“Lise 2. sınıfta özel ders vermeye başladı. Kazandığı para ile annemle, sanırım Kapalı Çarşı’dan, yeşil kadife kot almış ve çok mutlu olmuştu. Çok da yakışmıştı. 1 Mayıs’ta da üzerinde o kot vardı. Üzerindeki kırmızı rüzgârlık da Filiz’indi.” Ablası Hale Yeşilnil
“Ve bu sene nihayet, son anda ablasından Jale’nin mezar yerini öğrendim. 43 yıl sonra Jale’yi mezarı başında anabildim. Mücahit’le mezarı temizledikten sonra mor, kırmızı ve yeşil çiçekler ektik mezarına. Ablası ‘Papatyaları çok severdi,’ demişti, onu da ihmal etmedik.” Arkadaşı Kadir Akın
Jale Yeşilnil, 1 Mayıs 1977’nin belki de en bilinenismi geçen kayıplarından. Her sene 1 Mayıs anmalarında, özellikle kadınların ellerinden düşmeyen fotoğraflarından tanıyoruz Jale’yi.
Jale, 1 Mayıs 1977’de yaşamdan koparıldığında henüz 17 yaşındaydı. Diğer insanlara ve çevresinde olup bitenlere karşı her zaman duyarlıydı. Doktor olmak ve yoksul insanları ücretsiz muayene etmek istiyordu.
1 Mayıs 1977’de arkadaşlarıyla Çamlıca’da pikniğe gideceğini söyleyerek çıktı evden. Annesi hazırlığına yardım etti. Ancak Jale bir daha evine dönemedi.
Ablası Hale Yeşilnil bugüne dek hiçbir yere konuşmamış Jale’yle ilgili. Kızına vermiş kardeşinin ismini.
Jale Yeşilnil’i, küçük kardeşi Jale’den derin bir sevgiyle, şefkatle ve hayranlıkla bahseden ablası Hale Yeşilnil ve onu Göztepe Kültür Derneği’nden tanıyan yazar Kadir Akın’dan dinliyoruz.
Ablası Hale Yeşilnil Anlatıyor
Babam Devlet Demiryolları’nda Gar Müdürü’ydü. Onun memuriyeti nedeniyle Adıyaman Gölbaşı ilçesine gelmiştik. Benim ilkokula başladığım yıl, 15 Haziran 1960’da Jale kardeşim burada dünyaya geldi.
Güzel bir haziran sabahıydı. Annem tüm doğumlarını lojmana çağırdığı bir ebeyle yapardı. Doğum öncesi ağabeyimle beni bahçeye çıkardılar. Annemin işlerini paylaştığı Kürt bacısı haber verdi doğumun bittiğini.
Annemin yanına ulaşınca bu yaşıma dek anımsamadığım güzellikte gülümseyen, gözleri açık bir bebek gördüm. Çok güzeldi. Ağlama sesini duymadım desem yeridir Jale’nin. Bazen annem çok uyudu diye uyandırırdı onu.
Bu müdahalede dahi gülümseyerek açardı gözlerini. Sevgi dolu, neşe dolu bir çocukluk yaşadı Jale. Her zaman tebessüm halindeki yüzüne her ortamda insanların dönüp bir kez daha baktığına çok kez tanıklık ettim.
Babamın Nazilli’ye tayini çıkınca annemin hepimizin çok sevdiği Kürt bacısı tren kalkana dek istasyondan ayrılmadı. “Bu güzel kızımdan ayrı nasıl yaşarım,” diye ağladı. Bizden bir buçuk iki saat uzaklıkta yaşadığı köyde altı çocuk sahibi bir anneydi halbuki o da.
Biz aydın ve eğitimli, demokrat bir anne ve babaya sahiptik. Bu hepimizin temel şansı oldu. Babam yapısı gereği daha az konuşurdu; ama annem çok farklıydı. Jale güzelliğini de, huylarını da annemden almıştı. Üretken, yaratıcı, güçlü bir yapıya sahipti. Çok okurdu.
Jale iki yaşında iken Gölbaşı’ndan ayrılıp Nazilli’ye gitmiştik. İki yıl burada kaldık. Jale beş yaşına geldiğinde babamın tayini bu kez İstanbul’a çıktı. Benim devam eden tedavim nedeniyle dönmüşlerdi İstanbul’a.
