İlhan Kösedağ

68 Hareketi, Örgütleri, Küçük Burjuvazi ve Küçük Burjuva İdeolojisi

Devrim mücadelesini onun sınıfsal özüyle olan bağından koparıp küçük burjuva ideolojisiyle harmanlayan küçük burjuva devrimciliği, kitlelerin devrimci mücadeleye ilgi duyduğu yıllarda dünyanın her yerinde yıldız gibi parlarken yerel ve uluslararası alanda ideolojik saldırıların sistematik olarak sürdüğü, kitlelerin geri çekildiği süreçlerde birçok ülkede yok oldu yada bazı ülkelerde de yok olmak üzere.

Sermaye sınıfı, dünya genelinde türlü küçük burjuva devrimci hareketler doğuran 68 Hareketi’ne ilişkin ‚çiçek gençlik‘ vb gibi tanımlamalar yaparak onun emperyalizme ve kapitalizme başkaldıran niteliğini ve yansıttığı devrimci öfkeyi unutturmaya çalışırken, onu yaratan tarihsel ve toplumsal koşulları da gözlerden saklamaya çalışıyor. Bu, sınıfsal çıkarları gereği sermaye sınıfının yapmak zorunda olduğu bir hamle olarak gayet anlaşılır.

Ancak diyalektik tarihsel materyalizm bize, olay ve olguları tarihsel bütünlüğü içinde kendi somut koşullarında tahlil etmeyi, oradan yürüyerek sınıfsal, ideolojik, siyasal yanlarını anlamayı öğretti. Bu nedenle 68 Hareketi’nin bağrından çıkan örgütleri, 68 Hakareti‘nin sınıfsal temelinden ve niteliğinden, somut tarihsel ve toplumsal koşullarından, ideolojik-siyasal ve stratejik yönelimlerinden bağımsız değerlendirmemiz mümkün değil.

68 Hareketi’nin Sınıfsal ve İdeolojik Niteliği

68 Hareketi başgösterdiği her ülkede esasta küçük burjuva sınıfın önderlik ettiği bir hareket olarak doğdu. Avrupa’da ve Türkiye’de hareketin başını öğrenci gençlik ve kentli küçük burjuvazi çekti. Çıkışı itibariyle anti-emperyalist yanı ağır basan -hatta denilebilir ki anti-emperyalizm temelinde yükselen- haraket, kendi içinde coğrafyalara göre farklı eğilimlerin çıkmasına da yol açtı.

Hareketin anti-emperyalist yanı ideolojik olarak net olmayan çevrelerde ‚vatanseverlik‘ adı altında hal-i hazırdaki ulus-devleti sahiplenen bir anlayışı geliştirdi. Ulus-devlet anlayışına ve ulus-devlete, resmi ideolojiye, devlet kurumlarına(ordu vb) karşı tutumdaki muğlaklığa coğrafyamızda Deniz Gezmiş’in başını çektiği THKO, Halkın Kurtuluşu vb hareketler örnek gösterilebilir. Misak-ı Milli’yi devrimci bir ilke gibi savunan birçok örgüt örneği gördü bu coğrafya ve 68 Hareketi’nin doğurduğu neredeyse tüm örgütler o veya bu oranda ulus-devletin Mısak-ı Milli’sini şu ve ya bu düzeyde -teorize ederek açıktan yada ona karşı ideolojik bir mücadele ile pratik-politik bir tavır geliştirmeyen hayırhah bir tutumla- savundu.

Diğer taraftan 68 Hareketi, hal-i hazırdaki kimi ulus-devletlerin milli zulmü altında ezilen ulusların ulusal mücadelesinin marksizmden etkilenmiş ulusal hareketler doğurmasınada neden oldu. Coğrafyamızda buna -çıkışı itibariyle- Kürt Ulusal Hareketi örnek verilebilir.

Avrupa’da da durum coğrafyamızdakinden farklı değildi. Avrupa’da da esasta öğrenci gençliğin ve kentli küçük burjuvazinin başını çektiği 68 Hareketi içinde kısmen istisnai sayılabilecek -emekçi sınıfla kurduğu bağ ve politik yönelimleriyle diğerilerinden ayrışan İtalya’daki Kızıl Tugaylar örgütü gibi- birkaç örgüt olsa da..

