“Artık anlaşılacak
hiçbir şey kalmadığında,
her şey anlaşılır.”[1]
Elealı Zenon’un, “Yaşamın amacı doğa ile uzlaşı içinde yaşamaktır”; Fyodor Dostoyevski’nin, “Doğaya karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur,” uyarılarının es geçilmesiyledir ki, Hubert Reeves’in, “Doğa ile savaş hâlindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz,” diye betimlediği ufka eriştik…
Burası Thomas Stearns Eliot’un, “Bu, dünyanın bir patlamayla değil bir inlemeyle sona erişidir,” ifadesiyle müsemma ekolojik felaket eşiğidir…
Cehenneme hoş geldiniz!
* * * * *
Hayır, hiçbir şeyin abartıldığı yok!
Nobel Ekonomi Ödüllü Joseph E. Stiglitz’ten eski BM Sürdürülebilirlik Danışmanı Jeffrey D. Sachs’a kadar birçok üniversiteden 100 önemli ekonomistin ortak mektubu; “Karbon ekonomisine son vermeliyiz… Mahsul ve su kıtlığı, orman yangınları, aşırı hava koşulları, zorunlu göç ve salgınlar gibi büyük ölçekli sorunlar, ısınan bir dünyada daha hızlı büyüyor,”[2] diyorlar…
Birleşmiş Milletler ‘Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Ekim 2018 raporunun bir kez daha ortaya koyduğu gibi, küresel ısınmayı sanayi öncesi dönemlere kıyasla 1.5 derecenin altında tutabilecek radikal önlemleri hayata geçirebilmek için önümüzde sadece 12 yıl kaldı. Daha önce küresel ısınmanın 1.5 dereceyi aşmasının küçük ada devletlerinin sular altında kalmasına yol açacağı tahmin edilirken, bulgular 2 derecelik bir yükselmenin kuraklık, aşırı sıcaklar, deniz seviyesinde yükselme, beklenmedik hava olayları, bazı türlerin yok olması gibi yüz milyonlarca insanın yaşamını cehenneme çevirecek sonuçlar doğuracağını gösteriyor.
Ayrıca IPCC’nin ‘Dünya Kaynaklar Enstitüsü/ World Resources Institute’ ile ortak hazırladığı Ağustos 2019 tarihli rapor da iklim değişikliklerinin toprakların tarım altyapısını destekleme kabiliyetini zayıflattığını, bunun da hâlihazırda 821 milyon kişinin açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden olduğunu vurguluyor. 3.2 milyar kişinin de önümüzdeki on yıllarda erozyon, sel, çölleşme, kontrol edilemeyen yangınlar, kasırgalar ve siklonlarla boğuşacağının altını çiziyor.
Küresel iklim krizinin başta gelen nedeni doğaya karbon salınımındaki sıçrama. Şu anda yıllık emisyon 32 milyar ton kabul ediliyor. Bu felaket çanlarının çalmaya başladığı, iklim bilincinin yükselmeye yüz tuttuğu 2000 yılında bile 23 milyar tondu.
Sera gazı emisyonlarının yüzde 70’inin kömür, petrol, doğal gaz kaynaklı olduğu biliniyor. Bu da ekosferin dengesini bozuyor, yaşam destekleyen ekolojik yapının hasar görmesine neden oluyor. Antroposen kavramı da insanın gezegen üzerindeki etkisinin geri döndürülmesi zor bir aşamaya vardığına işaret ediyor.[3]
Antroposen, dünyanın jeolojik zamanlarına gönderme yapan bir kavram. Bilindiği üzere, jeolojik olarak, Senozoik Zaman’ın dördüncü Dönemi olan Kuvaterner’in Holosen olarak bilinen devresinde yaşıyoruz 11 bin yılı aşkın bir süredir. 2016’dan bu yana, Uluslararası Stratigrafi Komisyonu (ICS) bünyesinde çalışan “Antroposen Çalışma Grubu” (AWG), 2016 Ağustos’unda Uluslararası Jeoloji Kongresi’ne Holosen’in sona erip Antroposen devresinin başladığına dair emarelerin tanımlanmasına değgin bir öneri sundu. AWG “Antroposen”in resmen kabulünü Uluslararası Stratigrafi Komisyonu’na 2021 yılında önerme kararı aldı.
