Tarihte ciddi roller oynamış erkek devrimcilerin çoğunu hepimiz tanıyoruz ama peki devrimci kadınları?
Özellikle cinsiyetçiliği aşamayanlar ve burjuva tarih yazıcıları çoğu kez toplumsal mücadele uğruna vaktini, çabasını ve hayatını feda etmiş kadın devrimcilerin katkılarını aktarmakta isteksizdir. .
Genel kanının aksine, tarihin seyri boyunca devrimlere katılmış, hatta birçoğu bu devrimlerde hayati roller üstlenmiş yüzlerce, binlerce kadın vardır.
Bu kadınlar, siyasi yelpazenin çeşitli noktalarında yer almıştır. Bazıları eline silah almış, bazılarıysa kalemini silah olarak kullanmış, ama hepsi de inandıkları değerler için amansız mücadeleler vermiştir.
Constance Markievicz
Constance Markievicz (asıl adı Gore-Booth), Sinn Féin ve Fianna Fáil bünyesinde politik faaliyetlerde bulunmuş, devrimci-milliyetçi görüşe sahip bir süfrajet, aynı zamanda bir sosyalist ve İrlanda asıllı bir İngiliz kontesiydi.
Liderlerinden biri olduğu 1916’daki Paskalya Ayaklanması dâhil, İrlanda’nın bağımsızlığı için yürütülen birçok mücadelenin içinde yer aldı.
Bu ayaklanmada, geri çekilip teslim olmak zorunda kalmadan önce İngiliz bir tetikçiyi yaralamıştır. Ayaklanma sonrasında hücre cezasına çarptırılan yetmiş kişi arasında tek kadın oydu. Ölüm cezası aldı ancak kadın olduğu için affedildi. İlginçtir, iddia makamı “Ben zavallı bir kadınım, bir kadını vuramazsınız” diye yalvardığını ileri sürmüştür; ancak gerçekteki ifadesi, mahkeme tutanaklarında da kaydedildiği gibi, “Sizler beni vuracak kadar dürüst olabilseydiniz keşke” şeklindedir.
Constance, dünyada devlet bakanı olarak görev yapan ilk kadınlardan biri olup (İrlanda Cumhuriyeti Çalışma Bakanlığı, 1919–1922) aynı zamanda İngiliz Avam Kamarası’na seçilen ilk kadındır (Aralık 1918) –hatta Constance bu makamı, Sinn Féin örgütünün sandık karşıtı politikaları uyarınca reddetmiştir.
Petra Herrera
Meksika Devrimi sırasında, “soldaderas” diye bilinen kadın askerler, sıklıkla maruz kaldıkları tacizlere rağmen, erkeklerle birlikte savaşa katılmıştır.
En tanınmış “soldaderas”lardan biri olan Petra Herrera, cinsiyetini gizleyerek “Pedro Herrera” adıyla savaşmıştır.
Pedro adıyla, (örneğin köprüleri havaya uçurarak) emsal bir liderlik göstermiş ve cinsiyetini ancak bir zaman sonra açıklayabilmiştir.
30 Mayıs 1914’te İkinci Torreón Savaşı’na beraberindeki yaklaşık 400 kadınla katılmış ve bu savaştaki başarısıyla adından söz ettirmiştir.
Ancak maalesef Pancho Villa bu muzafferiyeti bir kadının hesabına yazma konusunda isteksiz davranmış, Herrera’yı generalliğe terfi ettirmemiştir.
Petra da buna bir tepki olarak Villa’nın ordusunu bırakmış, yalnızca kadınlardan oluşan kendi birliğini kurmuştur.
Nwanyeruwa
İgbo kabilesine mensup, Nijeryalı Nwanyeruwa, sömürgecilik döneminde Batı Afrika’daki İngiliz hâkimiyetine karşı ilk kayda değer mücadele olarak anılan kısa süreli savaşı başlatan kadındır. Tarih 18 Kasım 1929; Nwanyeruwa, nüfus sayım memuru Mark Emereuwa kendisine “keçilerini, koyunlarını ve insanlarını sayacaksın” dediğinde buna karşı çıktı.