Sınıfsal olarak küçük burjuvazinin önderlik ettiği 68 Hareketi’ne ve onun doğurduğu örgütlere kim, ne kadar ‚komünist‘ atıflarda bulunursa bulunsun, 68 Hareketi tüm marksizm-leninizm söylemlerine rağmen küçük burjuva ideolojisinden ve onun hastalıklarından kurtulamamıştır. Avrupa’da 68 Hareketi’nin (yani o toplumsal koşulların ve uluslararası emperyalist gelişmenin nesnel -politik ve ekonomik- yansımalarının) ürünü RAF(Almanya), Action Directe(Fransa), Proleter Sol(Fransa), Devrimci Hücreler(Almanya), Kızıl Tugaylar(İtalya) vb vb hemen her örgütte olduğu gibi coğrafyamızdaki örgütlerde de küçük burjuva ideolojisinin köklerine dair somut örnekler görmek mümkündür.

Maceracılık, acelecilik, kendi gerçeğini yadsıma (kadro hareketine sınıf hareketi niteliği atfetme gibi), silahlara hak ettiğinden daha büyük bir tarihsel rol yükleme, kopyacılık-kolaycılık(Sovyetlerden ve Çin’den devrim stratejilerini reçete gibi alıp kabul etme-bu konuda Mahir Çayan kısmen istisna kabul edilebilir-), şefçi tarzda örgütlenme, subjektifizmden yakayı kurtaramama(kendi gücünü abartma, somut koşullardan değil, kendi gerçeğinden yol çıkma vb gibi), emekçi sınıfa dair çalışmaların -ajitatif söylemler ve yazılar dışında-  çok cılız oluşu, ‚hedef kitle‘ ve ‚temel güç‘ olarak ‚işçi sınıfının‘ işaret edilip pratikte ‚hedef kitle‘ ve ‚temel güç‘ yöneliminin -öğrenci gençlik, kentli küçük burjuvalar ve lümpenler olmak üzere- küçük burjuvazi olması gibi (bunu da örgütlendiği alanlardan ve politik faaliyetler alanlarından anlıyoruz) daha sıralayabileceğimiz bir çok somut yönelim, küçük burjuva ideolojisinin en belirgin öğeleridir.

Anti-emperyalist yanı ve sermaye sınıfı iktidarlarına karşı küresel denilebilecek ölçekte tarihsel ve kitlesel bir itiraz-başkaldırı olması hasebiyle 68 Hareketi, insanlığın mücadeleler tarihine silinmez biçimde yazılmıştır. Buna rağmen 68 Hareketi, emekçi sınıfın önderlik ettiği komünist bir dalgalanma değildi. Komünizmden etkilenmiş küçük burjuvazinin marksizm-leninizmi küçük burjuva ideolojisi ile yoğurduğu ve devrim sloganlarını öne çıkardığı bir başkaldırı hareketiydi.

68 Hareketi’nin bağrında doğan örgütlerde hareketin bu sınıfsal ve ideolojik özünden azede değildir. Süreç içinde sözkonusu örgütler Komünist Parti‘lere dönüş(türül)ebilirdi ancak Avrupa kıtasında bugün itibariyle hepsi küçük burjuva ideolojisinden kurtulamamanın bedelini tarih sahnesinden çekilerek ödedi.

Coğrafyamızda da durum Avrupa’dan pek farklı olmadı ancak 68 Hareketi’nin ürünü olup bugün halen bir biçimiyle varlığını koruma çabası içinde olan örgütler de var. Bu durumun sözkonusu örgütlerin ideolojik niteliğinin Avrupa’da tarih sahnesinden çekilen örgütlerden yüksek olmasından değil -ki 68 Hareketi’nden çıkan bazı Avrupalı örgütlerin o dönemki halinin bile ülkedeki bugünki örgütlerden daha ileri olduğunu düşünüyorum- tamamen coğrafyadaki nesnel siyasi ve toplumsal koşullarla ilgili.

Avrupa’da 68 Hareketi’nin ardından -ama öncesinde de başını Sovyetlerin ve Çin’in çektiği ‚sosyalist blok‘un etkiyle kurumsal ve ideolojik olarak- zorunlulukla sağlamlaştırılan burjuva demokrasisi ve burjuva demokrasisinin -özellikle toplumsal başkaldırı süreçlerindeki- geçici sınıf uzlaşmacı taktiği itibariyle genel olarak sağladığı sosyal güvenceler, temel hak ve özgürlüklere ilişkin burjuva demokratik haklar vb, emekçi sınıf üzerinde yükselmeyen, sınıf çelişkilerini sınıf siyaseti ile örgütle(ye)meyen ve küçük burjuva ideolojisinden kopamayan örgütlerin kitle bağını ve mücadele dinamiğini, kitlelerin ise mücadele azmini ve kararlılığını giderek zayıflattı. Ve Avrupa’da 68 Hareketi’nin doğurduğu örgütlerin en uzun ömürlüsü 90’ların ikinci yarısında sahneden çekildi.

