Şirket şehir-devletleri hayali kuran hareket, şansının döndüğüne inanamıyor. Yıllardır, vergiden kaçan zenginlerin kendi yüksek teknolojili feodal krallıklarını kurması gibi uçuk bir fikri savunuyorlardı: Uluslararası sularda yapay adalarda yeni ülkeler (“denizde yerleşim”) ya da Honduras’taki bir adada, lüks bir kapalı site ile Vahşi Batı tarzı bir sağlık merkezinin birleşimi olan Próspera gibi iş dostu “özgürlük şehirleri”.
Ancak Peter Thiel ve Marc Andreessen gibi büyük risk sermayedarlarının desteğine rağmen, bu aşırı özgürlükçü hayaller sürekli tökezledi. Çünkü anlaşıldı ki, çoğu kendini beğenmiş zengin, vergiler düşük olsa bile yüzen petrol platformlarında yaşamak istemiyor. Próspera belki tatil yapmak ya da biraz “beden yenileme” için hoş bir yer, ama şu anda uluslararası statüsü mahkemelerde sorgulanıyor.
Derken, birdenbire, bu bir zamanlar kenarda köşede kalmış şirket ayrılıkçıları ağı, küresel iktidarın tam ortasında kapıları ardına kadar açık buldu.
İlk işaret 2023’te geldi. Kampanya yapan Donald Trump, durup dururken federal arazilerde 10 tane “özgürlük şehri” kurmak için bir yarışma düzenleyeceğini vaat etti. O sırada bu fikir, her gün ortalığa saçılan çılgın iddiaların arasında kaybolup gitti. Ancak yeni yönetim iş başına geldikten sonra, ülke kurma heveslileri Washington’da lobi seferberliği başlattı ve Trump’ın vaadini gerçeğe dönüştürmekte kararlılar.
“Washington’daki enerji müthiş!” diyor Próspera’nın genel müdürü Trey Goff, Capitol Hill’e yaptığı bir ziyaretten sonra. Yıl sonuna kadar bir sürü şirket şehir-devletinin yolunu açacak yasaların tamamlanacağını iddia ediyor.
Siyaset felsefecisi Albert Hirschman’dan ilham alan Goff, Thiel ve yazar-yatırımcı Balaji Srinivasan gibi isimler, “çıkış” dedikleri bir ilkeyi savunuyor: Parası olanların, vatandaşlık yükümlülüklerinden –özellikle vergilerden ve sıkı düzenlemelerden– kaçma hakkı olduğu fikri. Eski imparatorlukların hırslarını ve ayrıcalıklarını yeniden paketleyip markalaştırarak, dünyayı parçalayıp hiper-kapitalist, demokrasiden arınmış sığınaklara bölmeyi hayal ediyorlar. Bu sığınaklar, sadece ultra zenginlerin kontrolünde olacak, özel paralı askerler tarafından korunacak, yapay zekâ robotları hizmet verecek ve kripto paralarla finanse edilecek.
Trump’ın bayrak sallayan “Önce Amerika” söylemiyle seçildiği düşünülürse, milyarder tanrı-kralların yönettiği özerk bölgelere destek vermesi çelişkili görünebilir. MAGA’nın megafonu Steve Bannon, gururlu bir milliyetçi ve popülist olarak, Trump’ın müttefiki milyarderleri “teknofeodalistler” diye eleştirip “insanlar umurlarında bile değil” diyerek renkli söz düellolarına girişti. Trump’ın bu garip, yamalı ittifakındaki çatışmalar da gerçek; son olarak gümrük vergileri meselesinde tansiyon iyice yükseldi. Ama yine de, bu vizyonlar ilk bakışta göründüğü kadar uyumsuz olmayabilir.
Kıyamet faşizmiyle yüzleşme
Yeni ülke kurma hevesindeki ekip, geleceğin şoklar, kıtlık ve çöküşle dolu olacağından emin. Onların yüksek teknolojili özel alanları, aslında bir avuç seçkin için tasarlanmış, her türlü lüksü ve konforu sunan, gelecekte giderek vahşileşen bir dünyada kendilerine ve çocuklarına avantaj sağlayacak kaleler, bir nevi kaçış kapsülleri. Açık konuşalım: Dünyanın en güçlü insanları, kendi elleriyle çılgınca hızlandırdıkları bir kıyamete hazırlanıyor.
Bu vizyon, küresel aşırı sağın, İtalya’dan İsrail’e, Avustralya’dan ABD’ye kadar benimsediği, daha geniş kitlelere hitap eden kalelere dönüşmüş ulus anlayışından çok da uzak değil. Sürekli bir tehlike çağında, bu ülkelerdeki açıkça üstünlükçü hareketler, görece zengin devletlerini silahlı sığınaklara çeviriyor. Bu sığınaklar, istenmeyen insanları dışlamak ve hapsetmek konusunda acımasız (ister Manus Adası’ndan Guantánamo’ya uzanan uluslararası ceza kolonilerinde süresiz hapis, ister başka yollarla) ve yaklaşan şoklara dayanmak için ihtiyaç duydukları toprakları ve kaynakları (su, enerji, kritik mineraller) vahşice ele geçirme konusunda aynı derecede gaddar.
Bu, sağın kalıcı eğilimlerinden besleniyor olsa da… daha önce böylesine güçlü bir kıyametçi akımın iktidarda olduğu bir dönemde yaşamadık.