Nazilli’de dördüncü bir kardeşim daha dünyaya geldi. Jale’nin aksine lojmanda onun ağlama sesinden duramıyorduk ve bu ağlamaların bir saati de yoktu.
Jale o küçük yaşına rağmen beşiğin başına gider, “Ağlama kardeşim,” diye onunla sevgisini paylaşırdı.
İstanbul’da önce dört yıl boyunca Bakırköy Zuhuratbaba’da kaldık. Kirkor Amca diye çok sevdiğimiz bir ev sahibimiz vardı. Dört çocuklular diye tereddüt etmiş önce evi kiralama konusunda. Sonra babamın elinden tuttuğu beş yaşındaki Jale’ye ilişmiş gözü. Ben böyle tatlı bir çocuk görmedim, diye paylaşırdı hep Kirkor Amca.
Ben Çapa hastanesinde önemli bir ortopedik ameliyat geçirdim. Aylarca ayağımın üstüne basmamam gerekiyordu. Jale o dönem küçük kardeşimizle oyunlar oynardı ve arada beni de oyuna dahil ederek bana ikramlarda bulunurdu.
Çok güzel evcilik oynarlardı. Herkese sevgiyle yaklaşırdı Jale ve çok paylaşımcıydı.
Bir gün anneme okula gitmek istemediğini, gelin olmak istediğini söylemiş Jale. Peruz Abla bir üst katımıza gelin gelecekti. En küçük kardeşim ve ben evde kaldık. Nikâha Jale’yi alarak gitmişti annem.
Nikâh çıkışında Jale “Ben de böyle gelin olacağım,” deyince akıllı annem hemen “Ama güzel kızım, okula gidince her şeyle birlikte imza atmayı da öğreneceksin. Gördün mü, gelin olunca da imza atmak gerekiyor,” demiş. Sonra Jale hep, ne zaman okula başlayacağım, diye sorar olmuş.
Göztepe’ye taşındığımız yıl kendi evimize gidiyoruz diye mutluyduk. Jale, Yeşilbahar İlkokulu’na başladı. Çok başarılı bir öğrenciydi. Sonra Göztepe Ortaokulu’nda aynı başarılarla, sınıfları her yıl iftiharla geçerek devam etti.
Göztepe Ortaokulu’nu birincilikle bitirdi. Birincilik belgesi ile “J” harfi yazan altın bir kolye ucu armağan edildi ona. Mezuniyet töreninde sadece ben vardım. Annem Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yatan babamın yanındaydı. Yaz sonu, eylül ayında, 50 yaşını dolduran babamı kaybettik. Jale’nin yaşlı gözlerini bu acıda anımsıyorum.
Ağabeyim İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Elektrik Fakültesi 4. sınıfta, ben ise Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Kimya bölümü 2. sınıftaydım. Babamın maaşı ile 46 yaşındaki annem dört çocukla yaşamak zorunda kaldı. Sıkıntılı günlerdi.
Annem ev hanımıydı. Ama o günlerde bize daha çok yetebilmek için dikiş diker, nakış işlerdi. Jale, Şah Rıza Pehlevi katkılarıyla yeni açılan Aryamehr Lisesi’ne (50. Yıl Tahran Lisesi) kaydoldu. Lise 1 ve 2’de çok başarılıydı. Her dönem iftihar belgesi alırdı.
Çok neşeli, hareketli, giyimine ve bakımına düşkün, makyajı seven ve her şeyin ona çok yakıştığı bir genç oldu Jale. Nükhet Duru’yu çok severdi. Onun şarkılarını çok güzel söylerdi.
Hayattayken her babalar ve anneler gününde değişik skeçler hazırlardı. Küçük kız kardeşiyle sahneye geçerdi. Ama o tek başına götürürdü eserini. Limonataları kendi hazırlar, harçlığından aldığı bisküviyle ikram ederdi.
Annem gibi üretken, yetenekli, paylaşımcı ve içten sevgisiyle… Erko Sitesi üst tarafından geçen demiryolu kenarlarından topladığı papatyalardan bir demet sunmayı da ihmal etmezdi.
Yazın bazen hafta sonu hep birlikte babamların Fenerbahçe’deki kamplarının plajına giderdik. Bazen hafta arası ikimiz, annemin hazırladığı sandviçlerle gün boyu kalırdık orada. Kartımız olduğu için ücret ödemezdik. Gidiş ve dönüşte de yürürdük zaten.