Coğrafyamızda ise başka bir süreç yaşandı. 68 Hareketi’nin yarattığı örgütler 80 askeri f. darbesiyle vahşice ezildi, o dönem yenilgilerinin üstesinden gelemeyip faaliyetini sonlandıranlar dahi oldu. Ancak cuntaya direnenler de oldu. Ülkede bir yapı olarak burjuva demokratik değil f. yapıda bir devletin olması faşizmin yönetim biçimi olarak -dönemsel- değil, sürekli ve kurumsal olmasını koşulladı.

Hal böyle olunca, ülkede Avrupa’daki gibi sınıflar arası geçici -ve burjuva demokratik haklara dayalı  sahte- bir uzlaşı dönemi değil, hakim sınıfların en vahşi saldırılarının ‚meşrulaştırıldığı‘ süreçler yaşanmaya devam etti. Devletin emekçi sınıf, tüm halk kesimleri, ezilen uluslar ve ötekileştirilenler üzerindeki baskıcı tutumu, devletin zulmune ve zorbalığına maruz kalan kitlelerin, f. cuntaya direnen güçlere karşı o veya bu oranda bir ilgisinin sürmesine neden oldu.

Faşizmin, yaşamak için çalışmak zorunda olanları mahkum ettiği yoksulluk, açlık, çaresizlik, 90’ların sonuna kadar süren kırsaldan metropollere göç ve her kesim üzerindeki vahşi baskı, ona karşı direnenlere ve halen demokrasi ve devrim sloganları atanlara kayıtsız kalmayan bir kitleyi hep varetti.

Ne var ki, 90’ların sonları ve 2000’ler 68 Hareketi’nin ürünü olan örgütler için ciddi uyarı çanları çaldı. Bir yandan sermaye devletinin devrim güçlerini ezmeye yönelik saldırıları arttı, diğer yandan örgütlerin öznel ideolojik ve siyasal yanılgılarının da etkisiyle kitle bağı iyice zayıfladı, F-Tipi cezaevleri projesi gündeme getirildi -yüzlerce devrimcinin canıyla direnmesine rağmen projeye engel olunamadı.-

Öte yandan, emekçi sınıfın zaman zaman fabrikalarda yarattığı grev dalgaları -ki Tekel Direnişi’ne ve Metal Fırtına‘ya kadar farklı yoğunluklarda hep vardı- , küçük burjuvazinin hoşnutsuzluk gösterileri, kondu semtlerinde -halen süren- kentsel dönüşüm kıskacındaki yoksulların çığlıkları, Kürt ulusal hareketinin siyasal yalpalamaları, hakim sınıf klikleri arasındaki (AKP ile TSK içindeki kemalistler nezdinde somut olarak görülür olan) klik dalaşları, üniversitelerdeki boykotlar vb… Tüm somut tarihsel koşullar, 68 Hareketi’nin ürünü örgütlerin kendini sorgulaması, ideolojik hastalıklarından arınması ve Marksizm-Leninizmi daha yüksek bir düzeyde kavraması için uyarıyor, -kimlik siyaseti yerine- sınıf siyasetini kurmaya ve -feodal ve kimlik temelli örgütlenme ve mücadele yerine- sınıf temelli bir mücadeleye çağırıyordu.

Ancak 80 askeri f. darbesi sonrası yenilgiler alınmasının ve devletin tüm devrimci, ileri güçleri ezmesinin ardından yenilgiye neden olan ideolojik, sınıfsal ve örgütsel kökleri o somut koşullarda incelemek, ideolojik hastalıklardan arınmak, kimlik siyasetinden sıyrılıp sınıf siyasetini inşaa etmek, örgütsel yapıyı ve işleyişi sağlamlaştırmak yerine; klasik şematik örgütte ve anlayışta ısrar eden, sınıf siyasetini yaratmak yerine kimlik siyasetine daha çok sarılan, tüm sorunların çözümünü daha çok silah kullanmakta arayan örgütlerin, 2000’li yılların başındaki toplumsal ve siyasal koşulların uyarısını da dikkate aldığı söylenemez.

Buna rağmen 2005-2006’lara kadar o veya bu oranda bir dar niceliğe ve darda olsa bazı halk tabakaları ile – 80 öncesine dayanan gecekondu semtleriyle ve feodal ilişkiler üzerinden kurulan bağlarla-  kısmi bir etkileşim içinde olabildiler. Ancak bütün bu süreç sürekli kan kaybeden bir hasta gibi güç kaybeden bir seyir izlediler. Emekçi sınıf ve kitleler ile olan cılız bağlarda yok denilecek kadar zayıfladı.