İlginçtir, bir zamanlar seküler olan Silikon Vadisi elitleri birdenbire İsa’yı keşfederken, şu dikkat çekiyor: Hem bu VIP geçiş sağlayan şirket-devlet vizyonu hem de kitlelere hitap eden sığınak-ulus fikri, Hıristiyan köktencilerinin İncil’deki İmanlıların Göğe Alınması (Rapture) yorumuyla çok şey paylaşıyor. Bu yoruma göre, inananlar gökyüzünde altın bir şehre yükseltilecek, lanetliler ise yeryüzünde kıyametvari bir son savaşta acı çekmeye terk edilecek.
Tarihimizin bu kritik anıyla başa çıkmak için, karşımızdakilerin daha önce gördüğümüz rakipler olmadığını anlamalıyız. Biz, kıyamet faşizmiyle karşı karşıyayız.
Mussolini döneminde çocukluğunu geçiren romancı ve filozof Umberto Eco, ünlü bir denemesinde faşizmin genellikle bir “Armageddon kompleksi” taşıdığını, yani düşmanları büyük bir son savaşta yenmeye takıntılı olduğunu söylemişti. Ama 1930’lar ve 1940’lar Avrupası’ndaki faşizmde bir ufuk vardı: Kan banyosundan sonra, kendi grupları için barışçıl, pastoral ve arınmış bir altın çağ vizyonu. Bugün böyle bir şey yok.
Kıyametçi faşizme karşı direniş
İklim çöküşünden nükleer savaşa, zirve yapan eşitsizlikten dizginsiz yapay zekâya kadar, gerçek bir varoluşsal tehlikeler çağında yaşadığımızın farkındalar. Ama mali ve ideolojik olarak bu tehditleri daha da derinleştirmeye adanmış olan günümüz aşırı sağ hareketleri, umut dolu bir geleceğe dair inandırıcı hiçbir vizyon sunamıyor. Sıradan seçmene sadece geçmişin remiksleri ve insanlıktan çıkarılmış, sürekli genişleyen bir “öteki” topluluğu üzerinde egemenlik kurmanın sadistçe zevkleri vaat ediliyor.
İşte bu yüzden Trump yönetimi, sadece bu iğrenç hazlar için tasarlanmış, gerçek ve yapay zekâ ürünü propaganda akışını sürdürmeye kendini adamış durumda. Zincir sesleri ve kelepçe kilitleriyle süslenmiş, resmi Beyaz Saray X hesabında “ASMR” etiketiyle paylaşılan—ki bu etiket, sinir sistemini yatıştırmak için tasarlanmış seslere işaret eder—sınır dışı uçaklarına yüklenen zincirlenmiş göçmen görüntüleri. Ya da aynı hesabın, Columbia Üniversitesi’ndeki Filistin yanlısı kampta aktif olan ve ABD’de kalıcı ikametgaha sahip Mahmoud Khalil’in gözaltına alındığını, “ŞALOM, MAHMOUD” diyerek alaycı bir şekilde duyurması. Veya iç güvenlik sekreteri Kristi Noem’in sadizm şıklığı taşıyan fotoğraf pozları: ABD-Meksika sınırında at üstünde, El Salvador’da kalabalık bir hapishane hücresinin önünde ya da Arizona’da göçmenleri tutuklarken makineli tüfek sallayarak…
Yaşadığımız “artan felaketler çağı”nda, aşırı sağın iktidar ideolojisi iğrenç bir üstünlükçü hayatta kalma anlayışına dönüştü.
Bu ideoloji, kötülüğüyle korkutucu, evet. Ama aynı zamanda güçlü direniş imkânları da açıyor. Gelecekle bu ölçekte kumar oynamak – sığınağınıza güvenmek – en temel düzeyde, birbirimize, sevdiğimiz çocuklara ve bu gezegeni paylaştığımız her canlıya karşı görevlerimize ihanet etmek demek. Bu inanç sistemi, özünde soykırımcı ve bu dünyanın mucizesine, güzelliğine ihanet eden bir anlayış. Sağın Armageddon kompleksine ne kadar teslim olduğunu insanlar daha fazla anladıkça, her şeyin tehlikede olduğunu fark ederek direnişe geçmeye daha istekli olacaklarına inanıyoruz.
Rakiplerimiz, bir acil durum çağına girdiğimizi çok iyi biliyor, ama buna ölümcül ve bencil sanrıları kucaklayarak yanıt veriyorlar. Çeşitli apartheid fantezilerine, sığınakların güvenliğine kapılmış durumdalar ve dünyayı yanmaya terk etmeyi seçiyorlar. Bizim görevimiz, hem manevi hem siyasi, kapsayıcı ve nitelikli bir hareket, bu dengesiz hainleri durduracak kadar güçlü bir hareket inşa etmek. Farklılıklarımız ve ayrılıklarımız arasında birbirimize ve bu mucizevi, yegâne gezegene sarsılmaz bir bağlılıkla kök salmış bir hareket.
Çok değil, kısa bir süre önce, kıyamet işaretlerini uzun zamandır beklenen İmanlıların Göğe Alınması (Rapture) fantezisinin heyecanıyla karşılayanlar ağırlıklı olarak dini köktencilerdi. Trump, bu ateşli dogmaya inanan kişilere kritik görevler verdi; aralarında, İsrail’in yok edici şiddetiyle topraklarını genişletmesini yasadışı vahşet olarak değil, Kutsal Topraklar’ın Mesih’in döneceği koşullara yaklaştığının sevindirici kanıtı olarak gören birkaç Hıristiyan Siyonist de var. Onlara göre bu, inananların göksel krallığına kavuşacağı anın habercisi.