Bu, devletin kendisinden vergi alacağı anlamına geliyordu (ve geleneğe göre kadınlardan vergi alınmazdı). Nwanyeruwa meseleyi diğer kadınlarla tartıştı ve izleyen iki ay boyunca sürecek olan, Kadınların Savaşı olarak adlandırılan protestolar patlak verdi. Bölgenin her yerinde yirmi beş bin kadın bu eylemlere katıldı ve yeni çıkarılan vergiler ve İngilizler tarafından atanan yöneticilerin sınırsız yetkileri protesto edildi. Bunun sonucunda, kadınların durumu iyileştirildi, İngilizler vergi planlarını geri çekti ve birçok yönetici istifa ettirildi.
Lakshmi Sehgal
Halk arasında “Komutan Lakshmi” olarak bilinen Lakshmi Sehgal, Hint bağımsızlık hareketi devrimcilerinden biri olup, Hindistan Ulusal Ordusu’nda askerlik yapmış ve daha sonra Azad Hind hükümetinde Kadın Bakanlığı görevini yürütmüştür. 1940’lı yıllarda sömürge Hindistanı’nda İngiliz Yönetimi’ni devirmek için savaşan ve tamamı kadınlardan oluşan “Jhansi Kraliçesi” Alayının komutanıydı.
Jhansi Kraliçesi Alayı, İkinci Dünya Savaşı’na katılan ordular içinde yalnızca kadınlardan oluşan az sayıdaki askeri birlikten biridir ve adını da Hint tarihindeki bir diğer ünlü kadın devrimci olan, 1857 Hint İsyanı’nın önde gelen ismi Rani Lakshmibai’den almıştır.
Nadejda Krupskaya
Birçoğumuz Nadejda Krupskaya’yı yalnızca Vladimir Lenin’in eşi olarak biliriz.
Ancak Nadejda, aynı zamanda Bolşevik bir devrimciydi ve kendisi de bir politikacıydı.
1929’dan 1939’daki vefatına dek Sovyetler Birliği’nde Eğitim Bakanlığı Yardımcılığı dâhil çeşitli siyasi faaliyetlerde yoğun biçimde yer alırken aynı zamanda eğitim alanında da bazı görevler üstlendi.
Devrimden önce, kıta genelindeki çoğu şifreli yapılan ve kod çözme işi gerektiren yazışmaları yürüten İskra grubunda sekreter olarak çalıştı.
Devrimden sonraysa, hayatını işçi ve köylülere yönelik, herkesin erişebileceği kütüphanelerin açılması gibi çabalarıyla, eğitim imkânlarının ıslahına adadı.
Zoya Kosmodemyanskaya (Tanya)
1925 yılında kardeşi Aleksandr Kosmodemyansky doğdu. Aleksandr da kız kardeşi Zoya’nın ölümünden sonra Sovyetler Birliği Kahramanı olmuştur. 1929 yılında ailesi zulüm korkusuyla Sibirya’ya taşındı. 1930 yılında da Moskova’ya taşındı.
Lise öğrencisiyken partizan birimi için gönüllü oldu
1938 yılında Komsomol’a katıldı. Ekim 1941’de, halen Moskova’da bir lise öğrencisi iken, bir partizan birimi için gönüllü oldu. Onu vazgeçirmeye çalışan annesine
“Düşman çok yakın olduğunda ne yapabiliriz? Onlar buraya gelirse yaşamıma devam etmek mümkün olmaz.” şeklinde yanıtladı.
Zoya’nın partizan birimi olan 9903’e (Batı Cephesi Kurmayı) atandı. Ekim 1941’de birliğine katıldı ve bin kişiden sadece yarısı savaştan sağ çıktı.
Naro-Fominsk yakınlarındaki Obukhovo köyünde diğer partizanlarla cepheye geçti ve Almanlar tarafından işgal edilen topraklara girdiler. 27 Kasım 1941 tarihinde bir Alman süvari alayının konuşlu olduğu Petrischevo köyünü yakmak için bir emir aldı.
Petrischevo köyünde Zoya, at ahırları ve evleri ateşe vermeyi başardı. Ancak, bir Rus işbirlikçisi onu fark etti ve Alman askerlerine bildirdi. Bu olaydan sonra Almanlar Zoya’yı yakaladı. Gece boyunca yapılan işkence ve sorguya rağmen herhangi bir bilgi vermeyi reddetti. Ertesi sabah ilçe merkezine yürütüldü.