Kamptan tanıştığı Orhan Özay’la devam eden arkadaşlığı yakın arkadaşlığa dönüşmüştü. Erko Sitesi Çam Apartmanı 30 numaralı dairede yaşıyorduk o zaman. B Blok’ta sanırım ilkokuldan beri arkadaşlığının devam ettiği Filiz’i iyi biliyorum. Annelerimiz de günlerden tanışıyordu.
Bazen Filiz’den giysi alır, değişik değişik giyerdi onları. Giyinmeye çok düşkündü. Lise 2. sınıfta özel ders vermeye başladı. Kazandığı para ile annemle, sanırım Kapalı Çarşı’dan, yeşil kadife kot almış ve çok mutlu olmuştu. Çok da yakışmıştı. 1 Mayıs’ta da üzerinde o kot vardı. Üzerindeki kırmızı rüzgârlık da Filiz’indi.
Küçükken Jale de ben de doktor olmak istiyorduk. Jale’nin bu isteği hepimizin çok hoşuna giderdi. Sonraki yıllarda bu projesini geliştirdi. Anadolu’da çalışacak ve haftada en az iki gün ücretsiz olarak hastaları tedavi edecek ve parası olmayanlardan hiçbir zaman ücret almayacaktı.
1 Mayıs’la ilgili iki tanık var. Ağabeyim ve Orhan Özay. Eve gelip haber veren de Orhan’dı. Yaralı olduğunu söyledi, ağabeyimle gittiler. Sonra ağabeyim morgda teşhis ediyor.
Osmanağa Camii’ne beni ve annemi sokmadılar. Bu konuda ağabeyim hiç ama hiç konuşmadı. Zaten siyasi görüş farklılığımız nedeniyle ilişkilerimiz pek iyi değil.
Sonraki günlerde Orhan’a sorduğumda panzer olayını doğrulamadı. Sadece aldığı yaralardan ve sürüklenme yaralarından bahsetti. Orhan önce Kurtuluş, sonra da MLSPB militanlarındandı. 12 Eylül’de ağır işkence gördü. İdamla yargılandı. Ağır işkencelere dayanamayışı ve biraz da annesinin etkisiyle itirafçı oldu.
Sonra bir gün bir polis kurşunuyla öldürüldü. Kesin bir bilgi yok o yüzden bende de ne yazık ki. Ama Jale’yi yıkamaya girenlerden Şule Teyze, annemin dayısının kızı, sadece yaralardan söz etti. 1980’de çok uğraştım morg raporunu almak için ama ulaşamadım.
Jale aramızdan ayrıldıktan sonra tanımadığımız insanlar bize ulaştı. Başsağlığında bulundular.
Ağabeyimle iyi olmayan, zaman zaman çok da kırıcı olabilen ilişkimiz babamın ölümünden sonra iyice beter oldu. İki kız kardeşime çok düşkündü; ama Jale’yi bir başka severdi. Çok umutları vardı ve çok inanırdı. 1 Mayıs 1977 yaşandığı zaman Deniz Kuvvetleri’nde yedek subaydı. İzinler durdurulmasına rağmen annemin isteğiyle izinli olarak Göztepe’ye geldi.
1 Mayıs yaklaşırken, o son hafta annemle hep tartıştık. 1 Mayıs’a üç gün kala benim dışarı çıkmam bile sorun oldu. Koşamadığım için hep korku yaşardı. Bana en son “Eğer kaçarsan kendimi demiryoluna atarım,” diye bağırdığı zaman “Sen tüm çocuklarına yakın, sevgi dolu bir annesin nasıl olur,” dediğimi anımsıyorum.
Oysa, 1976 1 Mayısı’nda sadece çok dikkatli olmamı söyleyerek beni kendisi 5:30’da uyandırmıştı. Annem okuyan, bilinçli ve aydın bir kadındı. Provokasyon olacağını ve olay çıkacağını iyi biliyordu.
“Hem biliyor hem de bilmiyordum Jale’nin o gün orada olacağını”
Bugüne dek niye ben değil de Jale diye düşündüm hep. O yaşamalıydı. Var olan üzüntüme bir de bu üzüntü eklendi ve yıllarca bu duyguyla yaşadım.