Trump’ın yeni İsrail büyükelçisi Mike Huckabee, Hıristiyan Siyonizmi’yle sıkı bağlara sahip; savunma sekreteri Pete Hegseth de öyle. Kristi Noem ve Project 2025’in mimarı, şimdi bütçe ve yönetim ofisini yöneten Russell Vought, Hıristiyan milliyetçiliğinin ateşli savunucuları. Hatta eşcinsel kimliği ve çılgın parti hayatıyla bilinen Thiel bile son zamanlarda Deccal’in gelişinden bahseder oldu (ipucu: ona göre bu Deccal, Greta Thunberg! Bunu sonra açacağız).
Ama kıyamet faşisti olmak için İncil’e kelimesi kelimesine inanmanıza ya da dindar olmanıza gerek yok. Bugün, pek çok güçlü seküler insan, neredeyse aynı senaryoyu takip eden bir gelecek vizyonunu benimsemiş durumda: Bildiğimiz dünya kendi ağırlığı altında çöküyor ve seçilmiş bir avuç insan, çeşitli gemilerde, sığınaklarda ya da etrafı çevrili “özgürlük şehirlerinde” hayatta kalıp serpiliyor. İletişim uzmanları Sarah T. Roberts ve Mél Hogan, 2019’daki “Geride Bırakılanlar: Gelecek Fetişistleri, Hazırlık ve Dünya’nın Terk Edilişi” adlı makalelerinde seküler bir İmalıların Göğe Alınması (Rapture) özlemini tarif ediyor: “Hızlanmacılığın [kıyamete gidişi hızlandırma düşüncesinin] tahayyül ettiği gelecekte mesele, zararları azaltmak, sınırlara uymak ya da durumu düzeltmek değil; her şeyi sonuna kadar götüren bir siyaset izlemektir.
Thiel’le birlikte PayPal’da servetini katlayan Elon Musk, bu patlayıcı ethosun cisimleşmiş hali. Gökyüzünün mucizelerine bakıp, o karanlık bilinmezi sadece kendi uzay çöpleriyle doldurma fırsatları gören bir adam bu. İklim krizi ve yapay zekânın tehlikeleri konusunda uyarılarla ününü parlatsa da, şimdi o ve sözde “hükümet verimliliği departmanı” (Doge) yandaşları, çevresel düzenlemeleri ve hatta bütün düzenleyici kurumları baltalayarak bu riskleri (ve daha pek çoğunu) tırmandırıyor; görünüşe bakılırsa hedefleri, federal çalışanları sohbet botlarıyla değiştirmek.
Kim takar işleyen bir ulus-devleti, madem uzay—ki artık Musk’ın tek takıntısı olduğu söyleniyor—onu çağırıyor? Musk için Mars, insan medeniyetinin—belki de yapay genel zekâya yüklenmiş bilinçlerle—hayatta kalması için kilit bir seküler gemi. Musk’ı kısmen etkilediği anlaşılan bilimkurgu Mars Üçlemesi’nin yazarı Kim Stanley Robinson, milyarderin Mars’ı kolonileştirme fantezilerinin tehlikesi konusunda net: “Bu sadece ahlaki bir tuzak; dünyayı mahvedip yine de güvende olabileceğimiz yanılsamasını yaratıyor. Bu tamamen gerçek dışı.”
Bedenli dünyadan kaçmayı arzulayan dinci kıyametçiler gibi, Musk’ın insanlığı “çok gezegenli” yapma dürtüsü, tek evimizin çok türden oluşan görkemini takdir edememesinden güç alıyor. Etrafındaki muazzam zenginliğe ilgisiz, dünyanın çeşitlilikle cıvıldamaya devam etmesini sağlamaya niyeti yok; onun yerine, devasa servetini, bir avuç insanın ve robotun iki çorak kürede (radikal şekilde tükenmiş bir Yeryüzü ve terraforme edilmiş bir Mars) hayatta kalmaya çalıştığı bir geleceği getirmek için harcıyor. Eski Ahit hikâyesine garip bir yorum katarak, Musk ve diğer teknoloji milyarderleri, kendilerine tanrısal güçler atfedip sadece gemiler inşa etmekle yetinmiyor; aynı zamanda tufanı tetiklemek için ellerinden geleni yapıyor gibi. Bugünün sağcı liderleri ve zengin müttefikleri, felaketlerden şok-doktrini ve felaket-kapitalizmi tarzında faydalanmakla yetinmiyor; aynı anda bunları provoke ediyor ve planlıyor.
Peki ya MAGA tabanı? Hepsi İmanlıların Göğe Alınması (Rapture) mitine içtenlikle inanacak kadar inançlı değil ve çoğu, bırakın bir roket gemisini, “özgürlük şehri”nde bir yer alacak paraya bile sahip değil. Endişelenmeyin. Kıyamet faşizmi, alt kademe askerler için çok daha uygun fiyatlı gemiler ve sığınaklar vadediyor; bunlar tam da onların erişebileceği türden.
