1948 Arap–İsrail Savaşı(Birinci Arap–İsrail Savaşı da deniyor), Filistin’de İngiliz manda rejiminin sona ermesinin ardından 14 Mayıs 1948’de, Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Millî Konseyi, yayınladığı bir bildiri ile İsrail Devleti’nin kurulduğunu dünyaya duyurdu. Yeni kurulan devletin sınırlarıyla ilgili, ‚Eretz İsrail‘ vurgusu dışında hiçbir bilgi yoktu. 15 Mayıs günü ABD ve ertesi gün de Sovyetler Birliği İsrail’i resmi olarak tanıdığını açıkladı. Bu gelişmeler İngiliz askeri güçlerinin çekilmeye başlamasını mütakiben yaşandı.

Yahudi Millî Konseyi’nin İsrail devletinin kuruluşunu ilanın üzerinden birkaç saat geçmişti Arap Birliği İsrail’e savaş açtı. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak güçleri üç koldan saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kaydettiler. Savaş sürecinde İsrail’in ‚planlı savunması‘ ve tatik oyunları neticesinde durum Araplar aleyhine dönüştü.

Fiili savaş gerçeğinin lehine dönmesiyle 1947’deki -Filistin’i- bölüşüm planıyla elde ettiği %56’lık Filistin toprağını hiçbir tarihsel, hukuksal ve demokratik temele dayanmadan %78’e çıkardı. Bunun adı açıkça işgalcilikti!

İngiliz mandasının yönetiminden kalan alanlar Ürdün’ü, günümüzdeki Batı Şeria’yı (Ürdün kontrolünde) ve Gazze Şeridi’ni (Mısır kontrolünde) içerdi. Filistin Araplar, kendi topraklarını, sonra dönebileceklerine dair aldıkları sözlere dayanarak, İsrail güçleri ve Yahudi silahlı kuvvetlerinin saldırılarından dolayı terk edip ‚Filistinli mülteciler‘ oldu.[1] 700,000 Filistinli,[2] evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığındılar. Yurtlarını terk eden Filistinliler’den 250,000’i Gazze’ye yerleştirildi. Savaş, 1949 yılında, İsrail’in Arap komşularıyla ateşkes anlaşmaları imzalamasıyla sona erdi.

SÜVEYŞ KRİZİ( 2. ARAP-İSRAİL SAVAŞI veya SİNÂ SAVAŞI)

1956 yılında, bir tarafta Mısır, diğer tarafta İngiltere, Fransa ve İsrail ve üçüncü tarafta Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşmiş Milletler’in olduğu, diplomatik ve askeri karşılaşmalarla gerçekleşmiş krizdir.[3]

Saldırılar, Mısır Başkanı Nasır’ın 26 Temmuz 1956 yılında, Süveyş Kanalı’nı kamulaştırma istediğinden, İngiltere ve ABD’nin Aswan Barajı’nın kurulmasını reddetmesinden ve Mısır’ın Nasır yönetiminde Sovyetler Birliği’ne ve Çin’e dönmesinden dolayı gerçekleşti [4]. Süveyş Kanalı’nın kamulaştırılması en keskin neden oldu. Saldırıların ana amacı Nasır’ı yönetimden almak ve kanal üzerindeki batı kontrolünü tekrar kazanmaktı[5]. İsrail’in Mısırı işgal etmesinden bir gün sonra, İngiltere ve Fransa toplu bir ültimatomla İsrail ve Mısır’ı uyardılar ve ardından Kahire’yi bombalamaya başladılar. İngiliz ve Fransız güçler yıl sonundan önce ülkeden ayrıldılar ama İsrail güçleri 1957 martına kadar ülkede kaldılar[6].

