İlhan Kösedağ

Bağımsız Kişiliğin Yaşamdaki Ve Mücadeledeki Önemi Üzerine

İnsanın kendini gerçekleştirme süreci, kişiliğini yaratma süreciyle doğrudan ilişkilidir. Kendini yine kendi üzerinden varetme ile kendini bir dış olgu(aile, parti, kurum, cemaat vb) üzerinden varetme arasında hangi yolu tutacağı diğer birçok etmene rağmen ilkin insanın kişilik yapısıyla alakalıdır.

Bağımlı kişilik, kendini dış olgu üzerinden varetmeye/gerçekleştirmeye çalışırken Bağımsız Kişilik, kendini kendisi üzerinden vareder, kendini gerçekleştirmesini doğrudan bir dış olguya bağlamaz!

Kişilik Oluşumunun Ekonomi-Politiği

Kişiliğin oluşumunda insanın dış olgu ile ilk deneyimlerini yaşadığı, ilk yaptırımlarla karşılaştığı, ilk yönlendirilmeye başlandığı kurum: ailedir. Doğaldır ki insanın ilk etkileşime girdiği, dünya hakkında ilk bilgi edindiği aile onun şekillenmesinde en önemli rollerden birini oynayacaktır.

İnsan ilkin; neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin iyi neyin kötü olduğu, nerede nasıl davranılması gerektiği, aileyle ve diğer insanlarla olan ilişkilerde belirleyici unsurların ve mesafenin ne olacağı, metaların hayatındaki yerinin ne olacağı gibi yüzlerce değer yargısını(algıyı) aileden devralır. Hatta dini inanışları(veyahut deistliği yada ateistliği) ve (toplumsal)kültürel öğeleri de aileden devralır.

Ailenin çoçuğa karşı aşırıcı korumacı oluşu yada çoçuğun yapması gerekenleri (ona iyilik yaptığını düşünerek) onun yerine yapması, çoçuğun kendiyle ilgili küçük kararlar vermesine müsade etmemesi onu sürekli yönlendirmesi veyahut çoçuğun tüm kararlarına ayak uydurmaya çalışması, çoçuğun aile içinde istedikleri yerine getirilecek bir prens haline getirilmesi gibi çoğaltabileceğimiz yüzlerce davranış biçimi o çoçuğun ileriki yaşamda nasıl bir kişiliğe sahip olacağında çok büyük bir rol oynar.

Ancak kesinkes belirleyici olmaz, çünkü kişilik inşaası süreci boyunca kendini geliştirme, bilgi, birikim ve tecrübe kazanma durumu ile diğer çevresel etmenler(semt, arkadaşlar, eğitim vb) öğretilmişlikleri ve dayatılanları sorgulama yolunu açabilir. Ki  bu durumda, bilgi-birikimi ve diyalektik kavrayışı ile ters orantılı olarak kişiliğinin şekillenmesinde ailenin oynadığı rol azalır. Tersten gelişirse yani kişi aileden daha ileri bir bilgi-birikime, kültürel seviyeye daha ileri bir kavrayış ve sorgulama yetisine ulaşamazsa kişiliğinin şekillenişinde aile(ve/veya diğer çevresel etmenler) belirleyici olabilir.

Aile, devletin en küçük yapı taşıdır. Bir coğrafyadaki sosyo-ekonomik yapı o coğrafyadaki siyasal düzeni(devlet yapısını), kültürü, değer yargılarını, toplumsal yaşamı ve çalışma biçimini(üretim ilişkilerini ve üretim araçlarının mülkiyeti durumunu) belirler. Doğal olarak aile yapısınında sosyo-ekonomik yapıyla doğrudan bir bağı var. Çünkü sosyo-ekonimik yapı, siyasal düzeni belirliyor,  siyasi düzende aile yapısını.

Her siyasi düzen(devlet yapısı) kendi toplumunu yaratmak istediği için işe aileden başlıyor. Bu durum, ailenin, siyasi düzenin en küçük modeli olmasını koşulluyor.

Aile ve Sosyo-ekonomik Yapı

Yukarıda belirttiğim üzere; aile kurumunun işleyişi, esasları ve biçimi; siyasi düzenle(devlet yapısıyla) doğrudan ilgilidir. Ondandır ki her toplumsal formasyonda(değişik devlet yapıları olduğu için) aile başka esaslara ve işleyişe dayanır.