“Hepimizi, 190 milyon kişiyi asamazsınız.”
Asılarak infaz edilmeden önce, “Yoldaşlar! Neden bu kadar kasvetlisiniz? Ölmek için korkmuyorum! Halkım adına öleceğim için mutluyum!” ve Almanlara, “Siz şimdi beni asıyorsunuz ama yalnız değilim. Biz iki yüz milyon insanız. Hepimizi asamazsınız.” diye haykırmıştır.
Rosa Lüxemburg – Devrimin Kartalı
Rosa Luxemburg, genç yaşlardan itibaren haklı mücadelesi için durmadan savaşan, tüm zorlu koşullarda dahi inancını yitirmeyen, proleter devrimi kendine yol edinmiş kadın bir devrimcidir. Lenin, Rosa’yı “O bir kartaldı ve hep öyle kalacak” sözleri ile tarif etmişti.
Rosa Luxemburg, 5 Mart 1870’de Polonya’da Line ve Alias çiftinin beş çocuğunun en küçüğü olarak dünyaya geldi. 3 yaşındayken ekonomik zorluklar nedeniyle ailesi Varşova’ya taşınmak zorunda kaldı. Bacağındaki rahatsızlık nedeniyle bir yıl hastanede kalan Rosa, annesinin desteğiyle okumayı yazmayı öğrendi ve on yaşına kadar evde öğrenim gördü.
Avrupa’da kadın öğrencilere kapısını açan tek üniversite olan Zürih Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne yazıldı. Daha genç yaşlarında sosyalizmle tanışan Rosa Luxemburg dönemin solcu grupları içinde yer aldı ve sadece 18 yaşındayken içinde bulunduğu gruplar ve politik görüşü yüzünden İsviçre’ye kaçmak zorunda kaldı. İsviçre’de öğrenimini tamamladıktan sonra kendisine göre mücadelenin kalbi olan Berlin’e geldi.
Rosa ve Karl, 5 Ağustos 1914’te SPD içerisinde Enternasyonal grubunu kurdular, sonradan bu grup “Spartakistler Birliği” adını aldı. Spartakistler ise işçi hareketinin tarihinde ihtilalin ve enternasyonalizmin parlak temsilcileri olarak yer aldılar. Bir çok kitlesel eylem gerçekleştirdiler. Bütün bunlar yaşanırken aynı zamanda dünya savaşı patlak vermişti. Spartakistler 1916, 1 Mayıs kutlamalarına olağanüstü önem verirken Luxembug fabrikalarda ve Postdam Meydanı’nda toplanan 10 bin savaş karşıtı göstericiye dağıtılan broşürleri yazmıştı. Mitingin gerçekleştirildiği alanda Luxemburg dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklanmış ve dört yıl bir ay hapis cezasına çaptırılmıştı.
6 Kasım’da siyasi mahkumlara af ilan edildi. 8 Kasım’da takvimine mavi mürekkeple büyük çarpı atıp “Gece 10’da” diye yazmıştı. Cezaevinden hemen ayrıldı ve geceyi ertesi gün yapacakları gösteriyi hazırlayan demiryolu işçileri sendikasının bürolarında geçirdi. Berlin’e, devrim ülkeyi silip süpürmesinden dört, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden bir gün sonra geldi. Luxemburg’u hemen Berliner Lokalanzeiger’in yazı bürosuna götürdüler. Önceki gecede bir grup işçi, imparatorun gözdesi olan bu sağcı gazeteyi işgal etmiş ve proletarya tarafından kamulaştırıldığını bildirmişlerdi. Daha sonra Spartakis Birliği’nin ve ardından Alman Komünist Partisi’nin yayın organı olacak olan Die Rote Fahne’nin (Kızıl Bayrak) ilk sayısını çıkarmış oldular. Matbaacılar gazeteyi basmayı reddetmişlerdi. İlk iki sayısı çıktıktan sonra başka bir matbaa aranmaya başlandı. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Küçük Dergi adlı bir dergi bulundu ve Kızıl Bayrak’ın üçüncü sayısı yayınlandı. Spartakistler için süreç kızgınlaşmış ve daralmıştı, Spartakist ayaklanma kendiliğindendi; lidersiz, plansız, örgütsüzdü. Spartakistler’in yakasına yapışmak için sabırsızlanan Gönüllü Birlikler, işçileri vahşi bir şekilde dövüp bedenlerine tanınmayacak şekilde parçaladılar. 1918 Aralıkı’ndaki Spartakist ayaklanma bastırılıp, sosyal demokrat hükümet kazanmıştı. Bütün ısrarlara rağmen Rosa, Berlin’i terketmedi. Spartakist kıyım başlamıştı.