Kavramın jeoloji ve paleontoloji çevrelerinde kabulü uzun zaman sürebilir. Ancak “Antroposen” kavramı artık bir komisyonun önerileriyle sınırlı olmaktan çıktı, “dünya hâli” üzerine düşünen, yeryüzünün karşıya olduğu ekolojik tehditler üzerine kafa yoran intelligentsia tarafından benimsendi…
AWG üyelerinin çoğunluğu, yeryüzünde insan imalatı bir çevrenin başatlığının kabulü anlamına gelen Antroposen’in başlangıcını çok yakın bir tarihe, 20. yüzyılın ikinci yarısına yerleştirme konusunda uzlaşıyor. Ian Angus’un deyişiyle, “2018’deki bir çalışma sadece İngiltere’de bulunan ve içinde uzun ömürlü ve ardında hemen tanınabilir izler bırakan radyoaktif atık, plastik, fosil yakıt kaynaklı kül, beton ve çeşitli kimyasal kirletici barındıran ‘Antroposen tabakaları’na ait bir dizi örneği ele aldı. Bu maddeler 2. Dünya Savaşı’ndan önce ya çok az bulunan ya da hiç bulunmayan maddelerdi ve bunların hepsi o tarihten itibaren yaygınca birikiyor.”
Bir başka deyişle, yeryüzü, tanıklarının bir bölümünün hâlen hayatta olduğu kadar yakın bir zaman önce, yeni bir jeolojik devreye girdi. Bu kez doğal evrimin değil, kapitalizmin sınır tanımayan kâr hırsının sonucu olan bir durum… Amerikan Coğrafya Birliği’nin bir üyesinin belirttiği gibi, “Yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayan destek sistemleri üzerindeki baskılar; dünya nüfusundaki artış, endüstriyel faaliyetler, atık ürünler, kirlenme, kaynakların aşırı kullanımı ve aynı zamanda bölgesel iklim değişimlerindeki uzun süreli eğilimler sebebiyle giderek artan bir hız kazandı…” (ss.40-41)
* * * * *
Bu (son derece) acil ve yakıcı soru(n)lara ilişkin tartışmalar/ yanıtlar, “Bu kitabı dünya sistemi bilimi ile ekososyalizm arasında bir köprünün kurulmasına yardımcı olmak için yazdım; amacım, Antroposen’i anlamanın gerekliliğini sosyalistlere, ekolojik Marksizmi anlamanın gerekliliğini dünya sistemi bilim insanlarına göstermekti,” diyen Ian Angus’un, ‘Antroposen’le Yüzleşmek-Fosil Kapitalizm ve Dünya Sisteminin Krizi’[4] başlıklı yapıtında…
Türkçe Baskıya Önsöz’ünde “Antroposen bilimi tüm insanlığı mı suçluyor?” sorusunu, net biçimde “Antroposen’den sorumlu olanlar büyük ölçüde zengin ülkelerdeki sanayi kapitalistleridir; ‘insanlığın geneli’ değil,” biçiminde yanıtlayan yazar ekliyor:
“Sonuç olarak Marx’ın “sosyal metabolizmanın birbirine bağlı süreçlerinde onarılamaz yarık” olarak tarif ettiği şey, bugün birbiriyle bağlantılı küresel yarıkların ağı hâline geldi.” (s.9)
Ulaşılan noktanın tarifi açısından bu saptamanın önemi yaşamsal.