ALTI GÜN SAVAŞI (3. ARAP-İSRAİL SAVAŞI)

5 Haziran 1967 Pazartesi, İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayıp 6 gün sürdüğü için Altı Gün Savaşı olarak adlandırılır. Arap İttifakı’na Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmışlardır.[7]

Altı Gün Savaşı’nda İsrail, özellikle hava saldırısı üstünlüğünü neticeyi belirleyecek derecede stratejik kullanabilmesi ve Arap müttefikler arasındaki çelişkilerden yararlanabilmesi sonucu savaşı kazanmıştır.

Savaşın sonunda Mısır’dan Sina Yarımadası’nı, Suriye’den Golan Tepeleri’ni ve Filistin’in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır. Savaş sonrasında Sina Yarımadası’ndan Mısır lehine çekilen İsrail ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamıştır. Bu kararları tanınmadığı gibi, İsrail’in BM Kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturmuştur. Savaş sonrasında toplanan BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye arabulucu olarak davet edilmiş ve konseyde İsrail’i destekleyen bir tutum sergilemiştir.[8] Ayrıca Türkiye, Fas’ta toplanan İslam Konferansı Örgütü’nde alınan İsrail ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi kararını veto etmiştir.[9]

1973 yılındaki Yom Kippur Savaşı sonrasındaki ateşkesle, – Arap ülkelerle İsrail arasındaki- geniş çaplı çatışmalar sona erdi ve savaş, lokal olarak İsrail-Filistin Savaşına dönüştü.

ARAP MİLLİYETÇİLİĞİNDEN KOPUŞ VE GASSAN KANAFANİ

Aynı yıl 1967 yılı siyonist işgalciliğe karşı Filistin davasının teorik olarak Arap milliyetçiliğine oturan ana hattının FHKC’nın çıkışıyla çatladığı yıl oldu. Arap milliyetçiliği ile değil, marksist-leninist bir dünya görüşüyle direnmenin yolu Filistin’de de açılmış oldu. Daha önce Filistin Kurtuluş Örgütü eksenli ve Arap milliyetçiliği bağlarını koparıp açıkça markizm-leninizmi savunarak bir direniş hattı oluşturma pratiği yoktu. Bu anlamıyla FHKC(Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) Filistin topraklarında devrimci, enternasyonalist bir direniş hattını pratikte yaratma iddiasının sahibi oldu.

FHKC’nin kuruluş sürecine önderlik eden kadroların hepsi Arap milliyetçiliği temelinde varolan direniş güçlerinden geliyordu. Ancak onlar içinde biri vardı ki, FHKC’nin ideolojik hattının belirlenmesinde de en önemli rolü oynadı denilebilir.

O dünyaca tanınmış ve ödüller almış bir edebiyatçıydı, yazardı, şairdi, gazeteciydi, editördü… O bir Marksist-Leninistti, Gassan Kanafani idi. Filistin davasının dünyaya anlatılmasında hem kollektif hem kişisel çabaları müthiş rol oynamıştır. Filistin ve hatta Arap edebiyatında yeni dönem açmıştır. Edebiyat dünyasında ‚direniş edebiyatı‘ diye bir kavramı gündeme getirmiştir.

İlk başlarda Arap milliyetçisi ve Cemal Abdülnasır’ın görüşlerine paralel gazetelerde çalışsa da son durağı FHKC’nin yayın organı El Hedef olmuştu. Bu önemli bir değişimdi çünkü FHKC diğer Filistin soluna göre Nasırcı Arap yönetimleriyle daha mesafeli bir ilişki kuruyordu ve bu yönetimleri, ‘Askeri küçük burjuva devletleri’ olarak tanımlıyordu.