Steve Bannon’ın günlük podcast’ini dinleyin—ki kendisini MAGA’nın bir numaralı medya organı olarak sunuyor—tek bir mesajla bombardımana tutulursunuz: “Dünya cehenneme gidiyor, kâfirler barikatları aşıyor ve son bir savaş kapıda. Hazırlıklı olun.” Bannon, reklamverenlerinin ürünlerini övmeye geçtiğinde bu “hazırlık” mesajı iyice belirginleşiyor. Birch Gold alın, diyor dinleyicilerine, çünkü aşırı borçlu ABD ekonomisi çökecek ve bankalara güvenemezsiniz. My Patriot Supply’dan hazır yemek stoklayın. Evde lazer güdümlü bir sistemle nişancılığınızı geliştirin. Felaket anında hükümete bel bağlamak istemezsiniz, diye hatırlatıyor (ama söylenmeyen şey şu: özellikle de şimdi Doge ekibi hükümeti parça parça satarken).
Kıyamet faşizmi, karanlık bir şenlik havasında kadercilik sunuyor—üstünlük olmadan yaşamayı hayal etmektense yıkımı kutlamayı daha kolay bulanların son sığınağı.
Bannon sadece dinleyicilerini kendi sığınaklarını yapmaya teşvik etmiyor tabii. Aynı zamanda ABD’yi kendi başına bir sığınak olarak gören bir vizyonu da savunuyor; ICE ajanlarının sokaklarda, işyerlerinde, kampüslerde dolaşıp ABD politikalarına ve çıkarlarına düşman görülenleri ortadan kaldırdığı bir sığınak. Bu sığınak-ulus fikri, MAGA gündeminin ve kıyamet faşizminin tam kalbinde yatıyor. Bu mantıkta ilk iş, ulusal sınırları çelikleştirmek ve içerdeki-dışarıdaki tüm düşmanları temizlemek. Bu iğrenç iş şimdiden hız kazandı; Trump yönetimi, yüksek mahkemenin desteğiyle, Yabancı Düşmanlar Yasası’nı devreye sokarak yüzlerce Venezuelalı göçmeni El Salvador’daki kötü şöhretli mega-hapishane Cecot’a sınır dışı etti. Mahkûmların saçlarının kazındığı, tek bir hücreye 100 kişinin tıkıldığı, çıplak ranzalarla dolu bu tesis, üç yıl önce ülkenin kripto sevdalısı, Hıristiyan Siyonist başbakanı Nayib Bukele tarafından ilan edilen, sivil özgürlükleri yok eden “olağanüstü hal” altında işliyor.
Bukele, ABD yönetiminin yargı boşluğuna atmak istediği vatandaşlar için aynı ücrete dayalı sistemi sunmayı teklif etti. Trump, bu öneri sorulduğunda, “Bunu sevdim,” dedi. Şaşırtıcı değil: Cecot, “özgürlük şehri” fantezisinin iğrenç ama mantıklı bir uzantısı – her şeyin satılık olduğu ve hukukun geçmediği bir alan. Daha fazla sadizm beklemeliyiz. ICE’nin geçici direktörü Todd Lyons, 2025 Sınır Güvenliği Fuarı’nda ürpertici bir açık sözlülükle, bu sınır dışı işlemlerinde daha “iş odaklı” bir yaklaşım görmek istediğini söyledi: “[Amazon] Prime gibi, ama insanlarla.”
Sığınak-ulusun sınırlarını kollamak kıyamet faşizminin bir numaralı işiysa, ikinci iş de bir o kadar önemli: ABD hükümetinin, korumalı vatandaşlarının zor günleri atlatmak için ihtiyaç duyabileceği kaynakları ele geçirmesi. Belki Panama’nın kanalı. Ya da Grönland’ın hızla eriyen nakliye rotaları. Ukrayna’nın kritik mineralleri. Veya Kanada’nın tatlı suyu. Bunu eski moda emperyalizmden ziyade, ulus-devlet düzeyinde devasa bir hazırlık olarak düşünmeliyiz. Demokrasi ya da Tanrı’nın sözünü yayma gibi eski sömürgeci bahaneler yok artık – Trump dünyaya açgözlü gözlerle baktığında, medeniyet çöküşü için stok yapıyor.
Bu sığınak zihniyeti, JD Vance’in tartışmalı Katolik teolojisi hamlelerini de açıklıyor. Siyasi kariyerini büyük ölçüde bir numaralı hazırlıkçı Thiel’in cömertliğine borçlu olan başkan yardımcısı, Fox News’ta, Orta Çağ Hıristiyan kavramı ordo amoris’i (hem “sevgi düzeni” hem “hayırseverlik düzeni” olarak çevrilir) şöyle anlattı: Sevgi, sığınağın dışındakilere borçlu değil. “Önce aileni seversin, sonra komşunu, sonra toplumu, sonra ülkedeki vatandaşlarını. Ondan sonra dünyanın geri kalanına odaklanıp öncelik verebilirsin.” (Ya da Trump yönetiminin dış politikasına bakılırsa, hiç vermeyebilirsin.) Yani, sığınağımızın dışındaki kimseye bir şey borçlu değiliz.