Jale’yle iki konuşmamızı hiç unutmuyorum. Lisede bir edebiyat öğretmeni vardı, Mehmet Başaran. Benim ve annemin çok okuduğu, sevdiği büyük yazar ve güzel insan. 1 Mayıs sonrası çok kez kardeşi ve öğretmen arkadaşlarıyla destek oldular bize.
Mehmet Başaran bir gün Jale’yi Aziz Nesin’le röportaj yapması için görevlendirmişti. Röportaj öncesi aldığı notları, soracağı soruları paylaştı benimle. Anadolu’nun yüzyıllık yalnızlığını, halkların cahil bırakılış nedenlerini, cahil ama güzel insanların yaşadığı yoklukları, yoksunlukları ve dayatılan imkân eşitsizliğini sormuştu.
Büyük yazar Aziz Nesin’in özyaşam sürecinde yaptıkları, yapamadıkları, amacı, projeleri ve Jale’nin kendi düşündükleri, önerileri de vardı notlarında. Bitince “Nasıl buldun abla, senin de görüşünü almak istiyorum,” dedi. Bir an düşündüm, ekleyecek hiçbir şey bulamadım. “Jale,” dedim “bence mükemmel olmuş. Ama bilirsin ben bu hususlarda iyi olmayan bir noktadayım.”
Unutamadığım ikinci konuşmamız 1 Mayıs 1977 öncesindeki son hafta, perşembe günüydü. Ben evdeydim. Mutfakta duruyordum ve sadece ikimiz vardık evde. Ağabeyim yedek subay olduğu için hafta sonu eve gelmesi bekleniyordu. Annem ve küçük kız kardeşim de yoktu.
“Seninle biraz konuşalım mı abla,” dedi. Tabağına bir portakal, bir elma aldı. Salona geçtik. Ben kanepede, Jale koltukta. “Ağabeyimle ilişkiniz kötü, ben de sana çok yakın olamadım abla,” diye başladı. “Hayır,” diye itiraz ettim. “Ağabeyim sizi çok sevdiği için korumak istiyor, ben de sizi de çok seviyorum ağabeyimi de,” dedim. “Ama bir türlü olmuyor işte. Beni hep ayakları yere basmıyor olarak görüyor, biliyorum o da beni seviyor ama yapısı böyle, aşamıyor,” dedim. “Hafta sonu ağabeyim de burada olacak, annem zaten seni 1 Mayıs’a göndermeyecek abla,” dedi. Ardından Kurtuluş ve 1 Mayıs için görüşlerimi sordu. Jale’nin gittiği Göztepe Kültür Derneği, Kurtuluş görüşündeydi. Arkadaşlarından Murat ve Hüseyin’i biliyorum. Bunları konuştuk.
“Annem provokasyon olacak derken haklı Jale,” dedim, ama yine de yasaklamasını anlamıyorum. “Ben örgütlü katılacağım, güçlü arkadaşlar her eylemde kitlesine sahip çıkıyor, Cerrahpaşa olaylarında da yaşadık, sen ne düşünüyorsun,” dedim ona.
“Biz okuldan arkadaşlarla Çamlıca’ya gideceğiz, piknik yapacağız, ama tabii ben de 1 Mayıs’a gitmeyi çok isterdim,” dedi. Kesinlikle olay çıkacağını, örgütlü katılmak gerektiğini birkaç kez yineledim ben de.
1 Mayıs 1977 pazar sabahı Jale uyandığında ben de salondaki çekyat yatağımda uyanıktım. Annem de uyanmıştı. Muftaktan gelen konuşma seslerini duyuyordum. Jale yumurtaları haşlarken annem de hazırlığına yardımcı oluyordu. Hem biliyor hem de bilmiyordum Jale’nin o gün orada olacağını. Neden ısrar etmedim bunu öğrenmek için, bu hâlâ içimde dinmeyen bir sızı.
Uyandığımda ilk işim günaydın demeden anneme “Beni 1976’da, tam da Jale’yi geçirdiğin saatlerde, 1 Mayıs’a güle güle diye göndermiştin. Şimdi Jale’ye izin vererek beni çok üzdün. O arkadaşlarıyla pikniğe gitti, ben evde kalmak zorundayım,” dedim. Annem ise “Alanda kötü olaylar bekleniyor, ben olmaması, iyi şeyler yaşanması için dua ediyorum. Sana o yüzden izin vermedim bu sene, beni anla kızım,” dedi.