Çünkü John Bellamy Foster’in Ocak 2016’da yapıt için kaleme aldığı önsözde ifade ettiği üzeredir her şey: “Bugün bizim ‘yanan evimizi’ oluşturan şey, kapitalizm ve onun ürettiği yabancılaştırılmış küresel çevre anlayışıdır.” (s.17)
Böylesi bir çerçevede “Antroposen Ne Zaman Başladı?” (s.63) sorusunu cevaplayan yapıt; “Gelecek İçin Rehber Olarak Geçmiş”i, “Dünyanın geçmiş iklimi ve çevresi ile ilgili niteliksel bir kavrayış sağlayan ‘Geçmiş Küresel Değişimler Projesi (PAGES)” üzerinden (s.76) irdeleyip; artık çıplak duyularımızla algıladığımız iklim değişikliklerinde temayüz eden “Taşma Noktaları (Kritik Eşikler)” (s.81) denilen momentlere dikkat çekiyor ki, bu da “İklim Kaosu”nu (s.84) gündem maddesi kılıyor: insanlık tarihinde tarımı mümkün kılan Holosen’in göreli istikrarlı iklim koşullarının yeniden alabora oluşu…
* * * * *
Michael Bloss, “En büyük sorunumuz iklim krizi olacak,”[5] derken; ‘Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) raporu insanlığı tehdit eden 10 sorunun başında iklim değişimi ile hava kirliliğinin geldiğine dikkat çekiyor.[6]
‘Nature ve Nature Geoscience’te yayımlanan çalışmalar sıcaklık değişimlerinin, hız ve yaygınlık bakımından son 2 bin yılda yaşanan en büyük iklim değişikliği olduğunu gösteriyor.[7]
‘Science’ dergisindeki bir analiz, okyanusların 5 yıl önceki BM raporunda yer alan tahminlerden yüzde 40 daha hızlı ısındığını ortaya koydu.[8]
Leeds ve Edinburgh Üniversiteleri ile University College London’un araştırmasına göre, yeryüzünde 30 yıldan kısa sürede (1994’den beri) toplam 28 trilyon ton buzul eridi.[9]
IPCC ‘Okyanus ve Kriyosfer Özel Raporu’na göre, “Su sıcaklığı artıyor, oksijen seviyesi düşüyor, yaşam yok oluyor.”[10] Sera gazı emisyonları topraklara eşi benzeri görülmemiş zararlar verirken gıda güvenliğini de tehdit ediyor. Araziler devasa ve sürdürülemez talepleri karşılamak için kullanılmaya devam edilirse iklim krizini önlemek mümkün olmayacak.[11]
‘Dünya Meteoroloji Örgütü’nün ‘Küresel İklim Durumu’ raporunda, iklim değişikliği nedeniyle aşırı hava koşullarının sebep olduğu doğal afetlerin 2018’de 62 milyon kişiyi etkilediğini açıkladı.[12]
Özetle hava sıcaklığının artması sabit bir yükselişte devam ederken, sonuçları ise tüm dünyada çıplak gözle dahi görülebilir hâle geldi. Dünyadaki birçok buzul küresel ısınma sonucu hızla eriyor. Bilim insanları deniz seviyesinin 1.8 metre yükselme riski nedeniyle 2100 yılında 13 milyondan fazla insanın evsiz kalacağını savunuyor.[13]
Evet dünya üzerinde kapitalizmin ortaya çıkardığı küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişimi yaşamı sona yaklaştırıyor. BM’ye göre, 2020’de iklimsel etkenler ve savaşlar nedeniyle dünya genelinde yarısı Afrika’da olmak üzere 170 milyona yakın kişiye insani yardım ulaştırılmasının gerekeceği belirtildi.[14]
‘Dünya Bankası Grubu’nun raporuna göre, iklim değişikliğinin ağırlaşan etkileri yoğun nüfuslu üç bölgede 2050’ye kadar 140 milyon kişinin kendi ülke sınırları içinde göç etmesine neden olarak bir insani krize yol açabilir. Sebep: Su kıtlığı, mahsul kıtlığı, deniz seviyelerinin yükselmesi ve fırtınalar.[15]
Özetin özeti: BM insan hakları ve yoksulluk raportörü Philip Alston küresel ısınmanın temel insan ihtiyaçlarının karşılanmasına vereceği zararın demokrasiyi tehlikeye atacağını, sınıfsal ayrışmayı arttıracağına dikkat çekip, “Yoksul bölgeler karbon salımının sadece yüzde 10’unu gerçekleştirdiği hâlde krizin yükünün yüzde 75’ini sırtlayacak,”[16] uyarısını dillendiriyor!