Örneğin feodal toplumsal formasyonda aile; kadının üretime dahil olmasına izin vermeyen, erkeğin ailede ekonomik olarak iktidarda olduğu, söz, yetki ve karar hakkının tek sahibinin erkek olduğu, kadının birey olarak kabul edilmediği, kız çoçuklarının değerli sayılmadığı(ki feodal toplumda kadın sorunu ile ilgili ayrıca bir başlık sayılır), kız çocuklarının mirastan pay dahi alamadığı, çocukların aile içinde birey olarak görülmediği bir aile yapısı sözkonusudur.

Feodal toplumlarda aile esasları ve işleyişi esasta bu minvalde olmakla birlikte coğrafyalardaki toplumsal normlara(tarihsel toplumsal değer yargılarına -töreler, adetler vb ve dini inanışlarına- göre biçimsel değişikler de gösterir.

Oysa kapitalist toplumda aile kurumu; kadının toplumsal üretime katılmasının önünde engel olmaz, feodalizm gibi ataerkil bir toplumsal yapı olmasına rağmen kapitalist toplumda kadın ailede feodal toplumdaki kadar edilgen bir durumda değildir, erkek ve kız çoçukları arasında cinsiyete dayalı değer normu yoktur.

Feodal toplumda eşcinsellik ölümle dahi cezalandırılabilecek bir suç(?) gibi algılanırken Hollanda gibi ileri kapitalist ülkelerde hemcinslerin aile (eşcinsel evlilik) kurması ve evlat edinebilmesi yasal teminat altına alınmıştır.

Özcesi toplumsal formasyonla doğrudan ilgili olan (bizzat) siyasi düzenin(devletin) şekil verdiği aile ve aile ile kişilik oluşumu arasındaki bağ göz önünde bulundurulduğunda; feodal toplumlarda egemen olan kişilik yapılarıyla kapitalist toplumlarda egemen olan kişilik yapılarının farklılığının kaynağı da anlaşılmış olacaktır.

Eğitim, Öğrenim ve Kişilik Oluşumu

Eğitim, kişilik oluşumunda aile hatta belkide aileden daha büyük bir rol oynuyor. 6-7 Yaşlarında okul hayatının başlamasıyla birlikte insan, aile ve diğer çevresel etmenlerden sonra ilk kez kendine şekil verecek(en azından kendini gerçekleştirene kadar) olan örgütlü sistematik yapınında içine girmiş oluyor.

Elbetteki eğitim ve öğrenimin yapısı ve niteliği; toplumsal formasyondan ve siyasi düzenden bağımsız değil. Kendi iktidarının selameti ve kendi sınıfının çıkarları uğruna her siyasi iktidar kendi eğitim ve öğrenim argümanlarını, eğitim-öğretim sistemini yaratıyor. Bu nedenle Kanada’daki eğitim-öğrenim sistemiyle Katar’daki yada Birleşik Devletler’deki ile Türkiye’deki veyahut İran’daki ile Yunanistan’daki vb birbirinden farklı.

Hayata, topluma ve dünyaya dair ilk bilgileri okulda öğrenen insan, aslında yaşadığı topraklarda egemen olan devletin hayata, topluma ve dünyaya bakışını öğrenmiş oluyor. İnsanlar eğitim ve öğrenim aracılığı ile siyasi iktidarın yaratmak istediği insan tipi doğrultusunda manipüle ediliyor.

İleri kapitalist ve kapitalist ülkelerde eğitim sistemi kişinin birey olmasının(birey olma olgusunu bireysel olma, egoist olma şeklinde manipüle etsede kendine has olma ve burjuva demokrasisi sınırlarında özgürce(!) kendisi olarak varolma durumunun ) önünü açacak şekilde dizayn edilmiştir. Ancak geri-kapitalist ülkelerde, yarı-sömürgelerde ve/veya yeni-sömürgelerde, feodal ülkelerde (faşizm yada zorbacı dikta rejimleri -monarşi vb- hakim olduğu için) eğitim sistemi, kişinin kendini gerçekleştirmesine, birey olarak varolmasına engel teşkil edecek biçimde oluşturulmuştur.

Bundadır ki, ileri kapitalist ve kapitalist ülkelerde; feodal, geri-kapitalist, yarı-sömürge ve/veya yeni-sömürge ülkelere göre bağımlı kişilikler daha azdır.

Faşizm ve Kişilik Oluşumu

Faşizm ister devlet yapısı, isterse de yönetim biçimi olarak hakim olsun, her durumda da toplum hayatındaki alanları tahkim etmeyi, sınırlamayı, belirlemeyi ve tüm alanlara ayrı ayrı hükmetmeyi ister. Bu faşizmin, sermayenin en vahşi yönetim şekli olmasından ileri gelir.