2010’lara gelindiğinde 30 yıllık örgütler varlıklarını korumaya çabalarlarken, 2013 yılında Gezi İsyanı patladı. Kitlelerin kendiğindenci bir kalkışması olarak Gezi, andaki hükümete bir itiraz hareketiydi, hoşnutsuzluk gösterisiydi. 83 Milyonluk ülkede -çoğusu- artık birkaç bin insanı dahi bir araya getiremeyen 68 Hareketi örgütleri, Gezi’de ‚genel grev‘ gibi ne sürece ne hareketin niteliğine uygun olmayan somut koşullardan bağımsız hayal ürünü talepler ortaya arttılar, örgütsel pragmatizmle kendiliğindenci Gezi’nin estirdiği rüzgardan birkaç yaprak toplama derdine düştüler. Gezi’yi o dönem yeniden toparlanmalarının veya atağa geçmelerinin dönemeci sayanlar bile oldu. Fakat gerçek sandıkları gibi olmadı… Olamazdı da!

Gezi İsyanı’nı onun sınıfsal niteliğinden, ülkedeki somut koşullardan bağımsız ele alanların, kendiliğindenci bir itiraz hareketine ‚halk isyanı‘, ‚ayaklanma‘ vb gibi yakıştırmalar yapmaları, onların olay ve olguları değerlendirirken marksist bir yöntem yerine küçük burjuva ideolojisinin subjetifizmini(öznelciliğini) koyduklarını gösterir. -Kaldı ki burada ayaklanma konusunda Lenin’in ‚Başarmak için, ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama öncü sınıfına dayanmalıdır. İşte birinci nokta. Ayaklanma halkın devrimci atılımına dayanmalıdır. İşte ikinci nokta. Ayaklanma, yükselen devrim tarihinin, halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız, çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm noktasında patlak vermelidir; İşte üçüncü nokta. Ayaklanma sorununu koyma biçiminde, Marksizmin blankicilikten ayrılması sonucunu veren üç koşul, işte bunlardır.‘ sözünü hatırlatmakta fayda var.-

Coğrafyamızda 68 Hareketi örgütleri, 2015’lerden sonra ise artık halk tabiriyle ‚adı var kendi yok‘ durumunda marjinalleştiler. Gelinen aşamada ‚tabanlarının‘ dahi örgütlerden umudu kalmamış, milyonlarca insanın ise ülkede herhangi bir devrimci örgütün varlığından gerçek manada haberi dahi yok.

68 Hareketi örgütlerinin ülkede ve dünyadaki tüm seyrinden sonra geldiği noktada bulunmasında nesnel-dışsal, konjektürel vb etmenler rol oynamışsa da, esas neden küçük burjuva ideojisinden bir türlü kurtulamamış olmaları ve bu gerçeğin yarattığı pratik sonuçlar ve sorunlardır. Bu noktaya gelinmesinin nedeni 68 Hareketi örgütlerinin sınıfsal dokusu ve ideolojik yanılgısıdır.

İdeoloji herşeydir! Siyasete, örgüte, stratejiye, taktiklere, mücadele araçlarına, herşeye ve herşeye hükmeden çizginin kökleri ideolojidedir. Tarihteki yenilgilerde ve yanılgılarda imzası olan, bugün ‚varlık yokluk mücadelesi veren‘ örgütlerin halen kendilerini en ‚komünist‘, en ‚marksist-leninist‘ yada ‚maoist‘ görmelerinin diyalektik tarihsel materyalizm açısından hiçbir bilimsel temeli olmadığı gibi halen küçük burjuva ideolojisinin üzerlerindeki yokedici etkisine de somut örnektir!

Küçük Burjuva Sınıfı

Düşün dünyasının zenginliğine rağmen emekçi sınıfın ideolojisi tektir. Çağımızda esasta iki kampa ayrılan sınıflardan birisi emekçi sınıfı diğeri sermaye sınıfıdır. Bu iki ana sınıf arasında coğrafyadan coğrafyaya göre nicelik bakımından farklılık arz eden – küçük burjuvazi, yarı-proleterler yada lümpen proleterya vb- başka halk sınıf ve tabakalari da vardır. Bunların arasında niceli ve politik bakımdan en dikkat çekici olanı küçük burjuvazidir.