Bu, sağın kalıcı eğilimlerinden besleniyor – iğrenç dışlamaları haklı çıkarmak etno-milliyetçi güneşin altında yeni değil – ama daha önce böylesine güçlü bir kıyametçi akımla yönetimde karşılaşmamıştık. Soğuk Savaş sonrası dönemin “tarihin sonu” kibirli havası, hızla yerini gerçek bir kıyamet zamanında olduğumuz inancına bırakıyor. Doge kendini ekonomik “verimlilik” bayrağına sarabilir, Musk’ın adamları, Pinochet’nin diktatör rejimi için ekonomik şok terapisi tasarlayan ABD eğitimli “Chicago Boys”u hatırlatabilir, ama bu sadece neoliberalizmle neokonservatizmin eski evliliği değil. Bu, bürokrasiyi dağıtıp insanları sohbet botlarıyla değiştirmemiz gerektiğini söyleyen, paraya tapan, yeni bir bin yılcı karışım – hem “israf, sahtekârlık ve suistimali” kesmek için, hem de çünkü bürokrasi, Trump’a direnen şeytanların saklandığı yer. İşte burada teknoloji kardeşler, Hegseth ve Trump yönetimindeki diğerleriyle bağlantılı, aşırı ataerkil Hıristiyan üstünlükçü gerçek bir grup olan TeoKardeşler’le birleşiyor.
Kıyamet faşizminin birleştirici zehri
Faşizm her zaman yaptığı gibi, bugünün Armageddon kompleksi de sınıf sınırlarını aşıyor, milyarderleri MAGA tabanıyla birleştiriyor. Onlarca yıllık derinleşen ekonomik baskılar ve işçileri birbirine düşüren bitmek bilmez, ustalıkla işlenmiş mesajlar yüzünden, pek çok insan, etraflarındaki çöküşten kendini koruyamayacak kadar çaresiz hissediyor (ne kadar hazır yemek stoğu yapsalar da). Ama duygusal teselliler sunuluyor: Pozitif ayrımcılık ve çeşitlilik politikalarının sonunu alkışlayabilir, kitlesel sınır dışılara sevinebilir, trans bireylerin cinsiyet onaylayıcı bakım hakkının reddini keyifle izleyebilir, kendini senden üstün gören eğitimcileri ve sağlık çalışanlarını şeytanlaştırabilir, ekonomik ve çevresel düzenlemelerin çöküşünü liberalleri alt etmenin bir yolu olarak coşkuyla kutlayabilirsin. Kıyamet faşizmi, karanlık bir şenlik havasında kadercilik sunuyor – üstünlük olmadan yaşamayı hayal etmektense yıkımı kutlamayı daha kolay bulanların son sığınağı.
Bu aynı zamanda kendi kendini besleyen bir aşağı sarmal: Trump’ın, halkı hastalıklardan, tehlikeli gıdalardan ve felaketlerden koruyan her türlü yapıyı –hatta felaketlerin yaklaştığını haber verme mekanizmalarını bile– öfkeli saldırıları, hem üst hem alt düzeyde hazırlıkçılığı güçlendiriyor. Bu arada, sosyal ve düzenleyici devletin bu hızlı sökümünü destekleyen oligarklar için özelleştirme ve kâr fırsatları çoğalıyor.
Trump’ın ilk döneminin başında, New Yorker “süper zenginler için kıyamet hazırlığı” diye bir fenomeni incelemişti. O zamanlar bile Silikon Vadisi’nde ve Wall Street’te, daha ciddi üst düzey hayatta kalma meraklılarının, iklim bozulmasına ve toplumsal çöküşe karşı özel yapım yeraltı sığınaklarında yer satın aldığı ya da Hawaii’de (Mark Zuckerberg’in 5,000 metrekarelik yeraltı sığınağını “küçük bir barınak” diye hafife aldığı yer) ve Yeni Zelanda’da (Thiel’in neredeyse 500 dönüm arazi aldığı ama 2022’de lüks bir hayatta kalma kompleksi planının yerel makamlarca “göz zevkini bozuyor” diye reddedildiği yer) yüksek rakımlı kaçış evleri inşa ettiği açıktı.
Bu bin yılcı anlayış, Silikon Vadisi’nin başka entelektüel hevesleriyle iç içe; hepsi, gezegenimizin bir felakete doğru gittiği ve insanlığın hangi parçalarının kurtarılacağına dair zor seçimler yapma zamanının geldiği, kıyamet kokan bir inanca dayanıyor. Transhümanizm böyle bir ideoloji; küçük insan-makine “iyileştirmeleri”nden, hâlâ hayali olan yapay genel zekâya insan zekâsını yükleme arayışına kadar her şeyi kapsıyor. Bir de etkili özgecilik ve uzun vadecilik var; her ikisi de, şu an ihtiyaç duyanlara yeniden dağıtım yoluyla yardım etmek gibi yaklaşımları es geçip, uzun vadede en fazla iyiliği yapmanın maliyet-fayda hesabına odaklanıyor.
İlk bakışta zararsız görünebilirler, ama bu fikirler, insanlığın hangi parçalarının geliştirilmeye ve kurtarılmaya değer olduğu, hangilerinin tümün sözde iyiliği için feda edilebileceği konusunda tehlikeli ırksal, engellilik ve cinsiyet önyargılarıyla dolu. Ayrıca, çöküşün temel nedenlerini acilen ele alma konusunda belirgin bir ilgisizlikleri var – ki bu, giderek büyüyen bir kesimin artık açıkça kaçındığı sorumlu ve rasyonel bir hedef. Mar-a-Lago müdavimi Andreessen ve diğerleri, etkili özgeciliğin yerine “etkili hızlanmacılığı” kucakladı; yani, hiçbir güvenlik bariyeri olmadan “teknolojik gelişimi bilinçli bir şekilde itmeyi”.