Tam da bu noktada “İklim değişiminin kapitalizmle bağı nedir?” sorusuna, Dr. Gaye Yılmaz’ın, “Kapitalist toplumun üzerine inşa edildiği meta üretimine dayalı sistemin ekosistem üzerinde yarattığı geri dönüşsüz yıkımı anlatmam,”[17] yanıtını anımsa(t)mak; “Yeni (ve Ölümcül) Bir İklim Rejimi” (s.109) ile “Sermayenin Zamanına Karşı Doğanın Zamanı” (s.135) bölümlerini kavramak açısından kolaylaştırıcı oluyor.
* * * * *
Evet orta yerde bir “İklim değişikliği değil, iklim krizi” söz konusu ve bunun da sorumlusu sürdürülemez kapitalizm!
Kabaca 1850’den itibaren sürdürülen gözlemler, sanayi devriminden bu yana, gezegenimizin yeryüzü sıcaklığının 0.9 ile 1.2 santigrat derece artmış olduğunu belgeliyor. Veriler ve bilimsel çalışmalar, söz konusu ısınmanın gezegenimizin doğal evrensel döngüsünün dışında, doğrudan doğruya sömürü sistemince yaratılmış antropojenik bir olgu olduğunu vurguluyor. Gezegenimizin yeryüzündeki ısı artışının ardında yatan en önemli etkenin, sera gazları diye tanımladığımız karbon dioksit, kükürt ve metan gazlarının atmosferde yoğunlaşmasından kaynaklandığı artık bilinen bir gerçek. Hesaplamalara göre söz konusu gazların gezegenimizin atmosferindeki yoğunluğu sanayi devrimine değin her milyon parça başına CO2 yoğunluğu ortalaması 200 (ppm) iken bu rakamın özellikle 1950’lerden sonra hızla ivmelendiği ve günümüzde 450 ppm düzeyini aşmış olduğunu vurguluyor.
Bilim insanları, eğer tedbir alınmaz ise sera gazlarının bu biçimde yoğunlaşması sonucunda yerküremizin ısısındaki artışın 4 ila 8 dereceye ulaşacağı ve sürdürülen su, toprak ve hava kirliliği ile birlikte gezegenimizde artık insan yaşamına uygun ortamın geri dönülemez biçimde tahrip edilmiş olacağını vurgulamaktalar.
İnsan yaşamıyla birlikte, gezegenimizde mevcut tüm bitki ve hayvan, canlı türlerinin yüzde 70’inin yok olma tehdidi altında olduğu bilinmekte. Isı artışıyla birlikte kuraklık ve açlık tehdidinin dayanılmaz boyutlara ulaşacağı; yepyeni bakteri ve parazitlerin ortaya çıkması ile birlikte tarımsal verimin düşeceği; sağlık sorunlarının şiddetleneceği ve gezegenimizde ekolojik bir kırım yaşanacağı açık olarak öngörülüyor.