Marks ve Engels, Komünist Manifesto’da şunları belirtiyordu: “Orta sınıfın alt katmanları -küçük çapta ticaretle uğraşanlar, dükkancılar, ve genellikle emekli olmuş esnaflar, zanaatçılar ve köylüler bütün bunlar, kısmen kendi küçük sermayelerinin modern sanayinin işletildiği ölçek bakımından yetersiz kalması ve büyük kapitalistlerle rekabette yenik düşmeleri yüzünden ve kısmen de bunların özel hünerlerinin yeni üretim yöntemleri karşısında değerini yitirmesi yüzünden, giderek proletaryaya karışıyorlar. “

Marks, Engels ve Lenin de küçük burjuvaziyi ‚altının oyulduğu‘, ‚geçici bir sınıf‘ olarak görüyordu. Altı oyuluyor çünkü kapitalizmin ilerleyişi tüm üretim ve ticaret alanlarını tekellerin hakimiyetine sunuyorBüyük hipermarket zincirlerinin hızla her tarafa yayılması, semtlerin en küçük sokaklarının içlerine kadar girmesi, bakkal, manav ve tuhafiyecilerin yıkımı ya da pazar alanlarının sınırlanmasını; tekstil ve gıda sektöründe büyük işletme ve fabrikaların -kapitalist- rekabet üstünlüğüyle pazarı tekellerine alması, çokuluslu tekellerin gümrük engeli olmadan meta ihracını büyütmeleri kent ve kır küçük üreticilerini çökertti; hazır giyim, tekstil ve ayakkabı fabrikaları, terzileri ve küçük ayakkabı imalatçısını bitirdi…

Üretim araçları ve ilişkileri bağlamında küçük burjuvazi

Küçük burjuvazinin üretim ilişkilerindeki konumunu anlamak onun sınıfsal niteliğinin yanısıra ideolojik ve siyasal muhtevasının beslendiği alt yapıyı anlama konusunda elzemdir.

Küçük burjuvazi, küçük ölçekli işletmesinde kendi üretim araçlarıyla çalışan -zanaatkarlar, köylüler ve aile işletmeleri vb- ancak doğrudan artık değer üretmeyen -yani aile bireylerinin veya kendinin emeğiyle üretim sürecine dahil olan- dolayısıyla karın -artık değerin- toplu dağılımına dayanan bir sınıftır. Bu sınıfa kendi tarlasını işleyen köylülerde dahildir. Bu tür bir üretim ilişkisi içinde olan küçük burjuvalar ürettiği metalar(mallar) ile kısmi ve küçük ölçekli bir ticaret yapar.

Bu yönüyle üretim ilişkilerinde küçük burjuvaziyi emekçi sınıftan ayıran temel etmen, küçük burjuvazinin artık değer üretmeyen ancak kendinin -ve aile bireylerinin- çalışabildiği üretim araçlarına sahip olmasıdır. Oysa emekçi sınıf, hiçbir biçimde üretim araç(lar)ına sahip değildir. Diğer yandan emekçi sınıf, ürettiği metaya tamamen yabancılaştırıldığı için ürettiği meta ile ticaret yapması olanaksızdır,  ürettiği meta üzerinde söz sahibi dahi değildir. Bu gerçeklik küçük burjuvazinin, kendisi için; emekçi sınıfın kapitalistler için üretmesinden doğar.

Emekçi sınıfın üretim ilişkilerindeki temel motivasyonu -yemek yemek, ev kirası, elektrik, ısınma, su vb giderlerini karşılayarak- hayatta kalmak üzereyken -özellikle sınıf çatışmalarının görülür olmadığı dönemlerde- küçük burjuvazinin üretim ilişkilerindeki motivasyonu esasta burjuva sınıfına iltihak etmektir. Devrim mücadelesi yükseldiğinde devrimden yana olması, devrim mücadelesinin gerilediği dönemlerde burjuva hülyalara dalıp olmazlanması onun üretim araçlarıyla olan ilişkisindeki durumundan kaynaklanır.

Engels şöyle tarif ediyordu: ‚ Tafra satmakta üstüne olmayan küçük burjuvazi, eylemde çok yeteneksiz ve bir şeyleri göze almak gerektiği zaman çok korkaktır. Tecimsel alışveriş ve kredi işlemlerinin soysuz (bayağı) karakteri, onun öz karakterine enerji ve girişim ruhu yoksunluğunun damgasını vurmuştur; öyleyse aynı niteliklerin, bu katmanın siyasal tutumunu da belirlemesini beklemek gerekir.‘

Öğrenci Gençlik

Öğrenci gençlik, üretime doğrudan dahil olmadığı için üretim ilişkileri bakımından değil ancak sınıf karekteri bakımından küçük burjuvazi sınıfına aittir. Üniversiteli öğrenci gençlik, sahip olacağı diploma ile kendine kuracağı küçük burjuva dünyanın hayaliyle yaşar. Gelişmeler karşısındaki sosyal reflekside buradan hareketle anlaşılır olur. Sınıf çatışmalarının görünür olmadığı ve devrim güçlerinin gerilediği dönemlerde öğrenci gençlik genel olarak -devrimcileşmiş istisnai unsurları hariç- kendi kabuğuna çekilir ve diplomasını kendisine daha iyi bir yaşam kurmak için nasıl kullanabileceği ile ilgilenir.