El Hedef’in Kanafani’yle birlikte değişimi aslında FHKC’nin Marksist Leninist bir çizgide değişimini gösteriyordu. Arap millyetçiliğinden sıyrılıp Marksizm ve Leninizm’de sorunların çözümlerini arayarak atılım yapan FHKC, yayın organı El Hedef’te belki bundan daha büyük bir sıçrama yapmıştı .[10]

Gazete hakkında Filistin direniş tarihini yakından tanıyan Lübnanlı Prof. Esad Ebu Halil şöyle diyor:

“El Hedef kendinden önceki ve sonraki diğer gazetelere benzemiyordu. Dünya devrimci basınına damgasını vuracaktı. Kanafani, Filistin Devrimi’nin en muhteşem posterlerinden bazılarını Beyrut’taki El Hedef ofisinde tasarladı ve üretti. Lübnan Komünist Partisi’nin sıkıcı basınının aksine Arap devrimci Marksist fikirleri ‘havalı’ ve çağına uygun bir hale getirdi. Filistin’in kurtuluşu için sanatı, edebiyat ve bilgiyle birleştirdi.”

Arap milliyetçiliği ile yollarını ayıran bu yeni ML direniş hattı, tüm dünyadan daha geniş çapta enternasyonal bir desteği ve sempatiyi de büyütmüştür. Japonya’dan İspanya’ya, Almanya’dan, Hindistan’a ve Türkiye’ye kadar hemen hemen dünyanın her yerinden bizzat devrimcilerin Filistin’e gelip siyonist işgale karşı direnişe fiili olarak katılmasını sağlamıştır.

Böylece Filistin davası temelsiz ve kof milliyetçilik cenderesinden çıkartıldığı oranda entarnasyonalist destekle kucaklaşmış, dünyanın bir çok ülkesinde destekçilere kavuşmuş, fiili ve meşru direnişini yüzlerce bazen binlerce insanın katılımıyla düzenlenen gösterilerle onlarca ülkenin başkent sokaklarına taşımıştır.

(…)

DİNCİLER VE DEVLET, FİLİSTİN’E GİDEN DEVRİMCİLERE ‚TERÖRİST‘ DİYORDU

Bir yandan ülkelerindeki gerici iktidarlara karşı mücadele eden dünya devrimcileri, diğer yandan da Filistin davasına omuz veriyordu. Siyonist işgale duyulan öfke ve entarnasyonalist dayanışma bilinci elbette Türkiye’de de karşılık buldu ve Türkiyeli ve Kuzey Kürdistanlı devrimcilerin 1960’larda başlayan Filistin yolculuğu 70’lerden bugünlere kadar farklı yoğunlukta da olsa hep sürdü.

Dini argümanları dilinden düşürmeyen din tacirleri, fundamentalist(köktendinci) teröristler ve -sözde- İslamcı hükümetler bir yandan Filistin için sahte göz yaşları dökerken, diğer yandan Filistin’e giden devrimcilere ‚terörist‘ diyorlardı. Ve bu ikiyüzlü aymazlık orta yerde dururken toplumun çok büyük bir kesiminden ses çıkmıyordu.

Öyle ya ‚burası Türkiye‘ idi ne de olsa..Bir saat sonra inkar ettiği ‚one minut‘ çıkışının ardından ailecek ve devletçe İsrail ile ticari ilişkileri pekiştiren ancak buna rağmen ‚Filistin Fatih‘i‘ gibi lanse edilen bir figürün devlet yönettiği bir coğrafyaydı! Ve burada Filistin için savaşanların, ölenlerin değil; işgal devleti ile ticaret hacmini büyütenlerin ‚kahraman‘ ilan edilebildiği tek yer burası! Öyle olmasa bugüne kadar Filistin’de işgal devletinin zorbalıklarına karşı savaşmış en az 3 bin Türkiyeli ve Kuzey Kürdistanlı devrimci olduğunu duymuş olurdunuz!

1960’larda başlayan ve 70’lerde yoğunlaşan Filistin mücadelesine destek kervanına katılanlardan birisi de Faik Bulut’tu. 1973’te Nahr el Bared askeri kampında İsrail’le çatıştıktan sonra yaralı halde tutsak edildi, Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı biçimde İsrail’e kaçırıldı. 21 gün işkence ve sorgudan sonra, Filistin Kurtuluş Örgütü üyesi olmaktan mahkeme önüne çıkarılıp 7 yıl hapse mahkûm edildi. 1980’de ise Türkiye’ye döndü.