Dolayısıyla, diyorum ya, artık tehdit sadece bir iklim “değişikliği” olmaktan çıkmış çıkmış, doğrudan doğruya “iklim krizine” dönüşmüştür… İklim krizi bir yandan da bir iklim adaletsizliği ve küresel emperyalist sömürü sorunu olarak karşımızda durmaktadır.[18]
* * * * *
Ian Angus’un yapıtının düzenin ideologlarının kapitalizmin doğasına ilişkin çarpıtmalarını tartıştığı “Yanlış Bir İdeoloji Tarafından mı Baştan Çıkarılıyoruz?” (s.136); karbon ve azot dengesinin kapitalist üretimin zoruyla bozulmasının yeryüzü dengelerini nasıl altüst ettiğini tartıştığı “Küresel Metabolik Yarıklar: Karbon ve Azot” (s.148); buhar gücünün (kömür kaynaklarının geniş çaplı kullanımıyla) devreye girmesinin küresel sonuçlarını irdelediği“Kömür, Buhar ve Sermaye” (s.153); sınai kapitalizmin tetiklediği emperyal hevesleri ele aldığı“Petrol, İmparatorluk ve Savaş” (s.155); yaşadığımız “otomobil cehennemi”ni çevresel yıkımıyla birlikte ele alan “Otomobilizasyon” (s.157); kapitalizmin militarizasyonunu ekolojik tahribat açısından ele alan“Savaştan Elde Edilen Kârlar” (s163); “Askeri Kirlilik” (s.190) vd. bölümleri “Toplumsal metabolizmanın karşılıklı bağımlılık sürecinde ortaya çıkan onarılmaz yarık,” vurgusuyla kapitalizm ile doğa arasındaki iflah olmaz çelişkiye dikkat çeken Karl Marx’ın haklılığını sergilemesi bakımından da önemlidir.
Ayrıca Karl Marx’ın XIX. yüzyılda saptadığı akıbetin artık geri dönülmez bir hakikât hâline gelmesiyle birlikte; “Kapitalizm doğayı çökertmeden insanlığın kapitalizmi çökertmesi şart oldu,” haykırışını da anımsa(t)mak gerek…
Kolay mı? Sürdürülebilir ol(a)mayan kapitalist yağmanın arkasında çöller bırakan yıkım uygarlığına ilişkin olarak “Kapitalist tarımdaki her gelişme, yalnız emekçiyi soyma sanatında değil, toprağı soyma sanatında da bir ilerlemedir; belli bir zaman için toprağın verimliliğinin artmasındaki her ilerleme, aynı zamanda, bu sonsuz verimlilik kaynağının mahvedilmesine doğru bir ilerlemedir.”[19]
O hâlde sürdürülemez kapitalizm deyince; Tatanka Iyotake/ Oturan Boğa’nın, “Sahip olma isteği onlarda bir hastalık olmuş. Bu insanlar, zenginlerin bozabileceği ama yoksulların bozamayacağı birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için yoksullarla güçsüzlerden vergiler alıyorlar. Bizim anamızın, toprağın, kendilerinin olduğunu söylüyor, komşularını çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar; toprağı binalarıyla ve öteki süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Bu millet, baharda yatağından taşarak, yoluna çıkan her şeyi yok eden bir ırmağa benziyor,” tespitini anımsamadan edemeyiz![20]
* * * * *
Evet, “Gezegenin Sınırları”nı (s.89) zorlayan “Büyük Karbon Hükümranlığı”nın (s.201), “Plastik Salgını”nın (s.199) yıkımıyla yüz yüzeyiz!
Amerikan yerli şefi Seattle, 1854’de ABD Başkanı Franklin Pierce’e yazdığı mektupta, “Beyaz adam anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yok edecektir… Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır. Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak,”[21] derken bugünleri, “plastik uygarlığı”nı anlatıyordu sanki!
