Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar – Rosa Lüxemburg

Uluslararası sosyalizmin kitle grevi sorunu üzerine şimdiye kadar yaptığı neredeyse tüm yazıları ve açıklamaları, mücadele araçlarının en geniş çapta kullanıldığı ilk tarihsel deney olan Rus devriminden öncesine dayanır...

I

Uluslararası sosyalizmin kitle grevi sorunu üzerine şimdiye kadar yaptığı neredeyse tüm yazıları ve açıklamaları, mücadele araçlarının en geniş çapta kullanıldığı ilk tarihsel deney olan Rus devriminden öncesine dayanır. Bu yüzden bunların artık yalnızca tarihi değerleri olduğu söylenebilir. Bunlar sorunu ele alışlarında Friedrich Engels ile aynı görüşü paylaşır. Engels 1873’te İspanya’da Bakuninci devrim yapmacılığının eleştirisinde şunları yazıyordu.

“Bakuninci programda genel grev, sosyal devrime geçişi sağlayacak bir kaldıraçtır. Güzel bir günün sabahında, bir ülkenin ya da belki tüm dünyanın işçileri iş bırakırlar ve böylece en geç dört hafta içinde mülk sahibi sınıfları ya boyun eğmeye ya da işçilere saldırmaya zorlarlar, böylece bunlar da kendilerini savunma hakkını ve bu arada da koca bir eski toplumu yerle bir etme fırsatını elde ederler.

Bu öneri yeni olmaktan çok uzaktır; Fransız sosyalistleri ve onlardan sonra Belçika sosyalistleri, bu İngiliz soylu gösteri atına 1848’den beri defalarca binmişlerdir. Çartizm’in 1837 bunalımını izleyen şiddetli ve hızlı gelişimi sırasında daha 1839’da İngiliz işçilere “kutsal ay” vaazı verilmişti: Ulusal ölçekte işin bırakılması (bkz. Engels “Çalışan Sınıfın Durumu”, ikinci baskı, s.234 Friedrich Engels: Toplu Yapıtlar, cilt 2, Berlin 1970, s.447) ve bu öyle büyük yankı uyandırmıştı ki, Kuzey İngiltere’deki fabrika işçileri 1873 Temmuz’unda bu olayı uygulamayı denemişlerdi. Yine Eylül 1873’te, Cenevre’de toplanan ittifakçılar Kongresi’nde de genel grevin üstünde önemle durulmuştu, ancak bunun için işçi sınıfının eksiksiz bir örgütlenmeye ve dolu bir kasaya sahip olması gerektiği herkesçe ifade edilmişti.

İşte işin püf noktası da buradadır: Bir yandan hükümetler -özellikle de eğer politik çekimserlik için cesaretlendirilirlerse- ne işçi örgütlerinin, ne de onların kasalarının böylesine gelişmesine göz yumacaklardır; diğer yandan politik olaylar ve egemen sınıfların müdahaleleri, proletaryanın daha bu ideal örgütlenmeyi ve bu devasa yedek fonları biriktirmeyi başarmasından çok daha önce, işçilere kurtuluşu dayatır. Ama eğer bunlara sahip olsalardı, o zaman da hedefe varmak için genel grev gibi dolambaçlı yollara gerek kalmazdı.2

Buradan, uluslararası sosyal demokrasinin bunu izleyen on yıllarda kitle grevlerine karşı takındığı tavrın gerekçelerini görüyoruz. Bu gerekçeler tümüyle genel grevin anarşist teorisine, yani işçi sınıfının gündelik politik mücadelesine karşıt biçimde sosyal devrime geçişi sağlayacak bir araç olarak genel grev teorisine dayandırılıyor ve aşağıdaki basit ikilemde kendini tüketiyor: Ya tüm proletarya henüz güçlü örgütlenmelere ve kasalara sahip değildir, o halde genel grevi gerçekleştiremez ya da proletarya gerektiği kadar güçlü örgütlenmiştir, o zaman da genel greve ihtiyacı yoktur.

Ancak bu gerekçe öylesine basit ve ilk bakışta öylesine tartışılmazdır ki, tam çeyrek yüzyıl boyunca modern işçi hareketinde anarşist saçmalıklara karşı mantıksal bir silah olmuş ve politik mücadele düşüncesinin tüm işçi çevrelerine taşınmasında yardımcı bir araç olarak mükemmel hizmet sunmuştur. İşçi hareketinin bütün modern ülkelerde son 25 yılda kaydettiği büyük ilerlemeler, Marks ve Engels’in Bakuninizme karşı savundukları tüm uluslararası işçi hareketinin öncüsü olma konumuyla Alman sosyal demokrasisi, hiçbir şekilde bu taktiğin doğru ve etkili kullanımının dolaysız bir ürünü değildir.

Şimdi Rus devrimi yukarıdaki gerekçeyi tepeden tırnağa bir revizyona tabi tutmuştur. Sınıfların mücadele tarihi içinde ilk kez Rus devrimi kitle grevi düşüncesini ve -aşağıda daha ayrıntılı inceleyeceğimiz gibi- bizzat genel grev düşüncesini yaşama geçirmiş ve böylece işçi hareketinin gelişiminde yeni bir çağı başlatmıştır. Doğal olarak bundan Marks ve Engels’in önerdikleri politik mücadele taktiğinin ya da onların anarşizm eleştirilerinin yanlış olduğu sonucu çıkarılamaz. Tersine, bunlar, şimdi Rus devriminde sınıf mücadelesinde yepyeni uğraklar ve yeni koşullar üreten ve Alman sosyal demokrasisinin bugüne kadarki pratiğinin temelinin oluşturan aynı düşünce yollarıdır, aynı yöntemdir ve Marks ile Engels’in taktiğidir. Rus devrimi, kitle grevi örneğinin ilk tarihsel denemesi olan aynı devrim, yalnızca anarşizmin şerefinin kurtarılmaması anlamına değil, neredeyse anarşizmin tarihi bir tasfiyesi anlamına da geliyor.