Kıyamet faşizminin yeni dalgası
Bu arada, daha karanlık felsefeler geniş bir kitle buluyor: Kod yazarı Curtis Yarvin’in (Thiel’in bir başka entelektüel ilham kaynağı) monarşi yanlısı neoreaksiyoner nutukları, “doğumculuk” hareketinin “batılı” bebek sayısını çarpıcı şekilde artırma takıntısı (Musk’ın saplantısı), ya da çıkış gurusu Srinivasan’ın, şirket sadıklarının ve polisin liberalleri siyasi olarak temizlemek için güç birliği yaptığı, San Francisco’yu bir “teknoloji Siyonisti” ağ apartheid devletine dönüştürme vizyonu gibi.
Yapay zekâ uzmanları Timnit Gebru ve Émile P Torres’in yazdığı gibi, yöntemler yeni olsa da, bu ideolojik hevesler “birinci dalga öjeniklerin doğrudan torunları”; o dönemde de insanlığın küçük bir kesimi, bütünün hangi parçalarının devam etmeye değer, hangilerinin elenmesi, temizlenmesi ya da yok edilmesi gerektiğine karar veriyordu. Yakın zamana kadar pek az kişi dikkat ediyordu. Próspera’da, üyelerin şimdiden Tesla anahtarlarını ellerine yerleştirerek insan-makine birleşimini denediği gibi, bu entelektüel hevesler, parası ve pervasızlığı bol birkaç Körfez Bölgesi meraklısının marjinal hobileri gibi görünüyordu. Artık değil.
Son zamanlarda üç maddi gelişme, kıyamet faşizminin apokaliptik cazibesini hızlandırdı. İlki iklim krizi. Bazı tanınmış isimler hâlâ tehdidi inkâr etse ya da küçümseyebilse de, okyanus kıyısındaki mülkleri ve veri merkezleri artan sıcaklıklara ve deniz seviyelerine karşı hassas olan küresel elitler, giderek ısınan bir dünyanın dallanıp budaklanan tehlikelerini çok iyi biliyor. İkincisi Covid-19: Epidemiyolojik modeller, uzun süredir küresel ağlarla bağlı dünyamızı harap edebilecek bir pandemiyi öngörüyordu; birinin gerçekten gelmesi, birçok güçlü insan tarafından, ABD askeri analistlerinin “Sonuçlar Çağı” olarak adlandırdığı döneme resmen vardığımızın işareti olarak alındı. Artık tahmin yok, işler oluyor. Üçüncü faktör, yapay zekânın hızlı ilerlemesi ve benimsenmesi; bu teknolojiler, uzun süredir bilimkurgu korkularıyla ilişkilendiriliyor – makinelerin yaratıcılarına karşı acımasız bir verimlilikle döndüğü korkular, ki bu korkuları en güçlü şekilde ifade edenler, bu teknolojileri geliştiren aynı insanlar. Tüm bu varoluşsal krizler, nükleer silahlı güçler arasındaki tırmanan gerilimlerin üzerine yığılıyor.
Bunları paranoya diye geçiştirmemeliyiz. Çöküşün yakınlığını o kadar derinden hissediyoruz ki, Apple’ın Silo’sunu ya da Hulu’nun Paradise’ini izleyerek, kıyamet sonrası sığınak hayatının çeşitli versiyonlarıyla kendimizi oyalayarak başa çıkıyoruz. İngiltere’den analist ve editör Richard Seymour, son kitabı Felaket Milliyetçiliği’nde hatırlatıyor: “Kıyamet sadece bir fantezi değil. Sonuçta, ölümcül virüslerden toprak erozyonuna, ekonomik krizden jeopolitik kaosa, onun içinde yaşıyoruz.”
Karşı karşıya olduğumuz güçler, kitlesel ölümlerle barışmış durumda. Bu dünyaya ve onun insan ve insan olmayan sakinlerine ihanet ediyorlar.
Trump 2.0’ın ekonomik projesi, tüm bu tehditleri körükleyen sektörlerin –fosil yakıtlar, silahlar, kaynak aç kripto para ve yapay zekâ– bir Frankeştayn canavarı. Bu sektörlerdeki herkes, yapay zekânın vadettiği yapay ayna dünyayı inşa etmenin, bu dünyayı feda etmeden mümkün olmadığını biliyor – bu teknolojiler, ikisinin herhangi bir dengede bir arada var olamayacağı kadar çok enerji, kritik mineral ve su tüketiyor. Bu ay, eski Google yöneticisi Eric Schmidt, Kongre’ye, yapay zekânın “derin” enerji ihtiyaçlarının önümüzdeki yıllarda üçe katlanmasının beklendiğini, çoğunun fosil yakıtlardan geleceğini, çünkü nükleerin yeterince hızlı devreye giremeyeceğini itiraf etti. Bu gezegeni yakacak tüketim seviyesi, insanlıktan “yüksek” bir zekâyı, terk ettiğimiz dünyanın küllerinden yükselen dijital bir tanrıyı mümkün kılmak için gerekli, diye açıkladı.