‘Dünya Doğayı Koruma Vakfı’ (WWF), Akdeniz’in en tehlikeli türleri olarak gösterdiği plastiklere dikkat çekip, Akdeniz’i kirleten atıkların yüzde 95’ini plastik atıklar oluşturduğunu ifade ederken;[22] Viyana Tıp Üniversitesi ile Avusturya Çevre Dairesi’nin araştırmasında, farklı ülkelerde yaşayan sekiz denekten alınan gaita örneklerinde mikroplastik bulundu. DW’de yer alan habere göre de, Avusturya’da yapılan pilot araştırmada deneklerin dışkısında mikroplastikler tespit edildi…[23]
Greenpeace’in York Üniversitesi ve Oxford Üniversitesi ile birlikte hazırladığı ‘30×30 Okyanus Koruma Planı’ raporuna göre, dünya yüzeyinin yüzde 43’ünü ve gezegendeki yaşam alanlarının yüzde 70’ini kaplayan okyanuslar büyük tehdit altında”[24] iken; ‘Dünya Doğayı Koruma Vakfı’ (WWF), 2030’a kadar, 104 milyon ton plastiğin daha doğaya karışmış olacağına dikkat çekiyor. Bu sızıntı, yalnız insanı değil, doğal hayat ile birlikte bütün ekosistemi tahrip ediyor. Bugüne kadar, 270’ten fazla türden hayvanın plastik atıklara takıldığı, 240’tan fazla türden hayvanın ise plastik yuttuğu biliniyor…[25]
Sadece “plastik” mi? Ya Eric Beinhocker’in, “Karbon salınımı ahlâk dışıdır… İnsan kaynaklı iklim değişikliği ahlâki bir problem. Bir grup insanın, diğerlerine zarar vermesini içeriyor. Bizim neslimiz, ileriki nesillere zarar veriyor. Gelişmiş dünyadaki insanlar, gelişmekte olan dünyaya zarar veriyor. Atmosfere saldığımız karbon; iklim kaynaklı fırtınalar, seller, kuraklıklar ve çatışmalara sebep oluyor. En büyük ahlâki problem ise şu: tetiklediğimiz toplu yok oluş dünya üzerindeki tüm canlıları tehdit ediyor,”[26] diye betimlediği görüngü?!
‘Son Nefes: Kömür Şirketleri Avrupa’yı Hasta Ediyor’ raporuna göre Avrupa’da faaliyet gösteren sadece 10 şirket 2016’da kömürden elektrik üretiminin sebep olduğu sağlık sorunlarının üçte ikisinden sorumlu. Bu şirketlerin sahip olduğu toplam 91 kömürlü termik santral, aynı yıl 7 bin 600 erken ölüme, 3 bin 320 yeni kronik bronşit vakasına ve 22 milyar Avro sağlık harcamasına neden oldu.[27]
Harvard Üniversitesi’nde tamamlanan bir çalışmaya göre, 2018’de dünyadaki ölüm vakalarının yüzde 18’ine fosil yakıt kullanımından kaynaklanan hava kirliliği neden oldu.[28]
1823’den beri yayınlanan hakemli tıp dergilerinden ‘Lancet’in ‘Geri Sayım Raporu’ iklim krizinin hâlihazırda çocukların sağlığına zarar verdiğini ve Paris Anlaşması hedeflerine ulaşılamadığı durumda bir neslin tamamının refah seviyesini etkileyeceğini ortaya koyuyorken;[29] atmosferde artan karbondioksit değerleri sadece dünyamızı daha fazla ısıtmakla kalmayıp, tahıldaki besin değerlerini de değiştiriyor. Bir araştırmaya göre örneğin pirinç, protein içeriğinin yüzde yedisini kaybedebilecek. Bu da ciddi bir beslenme sorununu da beraberinde getirecek. Harvard Üniversitesi’nden Samuel Myers, 2050’ye dek 159 milyon kişinin daha protein eksikliği çekeceğini tahmin ediyor.[30]
* * * * *
“Hepimiz Aynı Gemide Değiliz” (s.207) uyarısının dillendirip; “İklim Değişikliğinin Kurbanları”na (s.208) çeken Ian Angus, çözümün “Ekososyalizm ve İnsani Dayanışma” (s.227), “Ekolojik Medeniyet” (s.231), “Ekososyalizm” (s.238), “Ekososyalist Alternatif”te (s.239) olduğuna işaret ediyor.