Faşizm vahşidir, zorbacıdır, insanlık-dışıdır. Çünkü faşizmin farklılıklara, azınlıklara, ezilen uluslara, demokratik hak arama mücadelelerine tahammülü yoktur, o tek tipte insan yaratmak, tek tipte toplum yaratmak ister. Bunun için ırkçılık faşizmin tutunduğu temel argümandır.

Faşizmin katı baskıcı ve farklılıkları ezici zorba yaklaşımı, toplumda yaydığı korku, ideolojik hegomanyası ve siyasal manipülasyonu, eğitim ve öğretim alınındaki (tek tip insan yaratma anlayışı üzerine kurulu) sistematik işleyişi; kişilerin yaratıcı, sorgulayıcı, özgüven sahibi yanlarını çok ciddi oranda tahrip eder.

‘İşlerin yolunda gitmesi için boyun eğmeyi‘, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın‘ duyarsızlığını, ‘gemisini kurtaran kaptan‘ bencilliğini,  sorgulamak-araştırmak-yapmak sarmalında kişinin kendini gerçekleştirmesini (tüm imkanlarını kullanarak) engelleyerek  bunun yerine güç olana yaltaklanma basiretsizliğini öğretir.

Dolayısıyla faşizm kişinin birey olarak kendini gerçekleştirmesinin ve toplum hayatında birey olarak varolmasının önünde de engeldir.

Genel olarak kişiler faşizm koşullarının cenderesini aşıp kendini gerçekleştiremediği için faşizmin hakim olduğu ülkelerde, bağımlı kişilikler toplumun büyük kısmını(çoğunluğunu) oluşturur.

Bağımlı Kişilik

Bağımlı kişilikler; kendi başına kararlar veremeyen, kendi başına eyleme geçemeyen, kişisel girişimlerde bulunamayan ve tek başına sorumluluk alamayan kişiliklerdir. En belirgin özellikleri teslimiyetçi(boyun eğici) olmaları, başkalarına bel bağlamalarıdır. Pasif-edilgen bir yapıdadırlar. Kendi yeteneklerini keşfedemezler, geliştiremezler ve kendilerine gerçekten güvenemezler.

Varlıklarını bir dış olguya(aile, parti, cemaat, örgüt, tarikat, dernek vb) dayandırırlar. Kendilerini üzerinden varetmeye-gerçekleştirmeye çalıştıkları dış olgunun doğru ve meşru kabul ettiği şeyleri, doğru ve meşru kabul ederler, sorgulayamazlar, dar düşünme çapları bile dış olgunun sınırlandırdığı çerçeveye hapsolmuştur.

Bağımlı kişiliklerin bu cendere içinde kendini gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bu nedenle kişisel hayatlarında başarılı oldukları bir alan yok gibidir. Sahip oldukları şeyler ya (kendilerini üzerinden varetmeye çalıştıkları) dış olgunun lutfudur yada dış olguyla olan yalaka ilişkilerinin ve dış olguya koşulsuz hizmetlerinin ürünüdür.

Burada belirtmek gerekir ki; ‘Bağımlı kişilik’ psikolojinin bile konusu olmuş, Bağımlı Kişilik Bozukluğu olarak tanımlanmış ve terapi tedavisi öngürülmüştür.

Politik Yaşamda ve Mücadele Alanında Bağımlı Kişilik

Politik yaşamda ve mücadele alanında Bağımlı Kişilik, kendini siyasal yapı(devlet, parti, kurum vb) üzerinden gerçekleştirmeye, siyasal yapının genel geçer pozitif etkisini kendi lehine kullanmaya(bu vesileyle o pozitifiteyi kendine de atfemeye), yapının saygınlığı üzerinden bir saygınlık edinmeye çalışır. Yapıyla bir irade birliği, fikir birliği ve eylem birliği temelinde bütünleşmek yerine; yapıya tabii olduğu, eklemlendiği için yapıya hissettiği aidiyet duygusu, sürünün parçası olma derekesindedir.

Bağımlı Kişilik, aynı zamanda (hiyererşik olarak üstünde olmayan)bağımsız kişiliğin amansız düşmanıdır(hiyerarşik olarak üstünde olanla ilişkisi ise kendini üzerinden varetmeye çalıştığı yapıya duyduğu mecburiyetten dolayı yalaka ve ilkesizdir). Bağımlı kişilik, kendi gibi bağımlı kişiliklerle bir arada olmaktan rahatsız olmazken bağımsız kişiliğin varlığı onu rahatsız eder. Bağımsız kişilik sahiplerinin hayat içindeki tutum ve davranışlarındaki özgüven, yapı içindeki politik duruşu, araştırmacı ve sorgulayıcı özellikleri, siyasal ve kültürel birikimi; Bağımlı kişiliklerin altında ezildiği, hep öykünüp sahip olamadıkları öğeler olduğu için onları rahatsız eder.