Ve endişeliler – ama serbest bıraktıkları gerçek tehditlerden değil. Bu iç içe geçmiş sektörlerin liderlerini geceleri uykusuz bırakan şey, medeniyetin uyanış çağrısı ihtimali – haydut sektörlerini çok geç olmadan dizginlemek için ciddi, uluslararası eşgüdümlü hükümet çabaları. Onların sürekli genişleyen kâr hanelerinden bakıldığında, kıyamet çöküş değil; düzenleme.
Kıyamet faşizminin son büyük soygunu
Kârlarının gezegeni mahvetmeye dayalı olması, güçlüler arasındaki iyiliksever söylemin neden yerini, ortak insanlığımız gereği birbirimize bir şey borçlu olduğumuz fikrine açık bir küçümsemeye bıraktığını açıklıyor. Silikon Vadisi, etkili ya da değil, özgeciliği çoktan geride bıraktı. Meta’nın Mark Zuckerberg’i “agresyonu” yücelten bir kültürün hasretini çekiyor. Thiel’in gözetim şirketi Palantir Technologies’teki iş ortağı Alex Karp, Amerikan üstünlüğünü ve otonom silah sistemlerinin faydalarını sorgulayanları –ve dolaylı olarak Karp’ın devasa servetini oluşturan kârlı askeri sözleşmeleri– “kaybedenlerin” “kendini kırbaçlaması” diye azarlıyor. Musk ise Joe Rogan’a empatinin “Batı medeniyetinin temel zayıflığı” olduğunu söylüyor ve Wisconsin’de bir yüksek mahkeme seçimini satın almayı başaramayınca öfkeleniyor: “İnsanlık, giderek daha fazla, dijital süper zekâ için biyolojik bir başlatıcı gibi görünüyor.” Yani biz insanlar, onun sahibi olduğu yapay zekâ hizmeti Grok için sadece bir hammaddeyiz. (Bize “karanlık MAGA” olduğunu söylemişti – ve yalnız değil.)
Kuraklık ve iklim baskısı altındaki İspanya’da, yeni veri merkezlerine moratoryum çağrısı yapan bir grup kendini Tu Nube Seca Mi Río –İspanyolca “senin bulutun benim nehrimi kurutuyor”– diye adlandırıyor. Bu isim çok yerinde, ve sadece İspanya için değil.
Gözlerimizin önünde, rızamız olmadan iğrenç bir seçim yapılıyor: Makineler insanlara, cansız olan canlıya, kâr her şeye üstün geliyor. Şaşırtıcı bir hızla, büyük teknoloji megalomanları sessizce net-sıfır taahhütlerini geri çekti ve Trump’ın yanında saf tuttu; bu dünyanın gerçek ve değerli kaynaklarını, yaratıcılığını, vampir gibi bir sanal âlemin sunağında feda etmeye kararlılar. Bu, son büyük soygun; kendilerinin çağırdığı fırtınaları atlatmaya hazırlanıyorlar – ve yollarına çıkan herkesi karalayıp yok etmeye çalışacaklar.
Başkan yardımcısı Vance’in yakın zamandaki Avrupa gezisini düşünün; burada dünya liderlerini, işleri yok eden yapay zekâ konusunda “güvenlik için endişelenmekle” suçladı ve Nazi ile faşist söylemlerin çevrimiçi kısıtlanmadan kalmasını talep etti. Bir noktada, gülüş beklediği ama gelmeyen bir laf etti: “Amerikan demokrasisi Greta Thunberg’in 10 yıllık azarlamasına dayanıyorsa, sizler birkaç aylık Elon Musk’a dayanabilirsiniz.”
Bu yorum, onun bir o kadar mizahsız hamisi Thiel’in söylediklerini yankılıyordu. Sağ politikalarının teolojik temellerine odaklanan son röportajlarında, Hıristiyan milyarder, durmaksızın çalışan genç iklim aktivisti Thunberg’i defalarca Deccal’e benzetti – onun, “barış ve güvenlik” gibi yanıltıcı bir mesajla geleceği kehanet edilmiş bir figür olduğunu söylüyor. “Eğer Greta dünyadaki herkesi bisiklete bindirirse, belki bu iklim değişikliğini çözer, ama bu biraz tavadan ateşe atlamak gibi,” dedi Thiel ciddiyetle.
Neden Thunberg, neden şimdi? Kısmen, süper kârlarını yiyip bitirecek düzenleme korkusu açık: Thiel’e göre, Thunberg ve diğerlerinin talep ettiği bilim temelli iklim eylemi ancak bir “totaliter devlet” tarafından uygulanabilir; bu, iklim çöküşünden daha büyük bir tehdit (en rahatsız edici şekilde, böyle koşullarda vergiler “oldukça yüksek” olur). Ama Thunberg’de onları korkutan başka bir şey de olabilir: Bu gezegene ve onu yuva bilen sayısız canlıya olan sarsılmaz bağlılığı – yapay zekânın ürettiği dünya simülasyonlarına değil, kimin yaşamaya layık olup kimin olmadığına dair hiyerarşilere değil, ne de kıyamet faşistlerinin pazarladığı çeşitli gezegen dışı kaçış fantezilerine.
O burada kalmaya kararlı, oysa kıyamet faşistleri, en azından hayallerinde, çoktan bu âlemi terk etmiş; lüks sığınaklarına yerleşmiş, dijital bulutlara yükselmiş ya da Mars’a gitmiş.