Toplumsal ve ekolojik kaygıları birleştiren radikal bir alternatif olarak tanımlanan ekososyalizm sürdürülemez kapitalizme karşı olabildiği oranda realize olabilecek iken; Ian Angus’un, “Niçin dünyadaki en zengin ülkeler emisyon oranlarını azaltmıyor ve sürdürülebilir ekonomiler geliştirmiyor? Bu ülkelere tek tek sorarsanız yöneticilerimiz tartışmasız kendi çocuklarının ve torunlarının istikrarlı ve sürdürülebilir bir dünyada yaşamalarını istediklerini söyleyecektir. Öyleyse neden tavırları sözleri ile çelişmektedir? Neden uygulamada kendi çocuklarına ve torunlarına zehirlenmiş hava ve suyu olan bir dünya, sel ve kuraklıkların ve artan iklimsel felaketlerin olduğu bir dünya bırakmak için bu kadar kararlı gözüküyorlar? Neden sera gazı emisyonlarını azaltmak için önlem alınmasına yönelik yarım gönüllü çabaları dahi engelliyorlar?”[31] sorusuna da net yanıtlar üretmelidir.
Angus’un sorularına, Karl Marx’ın ekolojisinden hareketle yanıtlar verilebilirken; sürdürülemez kapitalizm, karşı konulamaz bir büyüme dürtüsü ile karşı konulamaz bir artık ve kirlenme yaratma dürtüsünü birleştirmektedir. Ancak yerkürenin kaynakları sonsuz değilken; ekolojik dengesi de son derece kırılgandır. Ve karbon salınımının sınırlandırılması gibi yaşamsal bir sorun karşısında zengin ülkelerin yoksullardan satın alabileceği “karbon kotaları”, sera gazlarını azaltmak için ise -otomobil üretimini sınırlayıp alternatif taşıma yöntemleri üzerinde kafa yoracak yerde- yerküredeki tarımsal alanları monokültüre (mısır), halkları ise açlığa mahkûm kılacak etanol yakıtlar gibi “dahiyane” (!) çözümler öne süren kapitalizmin, belli ki bios’u kurtaracak bir “proje”si yoktur; olamaz da…
* * * * *
Tam da bu koordinatlarda Slavoj Zizek’in, “Suçu bireylere atmak dünyanın yıkımının gerçek nedenlerini gizliyor: Kapitalizm ve Ulus-Devletler… Kişisel vicdan hesabı yapmakla meşgulken, sanayi uygarlığının bütünü için daha sağduyulu sorular sormayı unuturum. Bu suçlama girişimi kolay bir kaçamak yol da bulur: Geri dönüştür, organik ye, yeni enerji kaynakları kullan vb. Vicdanımız rahat, yolumuza devam ederiz,”[32] uyarısını anımsayarak; Stefan Hessel, 94’inde kaleme aldığı “Öfkelenin; haksızlıklara karşı öfkelenin, eşitsizliklere karşı öfkelenin, zorbalığa karşı öfkelenin, sömürüye karşı öfkelenin, insanların ezilmesine karşı öfkelenin, dünyanın yağmalanmasına karşı öfkelenin, ilkelliğin vandalizmine karşı öfkelenin,” çağrısına kulak vermek “olmazsa olmaz”dır:
“Birleşin, bu haksızlıklara karşı çıkanlarla birleşin, sizin gibi düşünenlerle birleşin, ezilenlerle birleşin, sömürülen kitlelerle birleşin, gönüllü köleliğe karşı birleşin.”[33]
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:237, Nisan 2021…
[1] Umberto Eco.
[2] Batuhan Sarıcan, “Karbon Ekonomisine Son Vermeliyiz”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2020, s.16.
[3] Hayri Kozanoğlu, “Ekolojik İsyan”, Birgün, 24 Eylül 2019, s.13.
[4] Ian Angus, Antroposen’le Yüzleşmek – Fosil Kapitalizm ve Dünya Sisteminin Krizi, çev: Nuray Onuk, Marx21 Yay., Şubat 2021, 320 sahife.
[5] Alp Kadıoğlu, “Michael Bloss: En Büyük Sorunumuz İklim Krizi Olacak”, Birgün, 21 Ağustos 2019, s.5.
[6] “İnsanlık Tehdit Altında”, Yeni Yaşam, 22 Eylül 2019, s.12.
[7] “2 Bin Yılın En Şiddetli Küresel Isınması”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2019, s.8.
[8] “Okyanuslar Tahmin Edilenden Yüzde 40 Daha Hızlı Isınıyor”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2019, s.16.