Akşam saatlerinde televizyon haberleri ile kâbus başladı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Saatler ilerleyip Jale eve dönmediğinde ise endişeler çoğaldı. Ben ve annem zaman zaman birbirimize sarılıp ağlamaya başladık.
Saat 22:00’ye doğru yakın arkadaşı Orhan geldi. Ağabeyim giyinirken Orhan’a sarılarak “gerçekten yaralı mı, yaşıyor değil mi, televizyondaki görüntüler çok kötü” dedim. Orhan gerçeği sakladı. Yaralı, dedi. Ağabeyimle evden çıktılar. Ağabeyim dönmeyince, gece 1’e doğru yakında oturan Zeki Coşkun’un evine gittik. Annesi evde yok dedi. Oysa evdeydi.
Jale Kazancı Yokuşu’ndan inerken tekrar alana dönmüş meğer.
1 Mayıs’tan 5 Mayıs’a kadar morgda bekledi Jale. Bu arada eve sürekli resmi ve sivil kıyafetli polisler geldi. Ben ise hep mutfakta oturup koridorun karşısındaki sokak kapısının açılmasını bekledim. Okul arkadaşları cenazeyi bırakmayacağız abla değil mi, diye sordu hep yalvararak. O süreçte onlarla adeta kenetlendik.
1 Mayıs sabahı eve dönen ağabeyim perişandı. Ardından eve gelen doktor hepimize Diazem iğnesi yaptı. İlacın etkisiyle herkes kendinden geçti. Ertesi gün yine gelen doktora, aile yakınlarımız benim uyumadığımı söyleyince annem, ağabeyim ve küçük kardeşime de yine iğne yapıldı.
İkinci gün polisler gelmeye başladı. Cenaze morgdan alındıktan sonra hemen defnedilecek dediler bize. Sivil polisler İTÜ’deki sivil polislerden benim İTÜ-DER üyesi olduğumu öğrenmişler. Onlara söz verdim, “cenazede beş-altı sınıf arkadaşı dışında sınıf ve okul arkadaşları olacak ve 16-17 yaş ağırlıklı bir kitle ama yürüyeceğiz” dedim.
Jale omuzlarda, Karacaahmet’e babamın yanına defnedilecek dedim. Ailem haklı olarak çekiniyordu. Osmanağa sonrası için yürüyüş izni verildi nihayet. Pol-Der [Polis Derneği] çok destek oldu o zaman. Onları da 12 Eylül faşist darbe sonrasında bitirdiler zaten.
Osmanağa Camii’nden yürüyüşe geçildi. Okul ve sınıf arkadaşları tabuta omuz vermek isteyen dayıma dahi “Amca lütfen,” diyerek zorla yer açmışlar.
Kortej köprü altında pozisyonlanmış iken kalaşnikoflarla polisler çıktı önümüze. Herkesin ellerini havaya kaldırmasını ve sonra yere yatmasını bağırarak söylediler. İşte o zaman çok korktum. Kendim için değil asla, kitle ağırlıklı olarak 16-17 yaşında gençlerden oluşuyordu.
Bazılarının yanında anne ve babası vardı. Ama onlar kimseye bırakmak istemedikleri sevgili Jale arkadaşlarını kalaşnikoflu polislere de bırakmadılar. Hiç korkmadılar. Güzel yürekleriyle var oldular ve Jale’yi asla yere bırakmadılar.
Tabutu tutmayı nöbetle değiştirerek sırayla polise üstlerini arattılar. Ben onları görmek için başımı kaldırdığımda bir tekme yedim. Yakınımda olan dayım daha fazla darp edildi. Ama kortejde hiçbir panik ve kaos yaşanmadı.
Tekrar devam edilen yürüyüşte arkadaşlarının omuzlarında Karacaahmet Mezarlığı’na ulaştık. Ve toprağa verdik Jale’yi. Yaşamının baharında, büyük insan bilgeliğinde olan canım kardeşimi.
Jale sen benim yüreğimi Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve nice devrimcilerle birlikte yaktın ki ne yakmak.
Işıklarla kal canım kardeşim. Yıldızlar hep yoldaşın olacak senin.
Unutulmayacaksın.
Hepiniz güneşe akınla her zaman varolup, hep yaşayacaksınız.