Kıyamet ateşini kırmak
Trump’ın yeniden seçilmesinden kısa bir süre sonra, içimizden biri, dünyamızı saran ölüm dürtüsünü kucaklamaya çalışan nadir sanatçılardan Anohni ile röportaj yapma şansı buldu. Güçlü insanların gezegeni yakmaya razı gelmesiyle, kadınların ve onun gibi trans bireylerin bedensel özerkliğini reddetme dürtüsü arasındaki bağı sorunca, İrlanda Katolik köklerine dayanarak yanıt verdi: “Bu, çok uzun zamandır oynadığımız ve cisimleştirdiğimiz bir mit. Bu, onların İmanlıların Göğe Alınması (Rapture) mitinin doruk noktası. Yaratımın bu coşkulu döngüsünden kaçışları. Bu, onların Ana’dan kaçışı.”
Bu kıyamet ateşini nasıl kırarız? İlk olarak, ülkelerimizdeki sert sağın pençesine düştüğü ahlaksızlığın derinliğini birbirimize göstererek. Odaklanarak ilerlemek için önce şu basit gerçeği anlamalıyız: Karşımızda, sadece liberal demokrasinin vaadini ve öncülünü değil, ortak dünyamızın yaşanabilirliğini –onun güzelliğini, insanlarını, çocuklarımızı, diğer türleri– terk etmiş bir ideoloji var. Karşı karşıya olduğumuz güçler, kitlesel ölümlerle barışmış. Bu dünyaya ve onun insan ve insan olmayan sakinlerine ihanet ediyorlar.
İkinci olarak, onların kıyamet hikâyelerine, kimseyi geride bırakmadan zor zamanları atlatmanın çok daha iyi bir hikâyesiyle karşılık veririz. Kıyamet faşizminin gotik gücünü boşaltacak, kolektif hayatta kalışımız için her şeyi ortaya koyacak bir hareketi ateşleyen bir hikâye. Kıyamet zamanlarının değil, daha güzel zamanların; ayrılığın ve üstünlüğün değil, karşılıklı bağlılığın ve aidiyetin; kaçışın değil, kalıp içinde olduğumuz ve bağlı olduğumuz bu sorunlu dünyevi gerçeğe sadık kalmanın hikâyesi.
Bu temel duygu elbette yeni değil. Yerli kozmolojilerin merkezinde yer alır ve animizmin kalbindedir. Yeterince geriye giderseniz, her kültür ve inanç, buranın kudsiyetine saygı duyan ve Zion’u uzak, belirsiz bir vaat edilmiş diyarda aramayan kendi geleneğine sahiptir. Doğu Avrupa’da, faşist ve Stalinist yok etmelerden önce, Yahudi sosyalist İşçi Bundu, Yidiş dilindeki Doikayt yani “buradalık” kavramı etrafında örgütlenirdi. Bu unutulmuş tarihi anlatan bir kitap yazmakta olan Molly Crabapple, Doikayt’ı, “yaşadıkları yerlerde özgürlük ve güvenlik için savaşma hakkı” olarak tanımlar – Filistin’e ya da ABD’ye kaçmaya zorlanmak yerine, onları öldürmek isteyenlere meydan okuyarak. Belki de ihtiyacımız olan, bu kavramın modern bir evrensel versiyonu: Bu hasta gezegenin, bu kırılgan bedenlerin, gezegenin neresinde olursak olalım onurlu yaşama hakkının “buradalığı”na bağlılık; kaçınılmaz şoklar bizi hareket etmeye zorlasa bile. “Buradalık” taşınabilir olabilir, milliyetçilikten azade, dayanışmaya kök salmış, yerli haklara saygılı ve sınırlarla sınırlanmamış.
Böyle bir gelecek, kendi kıyametini, kendi dünyasının sonunu ve vahiyini gerektirir, ama bambaşka bir türde. Çünkü polislik uzmanı Robyn Maynard’ın gözlemlediği gibi: “Yeryüzünde gezegensel hayatta kalmayı mümkün kılmak için, bu dünyanın bazı versiyonlarının sona ermesi gerekiyor.”
Bir seçim noktasına ulaştık; mesele kıyametle karşı karşıya olup olmadığımız değil, onun hangi biçimi alacağı. Aktivist kardeşler Adrienne Maree ve Autumn Brown, uygun şekilde adlandırılmış podcast’leri Dünyanın Sonunda Hayatta Kalmak’ta buna değindi. Kıyamet faşizminin her cephede savaş açtığı bu anda, yeni ittifaklar elzem. Ama Adrienne, “Hepimiz aynı dünya görüşünü mü paylaşıyoruz?” diye sormak yerine şunu öneriyor: “Kalbin atıyor mu ve yaşamayı planlıyor musun? O zaman bu tarafa gel, gerisini öbür tarafta çözeriz.”
Gittikçe daralan ve boğucu “düzenlenmiş sevgi” daireleriyle kıyamet faşistlerine karşı umutlu olabilmek için, dünyayı sevenlerin asi, açık yürekli bir hareketine ihtiyacımız var: Bu gezegene, insanlarına, yaratıklarına ve hepimiz için yaşanabilir bir geleceğin olasılığına sadık olanlara. Buraya sadık olanlara. Ya da Anohni’yi bir kez daha alıntılarsak, bu kez artık inancını koyduğu tanrıçaya atıfta bulunarak: “Bunun onun en iyi fikri olabileceğini hiç düşündün mü?”
Orjinal metin: https://www.theguardian.com/us-news/ng-interactive/2025/apr/13/end-times-fascism-far-right-trump-musk