Elbette istihdamın azaldığı ve buna bağlı olarak işsizliğin arttığı, ekonomik krizlerin derinleştiği, kamu kurumlarına girişte liyakat usulünün yerini yozlaşmış torpil ve kayırmacılığın aldığı dönemlerde diplomalı işsizler oranı, öğrenimi sonlandırmadan bırakma oranı artar, öğrenci gençlik içinden emekçi sınıfa geçişler olur. Ancak ileri kapitalist ülkelerde burjuva demokratik devletlerin sağladığı -geri ödemesiz öğrenim kredileri vb- olanaklar ile sömürge, yarı-sömürge vb ülkelerin faşist, monarşik ve totaliter devletlerin tahakkümü altındaki topraklarda durum aynı değildir.

Kapitalizmin küresel krizi tüm dünyada hissedilse de, krizin esas faturası sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin halklarına ödetildiği için faturayı ödeyen ülkelerde öğrenci gençlikten emekçi sınıfa geçiş oranı, ileri kapitalist ülkelerdekiyle kıyaslanamayacak kadar çoktur. Bu yönüyle öğrenci gençlik ile emekçi sınıf arasındaki sınıfsal geçişkenlik ve politik ilişkilenme durumu sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde, sınıf mücadelesi verenler için dikkate almaya değer oranlardadır.

Öğrenci gençlikten emekçi sınıfa geçişlerin sözkonusu öğrencileri akşamdan sabaha proleterleştirdiğini düşünmek yanılgı olur. Örneğin eğitim fakültesinde okuyan bir öğrenci, başka bir şehirde okuyor ve bunun onun -ve ailesinin- sırtına yüklediği maddi yükü karşılayamayacak bir duruma geldi, türlü hileler ve kayırmacılıkla meşruluğu kalmayan KPSS’yi kazansa da atanmak için uzun yıllar beklemek durumunda kalacağını, hatta atama beklerken intihar edenlerin olduğunu düşündü, bütün bu süreç onun öğrenimini yarıda kesmesine neden oldu. Kararını verdi ve kendine bir iş buldu çalışıyor. Bu öğrenci üretim ilişkilerine dahil olduğu anda istastiki olarak işçi/emekçi sayılır. Ancak emekçi sınıfın sınıf karekterinide aynı hızla aldığını söyleyemeyiz.

Diyelim ki bir farbrikada iş buldu. Üretim ilişkileri bakımından emekçi sınıftan olsa da kafası, düşünce biçimi, algılama ve yorumlama şekli, alışkanlıkları vb halen küçük burjuva değil midir? Bu öğrencinin emekçi sınıfın sınıfsal karekterini almaya başladığı an, onun yaşamak için -hiçbir biçimde üretim aracının özel mülkiyetine sahip olmadan- çalışmak zorunda olduğuna ikna olduğu andır.

Öğrenci gençlikten emekçi sınıfa geçişlerin tümünün kalıcı olmadığınıda unutmamak gerekir. Bu tür geçişkenlikte eski sınıfına(küçük burjuvaziye) dönüşler ciddiye alınacak düzeydedir. Çünkü küçük burjuvazi için emekçi sınıfın -çalışma ve yaşama- koşulları dayanılmazdır. Bu nedenlede bir an önce bir memurluğa geçmek yada ‚hiç değilse küçükte olsa kendi işini kurmak‘ hayali hep aklının bir köşesindedir.

Küçük Burjuva İdeolojisi

Üretim araçları ve ilişkileri bağlamındaki durum, sınıf aidiyetini ve sınıfların ideolojilerini yaratır. Yani sınıfların somut koşulları onların dünya görüşlerini belirler. Küçük burjuvazinin ideolojiside, onun sınıfsal karekterine uygun biçimde şekillenmiştir.

Marksim Gorki‘nin ‚Küçük burjuva, uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberlerin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin, “hümanist” edebiyatın etkisi, “yasaların ruhu”, burjuva “gelenekleri” denilen bütün şeylerin etkisi küçük burjuvaların kafalarında bir saatin çarklarına benzer. Küçük burjuva düşüncelerinin küçük çarklarını, küçük burjuvanın rahatına düşkünlüğünü harekete getiren bir zemberek, pek karmaşık olmayan bir cihaz yaratır. Küçük burjuvaların bütün duaları belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: “Tanrım, bize acı!” Bu dua biraz daha yetiştirilip, devlet ve toplum karşısında bir hak ve istek olarak ifade edilecek olursa, şu şekli alır: “Beni rahat bırakın, dilediğim gibi yaşayayım.”‘ şeklinde ifade ettiği şey aslında küçük burjuvazinin ideolojisinin özüdür.