Bu rahatsızlık ile birleşen gerici yanları bağımlı kişilikleri, bağımsız kişiliklere karşı nedensiz bir düşmanlığa kadar götürebilir. Bağımlı kişilikler; nedensiz bir şekilde bağımsız kişiliklere düşmanca ve ilkesizce tutum takınırlar. Bunun doğal sonucu olarak yapı içinde derleyici-toparlayıcı olamaz aksine dağıtan, parçalayan, zayıflatan bir rol oynarlar, yapıya nitelikli katkı sunamadıkları gibi yapıya zararları da dokunur.

Bağımsız Kişilik

İnsanın yaşadıkları, hayat içinde tecrübeler edinmesini, yaşadığı çevre ve ait olduğu sınıf yaşadığı tecrübeleri, poltik ve kültürel seviyeside bu tecrübeleri yorumlamasını-sonuçlar çıkarmasını, kişiliğini yaratmasını koşullar. Kişilik oluşumunda bireyin yetiştiği ailenin, çevrenin, okulda aldığı eğitimin çok ciddi bir rol oynadığı yadsınamaz olsa da bunların kendi başına tamamen belirleyici olduğunu söylemek mümkün değil.

Zira insanın ailesini, yaşadığı tecrübeleri, aldığı eğitimi, dayatılan resmi ideolojiyi, toplumsal değer yargılarını değerlendirmek için bir metodu varsa kişiliğini dış etmenlerin değil, bilincinin yaratması içinde bir kurtuluş anahtarı var demektir.

Bu anahtar; diyalektik düşünme ve değerlendirme metodu-yöntemi/yeteneğidir. Böylelikle insan,  ona dayatılan doğruları(!) olduğu gibi kabullenip tekrar eden edilgen bir konumdan çıkar, eleştirel bir bakışla sorgular, araştırır, bilimsel doğrultuda sebeb-sonuç ilişkisi arar-kurar, ulaştığı (yeni)sonuçlarla eskinin(ve/veya doğmatik, anti-bilimsel olanın) karşısında kendini(kişiliğini) yeniden yaratmaya başlar.

Kendini(kişiliğini) yaratma süreci aynı zamanda kendine şekil verme, hayatın içinde duracağı yeri belirleme, ilkeler ve prensipler edinme sürecidir. Dolayıslada bu süreç, bir dizi hesaplaşmalar sürecidir.

Aileyle, siyasi düzenle(devletle), resmi ideolojiyle, hakim olan değer yargılarıyla, inanışlarla, dayatılan kültürle vb yüzleşme, hesaplaşma; birey olarak varolmanın ve kendini gerçekleştirmenin olmazsa olmazıdır.(Bundadır ki her bağımsız kişilik sahibi insan o veya bu oranda politik olarak siyasi iktidara o veya bu oranda muhaliftir). İnsan ancak bu hesaplaşma sürecinden başarı ile, eskiyi ve dayatılanı yıkarak, tek tipliliğe başkaldırarak çıktığı oranda bağımsız bir kişilik inşaasında zafer kazanabilir.

Bağımsız kişiliği kendinde yaratabilmiş insanlar; kendi başına kararlar alacak, eyleme geçecek, sorumluluklar üstlenecek yetiye sahiptir. Yeni girişimlerden korkmazlar, boğun eğici tutumların karşısındadırlar. Bunun sonucu olarakta kişisel yaşamlarında (hesaplaşmaların sonucu olarak) muhtemelen belli badireler atlatmış belirli başarılar kazanmış, belirli aşamaları katetmişlerdir. Toplum içinde saygı görürler.

Kendi yeteneklerini keşfetmiş ve/veya geliştirmişlerdir. Bu nedenlede yapıcı, yaratıcıdırlar. Kendilerine özgüvenleri vardır ve bu özgüven; doğru buldukları şeyi yapmakta veya o şeyde ısrar etmekte onlara güç verir.

Bağımsız kişiliğin gelişiminde yukarıda bahsettiğim hesaplaşma, kişiye politik rengini de verir. Kişinin hangi politik duruşu sahipleneceği, o hesaplaşmayı ne kadar derinleştirdiğine, ne kadar genişlettiğine ve hesaplaşmada kullandığı diyalektik yöntemi ne oranda kavradığına bağlıdır.