‘Vardım, Varım, Varolacağım!’”
Rosa ve Karl bir müddet Berlin’in merkezindeki Eden Oteli’nde saklanırlar ama yerleri tespit edilir. Onları tutuklamak için askerler otele gelirler. Kimlik tespiti yapmak için Rosa’yı yüzbaşının yanına götürürler. Kimlik tespitinde de dik başlılığını koruyarak her zamanki gibi, yüzbaşının sorularına sivri cevaplar verir. Rosa Luxemburg cezaevine götürülmek için askerlerle arabaya giderken oradan bir asker aradan sıyrılarak dipçikle Rosa’nın kafasına birkaç kez vurur, ağzından ve burnundan kan gelen Luxemburg yerden kaldırılır. Baygın bir şekilde iki askerin arasına arka koltuğa konulur, araba yüz metre ilerledikten sonra bir silah sesi gelir; Rosa, arkadaşı Sonia’ya hapishanede yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Her şeye rağmen görev başında bir sokak çatışmasında ya da dar ağacında can vermek isterim”. Rosa’nın da istediği gibi mücadelesi uğruna katledilip ölümsüzlüğe ulaşmıştır. Bu çürümüş düzen birçok devrimciyi katletse bile onların düşüncelerini, inançlarını, devrim mücadelesini asla yok edemeyecektir. Rosa Luxemburg’un dediği gibi: “‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim daha yarın olmadan, ‘zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp, gür sesi ile şunu haykıracaktır: ‘Vardım, Varım, Varolacağım!’”
Clara Zetkin
Clara Zetkin 5 Temmuz 1857’de Almanya’nın Saksonya eyaletinde dünyaya geldi. Temel eğitimini yaşadıkları köyde babasından alan Clara, ardından Kız Öğretmen Okulu’nda eğitim gördü. Burada İngilizce, İtalyanca ve Fransızca öğrenen Clara aynı zamanda Fransız Devrimi sonrası yazarları okuyup, fikirlerini incelemeye başladı.
Clara’nın eğitim gördüğü okulun yöneticiliğini dönemin önemli kadın hakları savunucularından Auguste Schmidt üstleniyordu. Bu içinde bulunduğu çevre Clara’nın düşüncelerinin şekillenmesinde etkili oldu. Lakin Schmidt ve içinde bulunduğu kadın hareketi mevcut sistem içerisinde kadınların erkekler ile aynı haklara sahip olmasını talep ediyordu. Clara bu noktada onlardan farklı düşündüğünü fark etti. O hem erkek egemen sistemi hem de burjuvaziyi reddediyordu. Ve mevcut sistem içerisinde kadınların tam anlamıyla özgürleşmesi mümkün değildi. Bu gerçeklikle yoğurdu politik bilincini.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ekonomik sömürünün bir sonucu olarak gören Clara, bir konuşmasında şunları söyledi:
“Kadın işçiler kadının özgürlüğünün ayrı değil, büyük sosyal sorunun bir parçası olduğundan tamamen emindirler. Bu sorunun bugünkü toplumda hiçbir zaman çözülemeyeceğinin, ancak toplumun köklü değişiminden sonra bunun mümkün olabileceğinin de bilincindedirler… Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır. Sadece sosyalist toplumda, kadınların işçiler gibi haklarının tam sahibi olması mümkündür.”
Clara burada Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile ilişki kurmaya başladı ve aynı zamanda Rusyalı devrimcilerle de tanıştı. Bunlardan biri de hayatını birleştireceği Ossip Zetkin’di.
Savaş karşıtı görüşlerinden dolayı defalarca tutuklandı.
Sosyalist ve kadın hareketinin bir öznesi haline gelen Clara, Otto von Bismarck’ın 1878`de sosyalist faaliyetleri yasaklayan bir yasa çıkarması üzerine, 1882’de Zürih’e, daha sonra da Paris’e gitmek zorunda kaldı.
