Bugün siyasette bütün mesele, muhalefette bilinç ile örgütlenme arasında derin bir uçurum olması; kısmen yaşanan gerçek gelişmelerin, kısmen de mevcut toplumun solun bildik kurumlarını tanınmaz hale getirmiş olmasının bir sonucu bu.
Yeni kapitalizmin ve onu ayakta tutan hükümetlerin siyasi hedefi açıktır: gerçek çatışmayı boğmak, sahte bir siyasi konsensüs içinde eritmek. Yeni kapitalizmin başarısı için elzem olan konsensüs siyaseti, özünde manipülatif bir siyasettir, insan yönetimi siyasetidir ve bu bakımdan son derece gayri demokratiktir. Hükümetin gerçek işlevi, en büyük güç sahipleri ile organize elitler arasındaki konsensüsü yönetmekten ibarettir. Demokrasi, müzakere edilip etrafından dolanılacak bir yapı haline gelmiştir.
Konsensüs siyaseti, büyük ölçekli herhangi bir yapısal değişime programlanmamıştır. Pragmatizm siyasetidir o – mevcut sınırlar içinde manevra yapma siyaseti. Her idari faaliyet, ustalıklı bir temsildir adeta, siyasi bir halkla ilişkiler icraatıdır. Manevraları yapan ister İşçi Partisi hükümeti olsun ister Muhafazakâr Parti, fark etmez, zira ikisi de statükonun kısıtlamalarını çerçeve olarak kabul etmiştir.
Kapitalist toplumda iktidarın daima farklı kaynakları olmuştur; hükümetler de hep, mülkiyete ve kontrole dayalı bu iktidar odaklarıyla pazarlık yürütmek zorunda kalmışlardır. Fakat yeni kapitalizmin özü, bu yapının rasyonalizasyonunun ve eşgüdümünün artmasına dayanır. Devlet içindeki devletlere, her sektör içerisindeki üst komutalara –bankalar, şirketler, sanayici birlikleri, İşçi Sendikaları Kongresi– siyasi yapıda yeni ve daha formel bir yer verilir ve bu da, giderek, gerçek bir karar alma aygıtı halini alır: Ama artık bu kararlar, eskiden olduğu gibi tek tek alanlarda değil, eşgüdümle işleyen tek bir alanda alınır. Kamusal iletişim araçlarının mülkiyet ve kontrolünde büyük ölçüde yansımasını bulan bu siyasi yapı, inandırıcı bir biçimde, “millî çıkar” diye tanımlanır.
19. yüzyılda serbest piyasa kapitalizmi, siyasi düşünce ve ilkelerde de serbest bir piyasaya göz yumabiliyordu. Ama günümüz kapitalizmi gençlik günlerine tövbe etti. Yeni kapitalizm, nasıl ki talebi öngörmek, hatta zaman zaman bilfiil yaratmak zorunda olduğunu anladıysa, politik dışavurumunda da “kamuoyu” dediği şeyi yönlendirmekle kalmayıp yaratmak zorunda olduğunu anladı. Şimdi bunu yapmak için elinin altında eşi benzeri görülmemiş kanaat araçları var.
Yeni kapitalizmin ilk emareleri, çoğumuz için, iletişim ve haberleşmede yaşananlarda kendini gösterdi. 19. yüzyıldaki demokrasi mücadelesinde, muhalif kesimler ve yeni ortaya çıkan halk tabanlı örgütler, düşünce oluşumu araçlarına eşit biçimde olmasa da en azından erişme fırsatı bulabiliyordu: ucuz baskılar, seçim kürsüleri, sandıklar, kiliseler, halk evleri… Bugün bu araçların çoğu belki hâlâ mevcut, ama gerçeklerin ve kanaatlerin aktığı ana kanallar artık çok farklı: televizyon, ulusal basın, ve yekpare siyasi parti. Muhalif seslere zaman zaman bu kanalların herhangi birinde yer verilebiliyor, ama ancak yerleşik sistemin çizdiği sınırlar içerisinde. Televizyonda aykırı görüşleri olan birine söz verildiği oluyor, ama mevcut düşünce çerçevesine uyan asıl programın küçük bir parçası olarak. Kamu yayıncılığının gereği olarak farklı görüşlere eşit yer verme ilkesi, sadece parti temsilcileri arasında denge gözetmeye indirgeniyor. Geniş dağıtım ağına sahip bütün gazeteler kapitalistlerin elinde ve onlar da mütemadiyen kendi kampanya ve gündemlerini yürütüyor.
Bu sistemin dışında ve onun değerlerine karşı olanlar, zaman zaman, kısa süreliğine katılma daveti alabiliyor; daha doğrusu, aykırı görüşleri, müesses nizamın yorumcuları tarafından işlemden geçiriliyor. Sistem çoğunlukla, zaten yok sayılacağından emin olduğu şeylerin söylenmesine izin veriyor – düşük tirajlı bir derginin, ciddi bir kitabın, kiralık bir salonda yapılan toplantının içeriği nasıl olsa çoğunluğa ulaşamayacak. Tam da bu sebeplerle, yüz bin kişi, sözgelimi nükleer silahlara karşı kampanya yürütmek için sokağa çıkınca, onlar da haberlerde eksantrik bir grup olarak lanse ediliyor.
Yeni kapitalizm koşullarındaki düşünce oluşumu tarzının bütün amacı da bu. Sistem mutlakmış gibi sunuluyor, sanki olağan durum sadece ve sadece oymuş gibi. Bu yeni kapitalizm –müesses siyasi ve ekonomik çıkarların savunulmasında faal ortak olan özel ve kamusal bürokrasi– belli başlı tüm iletişim araçlarını öyle bir örgütlenme ve maliyet seviyesinde ve o kadar kesin biçimde elinde topladı ki, ona karşı her meydan okuma, daha en baştan, gayri resmî, marjinal, hatta önemsiz görünüyor.
Sistem içinde yer almayan her şey gayri resmî, amatörce, ihtiyari veya aşırılıkçı sayılıyor ve dolayısıyla önemsizleştirilip yok sayılabiliyor. Nereye ait olduklarını içgüdüleriyle bulan meslekten yorumcular, siyasetin “içinde” olan kişiler, halkın dikkatini derhal asıl can alıcı meselelere çekiyorlar: kabinede kim, hangi sıradaymış; kim, hangi sözleriyle, işi kapmış ya da kaybetmiş; bir de tabii, düzenli aralıklarla, seçimler bu bahar mı yoksa bir sonraki bahar mı olacakmış… İşte yeni bir siyaset mücadelesi, gerçek anlamda demokratik bir dava, bu uyuşturulmuş ortamda sürdürülmek zorunda.
Kaynak: e-skop