Sermaye sınıfı ve emekçi sınıf arasında her iki sınıfa geçişkenlik özelliğide taşıyan -esasta genel olarak emekçi sınıfa geçişkenliği daha yüksek olan, sermaye sınıfına geçmenin hayalini ise hiç aklından çıkaramayan- bir ara sınıf olarak küçük burjuvazinin siyasi iktidar perspektifi yoktur. Çünkü üretim ilişkilerinde buna neden olacak bir rolü yoktur!

Dolayısıyla küçük burjuva ideolojisi, temelde kendi sınıfının rahatını sağlayacak -düzeniçi ‚özgürlükler‘, burjuva demokratik haklar, liberalizm, yerine göre sekülerizm yerine göre ‚muhafazakar demokratlık‘ vb- ve vicdanını rahatlatacak -çatışmasızlık ve burjuva hümanizmi vb gibi- argümanlar üzerine kuruludur. Ancak hangi argümanı ne kadar öne çıkarıp sahipleneceği andaki somut siyasi, ekonomik ve toplumsal koşullara bağlıdır.

Örneğin uzunca yıllardır, Avrupa kapitalist ülkelerde küçük burjuvazi, ağırlıklı olarak sekülerizm, burjuva hümanizmi ve burjuva demokrasisi yanlısı bir tablo çiziyor. Ancak Arap Emirlikleri’nde küçük burjuvazi genel olarak ‚İslamcı‘ ve -ekonomik olarak- liberal bir anlayışı savunuyor. Türkiye’de ise küçük burjuvazinin genel bir tutumu olduğunu söylemek çok zor. ‚Siyasal İslamcı’lığı savunan bir kesim var, burjuva demokrasisini savunan bir kesim var, seküler bir kesim var, kendini sol cenaha ait gören emekten yana bir kesim var, fundamentalist bir kesim var vb vb. Küçük burjuvazinin ülkeden ülkeye yansıttığı bu farklı görüntü, ülkeden ülkeye değişen siyasal, ekonomik ve toplumsal koşullarla ilgilidir.

Sınıf çelişkilerinin kızgınlık düzeyi, sınıfların çatışkılarının yoğunluğu ve coğrafyada hakim olan üst yapı (din, ahlak, kültür vb) küçük burjuvazinin görüntüsünü belirliyor. Küçük burjuva ideolojisinin bir toplumsal düzen-formasyon ufku olmadığı için kendi etiğini yaratamıyor. Bu nedenle olay ve olgulara karşı yaklaşımında hali hazırdaki üst yapı normlarını kullanıyor.

Ancak sermaye sınıfına karşı, emekçi sınıfın iktidar mücadelesi güç kazanmaya başladığı zamanlarda devrimden çıkarı olduğunu düşündüğü oranda devrimden yana tutum takınabiliyor. Bu onun kendine has bir düzen amacı olmadığı için, sadece çıkarlarını esas alan ilkesiz niteliğinden ileri geliyor.

Politik konumlanışındaki ve ana sınıflara karşı yaklaşımındaki ilkesiz tutumu onun siyaseten giriştiği tüm işlerede yansır. Tutarsız ve ‚duruma göre vaziyet alan‘ opotünizm, küçük burjuva ideolojisinin siyasal rotasına hükmeder. Ondandır ki dalga yükseldiğinde önde koşan küçük burjuvazi, dalgalar çekildiğinde piyasadan kaybolur.

Gezi İsyanı’nda emekçi sınıf ve ezilen her kesimden insanlar itiraz hareketine destek verirken, küçük burjuvazi ve örgütleri hareketin coşkusuyla en öne atıldı. Kolluk güçleri insanları kıstırıp komalık ederken, yaralayıp vurup öldürüken, ne idüğü belirsiz bir burjuva hümanizmasının arkasına gizlenen küçük burjuvazi ellerinde karanfillerle gelip kolluğa karanfil verdiler. Küçük burjuvazinin söylemleri ile eylemleri arasındaki tutarsız siyasal yan, güç olana öykünmesi ve kendine güvensizliği onun sınıfsal niteliği ve algısına hükmeden oportünizm ile açıklanabilir.