Clara Rus, Alman ve Fransız sosyalistleriyle değil, İspanya, İtalya, Avusturya ve İngiltere sosyalistleriyle de temas kurdu. Bu dönemde Clara, uluslararası emek hareketi hakkında geniş bilgi birikimine sahip oldu.
1891den 1917
ye kadar SDP`nin kadın gazetesi ‘Eşitlik’in editörlüğünü yapan Clara, gazetenin tepeden tırnağa her köşesinde yazdı.
Lenin ve Rosa Luxemburg ile dost olan Clara, Lenin ile 1920’de “Kadın Sorunu” üzerine bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşme notları Lenin’in kaleme aldığı kitapta okuyucu ile de buluştu.
Clara, Rosa ile birlikte Birinci Dünya Savaşı’na karşı ilk Uluslararası Kadın Konferansı’nı düzenledi. Almanya’daki sendikaları uluslararası örgütlerle ilişkilendirmeye ve yüzlerce konuşmaya ek olarak grev fonları düzenlemeye yardımcı oldu.
8 Mart’ın doğuşu
27 Ağustos 1910’ta düzenlenen 2. Enternasyonel’e bağlı kadın toplantısında Clara Zetkin, dokuma fabrikası yangınında ölen işçi kadınlar anısına 8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılması önerisini getirdi ve bu öneri oy birliği ile kabul edildi.
Kadınların sosyalist bir harekette dahi erkek egemenliğine karşı mücadele etmek zorunda kaldığını çok iyi bilen Clara, bunu şu sözlerle anlattı:
“Erkeğin desteği olmadan. Evet, hatta genellikle erkeklerin iradesine karşın, kadınlar sosyalist bayrak altına girmişlerdir… Fakat onlar şimdi bu bayrak altında duruyorlar ve burada kalacaklar! Burada özgürlükleri için, eşit haklara sahip insan olarak kabul edilmeleri için savaşıyorlar. Sosyalist işçi partisi ile el ele yürüyerek savaşın tüm zorluğuna ve gerektirdiği özverilere katılmaya hazır oldukları gibi, zaferden sonra da elde ettikleri tüm hakları korumaya kesin kararlıdırlar.”
Alman Komünist Partisi’nin yasaklanmasını takiben, 1933 yılının Şubat ayında Rusya Parlamento binasının yakılmasının (Reichstag Yangını olarak bilinir) ardından, Clara Sovyetler Birliği’ne taşındı.
1932’de partinin en eski üyesi olan Clara Meclis’te Hitler’e ve Almanya’da Nazizmin yükselişine karşı konuşmalar yaptı. 1933 Yılında kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti.
Celia Sanchez
Çoğumuz Fidel Castro’yu ve Che Guevara’yı tanırız ama pek azımız Celia Sanchez ismini duymuştur. Sanchez, Küba Devrimi’nin merkezindeki kadındır ve hatta kararları veren asıl kişinin o olduğu bile söylenir.
10 Mart 1952 darbesinden sonra Celia, Batista hükümetine karşı yürütülen direnişe katılmıştır.
26 Temmuz Hareketi’nin kuruculuğunu, devrim boyunca çatışma birliklerinin liderliğini yapmış, kaynak denetimini üzerine almış ve hatta Batista’nın devrilmesi için Meksika’dan Küba’ya 82 savaşçının taşınmasını içeren Granma Çıkarmasını bile o örgütlemiştir.
Celia devrimden sonra da ölümüne dek Castro’nun yanında kalmaya devam etti.
Kathleen Neal Cleaver
Kathleen Neal Cleaver, Kara Panter Partisi üyesi ve Parti’nin karar alma birimindeki ilk kadın üyedir.
Parti sözcülüğünü ve basın sekreterliğini yürütmüştür. Aynı zamanda Parti’nin hapisteki savunma sorumlusu Huey Newton’ın serbest bırakılması için yürütülen ulusal düzeydeki kampanyanın da tertipleyicisidir.
Kara Panterlerin erkek egemen bir yapı olduğu iddialarının aksine, Cleaver ve Angela Davis gibi diğer kadınlar bir dönem Parti’nin üçte ikisini oluşturuyordu.