ARKADAŞI KADİR AKIN JALE YEŞİLNİL’İ ANLATIYOR
Anadolu yakasında yeni örgütleniyorduk. Üsküdar/Çiçekçi’de oturuyordum ve Çiçekçi’deki derneğin yanı sıra, Göztepe Kültür Derneği’ne de (GKD) gidip geliyordum. 19 yaşımdaydım. Oradaki arkadaşlarla birkaç kez toplantı yaptığımızda, Aryamehr Lisesi öğrencileri olarak katılan yedi sekiz kişi arasında Jale de vardı. Anadolu Yakası’ndaki birkaç etkinlikte de kendisiyle tekrar karşılaştık.
1 Mayıs 1977’de Kurtuluş grubu DİSK, Maden-İş, Saraçhane’de toplandığı için Dev-Lis de oradaydı. Ben o kalabalık arasında Jale’yi o gün görmedim. 1 Mayıs akşamına doğru ise kayıp haberleri gelmeye başladı.
Jale’nin öldüğünü ertesi gün öğleden sonra öğrendik ve çok üzüldük tabii. 1 Mayıs’ta aynı kortejde yürüdüğümüz bir arkadaşımızın öldüğünü öğrenmek üzüntü vericiydi, sadece Jale değil tabii ki, tanımadığımız onlarca insan öldü o gün orada. Her kayıp bizim için son derece üzüntü vericiydi. Zaten ertesi gün bir şaşkınlık vardı herkeste, bu kadar kayıp olabileceğini kimse tahmin etmiyordu.
Haberi aldıktan sonra tabii son görevimiz onu törenle uğurlamaktı. Ailesiyle ilişki kurduk. 5 Mayıs’ta töreni yapabildik. Kadıköy Osmanağa Camii’nin önünde toplandık ve bir kortej oluşturduk. Karacaahmet aile mezarlığına götürecektik Jale’yi.
Çok sayıda insan katıldı o gün cenazeye. Çiçekçi’den, Göztepe’den gelen insanlar vardı. Şu an orada duran büyük alışveriş merkezi Tepe Nautilus yapılmamıştı henüz; fakat arka taraftaki Karacaahmet’e giden yol yapılmıştı, yeni bir yoldu o. O güzergâhta Jale’yi omuzlayarak yürümeye başladık.
Duvardibi’ne yaklaştığımızda bir üst geçidin altında etrafımızı polis arabalarının sardığını ve onlarca sivil polisin bütün korteji çevrelediğini gördüm, en önlerdeydim çünkü görebiliyordum her şeyi.
Herkesin yere yatmasını istediler hemen. Tabutu taşıyan arkadaşlar itiraz etti buna, bırakmayız tabutu dediler. Az sayıda arkadaş Jale’yi tutmaya devam etti. Sonrasında bunun gerekçesini de öğrendik, Kadıköy’deki bir sosyalist derneğe yapılan baskın sırasında çıkan çatışma ve birkaç sivil polis yaralanmış.
O çatışmaya katılanların korteje sızmış olabileceklerine dair bir ihbar aldıkları için bizi durdurup aramışlar. Çok kaba davrandılar, insanları yüzükoyun yere yatırdılar, darp ettiler ama orada gözaltı vermedik. Tekrar sloganlarla yürüyüşümüze devam ettik. Ardından da Jale’yi son yolculuğuna uğradık.
1 Mayıs’ta panzerin altında kaldığına dair yaygın bir anlatım var; ancak ben ezilme sonucunda hayatını kaybettiğini biliyordum Jale’nin. Bunu daha sonra ailesiyle de konuştuk, onlar da teyit ettiler. Kazancı Yokuşu’ndaki o hengâmede, üstü kapalı bir kamyonetin yokuşun başında olması nedeniyle insanlar kaçamamışlardı ve onlarca, yüzlerce insan yere düşenlerin üzerine düşmüşler ve yığılmışlardı.
Jale çok güzel bir genç kadındı. Muhtemel ki bir ya da iki kez onu gören biri, bir daha yüzünü unutmazdı.
Ve ben bu sene nihayet, son anda ablasından Jale’nin mezar yerini öğrendim. 43 yıl sonra Jale’yi mezarı başında anabildim. Mücahit’le mezarı temizledikten sonra mor, kırmızı ve yeşil çiçekler ektik mezarına. Ablası “Papatyaları çok severdi,” demişti, onu da ihmal etmedik. Tam 43 yıl sonra mezarı başında Jale’yi anmak bizi yine o günlere götürdü…
Kaynak: bianet/Tuğçe Yılmaz