Kişi sözkonusu hesaplaşmadan bir burjuva ve/veya küçük burjuva aydını olarakta çıkabilir, bir ‘sol‘ liberal olarak çıkabilir, bir reformist muhalif, bir feminist olarakta çıkabilir, düzen içi bir muhalefet partisi yanlısı yada bir Bakuninci veyahut bir Marksist, Leninist yada Maocu vb olarakta çıkabilir.

Politik Yaşamda ve Mücadele Alanında Bağımsız Kişilik

Hiçbir dış olguya teslim olmayacak kadar özgüven sahibi, bir dış olguyla(parti, kurum, kollektif vb) fikir, irade ve eylem birliği temelinde bütünleştiğinde(bu bütünleşme pragmatist bir tarzda olmadığı için) o dış olgunun andaki zayıflıkları yada nicel gücü bağımsız kişiliklerin dış olguyla olan ilişkisinde belirleyici olmaz.

Bağımsız kişilik; dış olguyu vareden unsur olma, dış olguya değer katma, dış olguyu ilerletme, kendinde olan yetenekleri dış olguya kazandırma, kendine duyulan saygı ve sevgiyi dış olguya yöneltme gibi amaçlarla hareket eder.

Bağımlı kişilik, dış olgunun (bütünün)bir parçası olarak, (fikir, irade ve eylem birliği temelinde) kollektifin(bütünün) bir parçası olarak tutum almak yerine dış olguya tabii olma, eklemlenme histerisiyle hareket ederken bağımsız kişilik fikir, irade ve eylem birliği temelinde bütünleştiği yapının (bütünün)bir parçası olarak tutum takınır. Dolayısıyla bağımsız kişiliğin sözkonusu tutumun sonuçlarını gögüsleme bilinci ve gücü, bağımlı kişilikle kıyaslanamayacak derecede çoktur.

Kendi yeteneklerini ve potansiyelini keşfetmiş, birey olarak varolabilen bağımsız kişilikler; politik hedeflerinin gereği doğrultusunda kendini geliştirmeye, sınırlarını zorlamaya ve dahi aşmaya, önündeki tıkanıklıkları açmaya, inandığı(yada ikna olduğu) doğrularda ısrar etmeye eğilimlidirler.

Bağımsız kişiliklerin dış olgu ile girdiği ilişki, bağımlı kişiliklerin dış olguyu (onun saygınlığını, kimliğini, sağladığı imkanları vb) sömürme-kullanma temelinde girdiği ilişkinin tam tersi olduğu için bağımsız kişilikler dış olguyu geliştiren, dış olguya katkı veren, değer katan bir rol oynar.

Devrimin Bağımsız Kişiliğe Sahip İnsanlara İhtiyacı Var!

Meselenin devrimci mücadeleye bakan yönünde açıkça diyebirliriz ki; devrimin bağımsız kişilik sahibi insanlara ihtiyacı var. Devrimi gerçekleştirme iddiası olan devrim örgütünün insanlarda bağımsız kişiliğin gelişimi için sistemli ve düzenli bir programa, pratiğe ihtiyacı var!

İnsanlar mücadele saflarına gelirler, her halk tabakasından insan kendi geri yanları ve kişilikleriyle gelir. Ancak devrim iddiası olanların aynı zamanda kendine gelen insanlardan yeni tipte insanlar yaratma görevi vardır ve bu görev ertelenemez, ötelenemez, yarına bırakılamaz bir görevdir.

Yeni tipte insanı yaratmak, ona salt kitabi bilgiler yüklemekten ve/veya pragmatist örgütsel yaklaşımla kişinin bilince çıkaramadığı sorumluluklar yüklemekten değil; ilkin bağımsız kişiliğin gelişimini sağlamaktan geçer. Bağımsız kişiliği gelişmemiş insanlar ne kadar politik görünürse görünsün esasta asla devrimcileşemezler!

Bağımsız kişilik bir binanın temeli gibidir, politik kimlik bunun üzerine inşaa edilirse istenilen sonuçlara ulaşılabilir.

Bu nedenle devrim örgütünün insanları devrimcileştirme süreci, insanlardaki bağımsız kişiliği geliştirme çabasıyla iç içe geçen programlı ve sistemli bir süreç olmak zorundadır.

Devrim örgütünün gelişmesine, onun kağıt üzerindeki programı, tüzüğü ve kitaplar dolusu teorisi yetmez. Onun gelişmesi onun aktivistlerine ve kadrolarına bağlıdır. Dolayısıyla doğru bir kadro politikasının temeline bağımsız kişiliğin geliştirilip güçlendirilmesi oturtulmalıdır.

https://devrimcidusun.org/wp-content/uploads/2021/04/1.png
Giriş Yap

Devrimci Düşün Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!