[9] “30 Yılda 28 Trilyon Ton Buzul Eridi”, Yeni Yaşam, 25 Ağustos 2020, s.12.
[10] Hazal Ocak, “Denizlerimiz Çok Hasta”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2019, s.16.
[11] “İklim Gıdayı da Vuruyor”, Birgün, 9 Ağustos 2019, s.2.
[12] “İklim Değişikliğinin Getirdiği Doğal Afetler”, Birgün, 30 Mart 2019, s.2.
[13] “Buzullar Hızla Eriyor”, Yeni Yaşam, 24 Kasım 2018, s.12.
[14] “170 Milyon Kişi Acil Yardım Bekliyor”, Yeni Yaşam, 6 Aralık 2019, s.12.
[15] “İklim Değişikliği Büyük Göç Hareketi Yaratabilir”, Birgün, 21 Mart 2018, s.16.
[16] Dilek Yeğin, “İklim Krizi İnsan Haklarını da Tehdit Ediyor”, Birgün, 26 Haziran 2019, s.14.
[17] Gülcan Kılagöz, “Küresel Isınmanın da Genetiği Değiştirildi”, Yeni Yaşam, 7 Ağustos 2018, s.8.
[18] Erinç Yeldan, “İklim Krizinin Çalışma Yaşamına Etkileri”, Cumhuriyet, 9 Ekim 2019, s.11.
[19] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, s.480-482.
[20] “Ölçülen (ortak bir ölçüye, paraya indirgenen) şey ve ürünler kendi hakikâtlerini söylemezler; şey ve ürün olarak, bu hakikâti gizlerler. Ürün ve (mekân içinde) yarattığı dolaşımlar fetişleşir, üretim faaliyetini ele geçirerek, bu faaliyetten, yani gerçekten daha ‘gerçek’ bir hâl alır.” (Henri Lefebvre, Mekânın Üretimi, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2014, s.107.)
[21] Nasıl Satabilirsin ki Havayı?, çev: Sibel Özbudun, Ütopya Yayınevi, 2010.
[22] “Akdeniz’de Tehlikeli 18 Atık”, Birgün, 29 Temmuz 2019, s.2.
[23] “8 Ülkeden Deneklerin Dışkısında Mikroplastik Çıktı”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2018, s.18.
[24] Hazal Ocak, “Üç Yanımız Plastik”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2019, s.16.
[25] “WWF’den Küresel Çağrı: Plastik Kirliliği Durdurun”, Cumhuriyet, 14 Mart 2019, s.16
[26] Eric Beinhocker, “Karbon Salınımı Ahlâk Dışıdır”, Birgün, 23 Eylül 2019, s.5.
[27] Hazal Ocak, “Avrupa’da Kara Kriz”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2018, s.8.
[28] “Dünyadaki Her 5 Ölümden 1’ine Fosil Yakıt Kaynaklı Hava Kirliliği Neden Oldu”, 27 Şubat 2021… https://www.avrupademokrat.com/dunyadaki-her-5-olumden-1ine-fosil-yakit-kaynakli-hava-kirliligi-neden-oldu/
[29] Anıl Varlı, “Kirli Enerji Öldürüyor!”, Birgün, 14 Kasım 2019, s.16.
[30] “Tahılların Protein İçeriği de Azalıyor”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2020, s.16.
[31] Ian Angus, Yeşilin Daha Kızıl Tonu: Bilim ve Sosyalizmin Kesişimleri, çev: Nil Darılmaz, Efil Yayınevi, 2019.
[32] Slavoj Zizek, “Geri Dönüşüm, Organik Gıda, Bisiklet… Dünya Böyle Kurtarılmaz”, 20 Ocak 2017… http://sendika63.org/2017/01/geri-donusum-organik-gida-bisiklet-dunya-boyle-kurtarilmaz-slavoj-zizek-399933/
[33] Stephane Hessel, Öfkelenin!, çev: İsmail Yerguz, Cumhuriyet Kitapları, 2011