Devlet itirazı ezmeye başladığında ise küçük burjuvazi iyice geri çekildi. Eşini dostunu, arkadaşını meydanlara çağıran küçük burjuva unsurlar, devletin baskısını arttırmasıyla onun gücü karşısında ‘başına gelebilecekleri düşündükçe içten içe titremeye başladı’, önce ‚amacımızı aştık mı?‘ gibi bir sorgulamaya ardından ‚tamam, tepkimizi gösterdik, dağılalım‘ edasında bir vazgeçişe sarıldı.

Gezi’de iki türlü küçük burjuva tavır görmekte mümkündü. Birincisi ve -bir sınıf olarak küçük burjuvazi özelinde- genel olanı bu bahsettiğim gibi idi. İkincisi de -küçük burjuva devrimciliği özelinde- bunun tersten bir pratiği olsa da ideolojik kökleri yine küçük burjuva ideolojisinde olan Gezi’yi olduğundan farklı gören, onun kendine sağlayacağı örgütsel çıkarları esas alan pragmatizm ve bu pragmatizm ile bütünleşen bir öznelcilik(subjektifizm).

Bu ikinci tür küçük burjuva tavırda, kitlelerin somut durumunu ve itiraz hareketinin muhtevasını kavramayan, hangi durumda ne tür sonuçlar doğuracağını, kısa-orta-uzun vaadede tarihsel ve toplumsal etkilerinin neler olacağını hesaba katmayan, sadece kendi dar örgütsel kaygı, istek ve çıkarlarının gereği olarak düşündüğü eylem devamlılığında -kitlelerin geri çekilmesine, kendi nicel ve nitel gücü de buna müsait olmamasına rağmen- ısrar eden tutum idi.

…..

Küçük burjuva ideolojisinin ayrılmaz parçalarından biriside oportünizmdir. Oportünizm, genel olarak  durum karşısında belli ilkelere ve düşünce sistematiğine göre değil, andaki çıkarlara göre tutum takınmak anlamında kullanıyor. En yalın tabiriyle gelişmeler karşısında duruma göre ilkesizce vaziyet almak. Sınıf mücadelesi alanında bu tutum, bilimsel bir dünya görüşüne ve siyasal ilkelere sahip olan Komünist örgüte ait olamaz.

Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da belirttikleri üzere ‚Komünistlerin tüm proleteryanın çıkarlarından ayrı bir çıkarları yoktur‘. Komünist örgüt, emekçi sınıfın çıkarlarından ayrı olarak kendi örgütsel çıkarları uğruna yada örgüt içinde bir grubun, organın yada kişinin çıkarları uğruna ilkesiz bir siyaseti ve pratiği savunmaz-uygulamaz.

Ancak küçük burjuva örgüt bunu yapar. Çünkü -tabelasında Komünist de yazsa niteliği küçük burjuva ise- küçük burjuva devrimciliği, küçük burjuva ideolojisinden belli oranda beslenir ve bu ideolojik gıda onun siyasetine sirayet eder.  Sözkonusu örgütlerin siyasetine hangi oranda etki ettiği, onların niteliğine küçük burjuva ideolojisinin ne oranda hakim olduğuyla ilgilidir.

Oportünizm, bilimsel bir dünya görüşü ve ilkeli bir -sınıf- siyaset(in)e dayanmadığı için kişilere, kurumlara, örgütlere, topluluklara vb karşı tutumu net olmayan çelişkili, tutarsız siyasetler üretir. Bu nedenle oportünizm, toplumsal alanda ve sınıf mücadelesinde, ilkesizdir. Dün reformist dediğiyle yarın birlik yapar, bugün sarı sendika dediğine yarın devrimci sendika der, bir gün dinci dediği kurumu öbürgün devrimci ilan eder vb vb.

Oportünizm, kendini esas alarak kendi çıkarlarını -sınıfların ve sınıf mücadelesinin üzerinde tutarak- kollamak üzere bir düşünce temeline oturduğu için, hakim olduğu yerde örgütsel olarak ilkesiz, siyaseten tutarsız ve nihai olarak güvenilmez bir özne yaratır.

Özcesi: küçük burjuva ideolojisi, pragmatizm(çıkarcılık) ve subjektifizm(öznelcilik), acelecilik, maceracılık, gerçeği yadsıma, sekterizm, grupçuluk, egosantrizm(benmerkezcilik), kopyacılık, taklitçilik, kolaycılık vb bir sürü hastalığın kaynağıdır. Bu hastalıklardan muzdarip olanlar, mutlaka aynı kaynaktan besleniyordur.

https://devrimcidusun.org/wp-content/uploads/2021/04/1.png
Giriş Yap

Devrimci Düşün Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!