2014 yılında bir röpotajda sorulan, ‚70’li ve 80’li yıllarda Filistin’e giden 3 bin kadar devrimci “terörist” olarak damgalanmıştı, değil mi?‘ soruna ‚O tarihte, Filistin halkıyla dayanışma ve mücadele için gitmek, azılı ve uluslararası terörist olmakla eşdeğerdi. 12 Mart zihniyeti, biz devrimcileri hep bölücü olarak görüp yargılıyordu. Düzenin devamı sayılan İslamcılar da solcuları “kâfir” olarak görüyorlardı. Türkiye kamuoyunun Filistin’e sempatisinin önünü alabilmek amacıyla, Filistin halk direnişini karalayıp “öcü” gibi gösteriyorlardı. İktidarların Filistin meselesinde daha aktif tutum almalarını engelleyen bu zihniyet; Türkiye’nin İsrail ile gizli flört ve işbirliği, Filistin’e göstermelik dayanışma gibi ucube, iki yüzlü bir politika izlenmesine yol açtı. Bölge çapında İslamcılık yükselişe geçince, 12 Eylül cuntacı generalleri İslam Teşkilatı çerçevesinde güya Filistin destek politikasını, dinci-İslamcı bir çerçeveye oturttular. Günümüze kadar süren bu politika, AKP’nin din kardeşliği ekseninde Filistin’e destek vermesiyle zirveye ulaştı.‘ demişti.

Bugün burjuva siyaset kürsülerinde, sosyal medyada, meydan muhabetlerinde mangalda kül bırakmayanların değil; tüm dünya işçi sınıfının ve ezilenlerinin, ‚Portakallar ülkesinde‘ direnişe omuz vermiş, Filistin için ter dökmüş, bu uğurda yoldaşlarını kaybetmiş olanların içinde yaradır Filistin! Bizim yaramızdır Filistin!

Filistin’de zafer, din tacirlerinin dualarıyla, burjuva siyasetçilerin yalanlarıyla ve mazlumun yanında olmanın bir bedeli olursa diye korkudan tir tir titreyenlerin sahte nutuklarıyla değil; dünya işçi sınıfının ve ezilenlerin enternasyonal dayanışması ve devrimci gayretiyle kazanılacak!

KAYNAK

1- “The Palestinian Diaspora”. Global Exchange. 5 Eylül 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Aralık 2012.

2- GENERAL PROGRESS REPORT AND SUPPLEMENTARY REPORT OF THE UNITED NATIONS CONCILIATION COMMISSION FOR PALESTINE, Covering the period from December 11, 1949 to October 23, 1950, GA A/1367/Rev.1 23 October 1950

3- Roger Owen “Suez Crisis” The Oxford Companion to the Politics of the World, Second edition. Joel Krieger, ed. Oxford University Press Inc. 2001.

4-  “Suez crisis” The Concise Oxford Dictionary of Politics. Ed. Iain McLean and Alistair McMillan. Oxford University Press, 2003.

5 – Mayer, Michael S. (2010). The Eisenhower Years. Infobase Publishing. s. 44. ISBN 9780816053872. 14 Temmuz 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 8 Eylül 2013.

6 –  Painter 2012, s. 32.

7 –  http://www.washingtoninstitute.org/documents/44edf1a5d337f.pdf[ölü/kırık bağlantı] Timeline of Turkish-Israeli Relations, 1949–2006

8 –  “washingtoninstitute.org”. 17 Eylül 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Temmuz 2014.

9 –  “Israel (country)”. Encarta Encyclopedia. 28 Ekim 2009 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 18 Mart 2007.

10 – https://devrimcidusun.org/gassan-kanafani-filistin-mucadelesinin-sosyalizme-bakan-yuzu/ 13 mayıs 2021 tarihinde arşivlendi.

 

https://devrimcidusun.org/wp-content/uploads/2021/04/1.png
Giriş Yap

Devrimci Düşün Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!