Almanya’daki sosyal demokrasinin güçlü gelişimince son on yıllarda mahkûm edilen bu düşünsel yöneliminin hüzünlü varoluşu, belirli ölçülerde, parlamenter dönemin tekil egemenliğiyle ve uzun sürmüş olmasıyla açıklanabilir. Buna rağmen tümüyle “hücuma” ve “doğrudan eyleme” dayandırılmış olan, kelimenin çıplak anlamıyla “devrimci yön”, ancak doğrudan, açık bir savaş dönemine yeniden dönüşünde, bir sokak devriminde canlanmak ve içsel gücüne bir biçim vermek için parlamenter gündeliğin rüzgâr sessizliğinde yalnızca geçici olarak kavrulmaktaydı.

Bilhassa Rusya, anarşizmin kahramanlıkları için deney sahası olmaya elverişli görünüyordu. Öyle bir ülke ki, proletaryanın hiçbir politik hakkı yok ve oldukça zayıf bir örgütlenmeye sahip, çok farklı ve birbirine karışmış çıkarlara sahip halk katmanlarının renkli iç içeliği, halk kitlelerinin düşük eğitimi, buna karşılık egemen rejimlerce uygulanan baskının üst düzeydeki vahşeti –tüm bunlar anarşizmi, kısa bir süre için de olsa, birdenbire iktidara getirmek için yaratılmıştı sanki. Ve sonuçta Rusya, anarşizmin tarihsel doğum yeriydi de. Yalnız, Bakunin’in anavatanı kendi öğretisi için bir mezar yeri de olacaktı. Sadece Rusya’da anarşistlerin kitle grevi hareketinin başında durmadıkları ve durmamaları değil; sadece devrimci eylemin ve kitle grevinin de tüm politik önderliğinin, Rus anarşistlerince “burjuva partisi” olarak amansızca mücadele edilen sosyal demokrat örgütlerin ya da bu türden az çok sosyal demokrasiden etkilenmiş ve ona yaklaşan “sosyalist devrimciler”in3 terörist partisi gibi örgütlerin elinde olduğu için değil – anarşistler ciddi bir politik yön olarak Rus devriminde asla var olmadılar.

Yalnızca özellikle zor koşullar altında olan Litvanya’nın -çeşitli uluslardan işçilerin renkli iç içeliği, küçük işletmelerin genel dağınıklığı, en altta duran proletarya- Bialystok şehrinde, yedi ya da sekiz değişik devrimci grubun arasında, gücünün yettiğince işçi sınıfının aklının karışmasına katkıda bulunan4 yeni yetmelerden oluşmuş küçük bir “anarşistler” kümeciği var ve son olarak da Moskova’da ve belki daha iki üç şehrin her birinde bu türün birer kümeciği kendini gösteriyor. Ancak, bu birkaç “devrimci” grup bir yana, anarşizmin Rus devrimindeki asıl rolü nedir?

Anarşizm adi hırsızlar ve yağmacılar için bir tabela olmuştur; depresyonun her döneminde, devrimin savunmaya geçtiği anlarda bulanık bir dalga gibi şiddetle yükselen ve özel kişilere karşı girişilen sayısız hırsızlık ve yağmanın büyük bir bölümü “Anarko-Komünizm” adı altında uygulanıyor. Anarşizm, Rus devriminde, savaşan proletaryanın teorisi değil, aksine devrimin kanlı gemisinin arkasında kaynaşan bir köpek balığı sürüsüne benzeyen karşı-devrimci lümpen proletaryanın ideolojik tabelası olmuştur. Ve bununla da anarşizmin tarihsel kariyeri herhalde sona ermiştir.

Öte yandan Rusya’daki kitle grevi, işçi sınıfının politik mücadelesinin ve özel olarak parlamenterizmin çevresinden dolaşılarak gösterişli bir darbeyle aniden sosyal devrime sıçramayı sağlayacak bir araç olarak değil, öncelikle, proletarya için gündelik politik mücadelenin ve özel olarak da parlamenterizmin koşullarını yaratmaya yönelik bir araç olarak gerçekleştirilmiştir.

Rusya’daki, içinde kitle grevlerinin en önemli silah olarak kullanım bulduğu devrimci savaşım, çalışan halk ve öncelikle proletarya tarafından tam da, işçi sınıfının özgürleşme mücadelesindeki gerekliliğine ve anlamına Marks ve Engels’in öncelikle işaret ettikleri ve anarşizmin aksine Enternasyonal’de tüm güçleriyle savundukları aynı politik haklar ve koşullar için yürütülmektedir.

Böylece tarihsel diyalektik, Marksist sosyalizmin tüm öğretisinin üzerine kurulduğu kaya, kitle grevi düşüncesinin ayrılmaz bağlarla örülmüş olduğu anarşizmin, bugün kitle grevinin pratiğiyle bizzat bir karşıtlığa düşmesini beraberinde getirirken, proletaryanın politik etkinliğinin karşıtı olarak mücadele edilen kitle grevi ise, bugün, politik haklara yönelik politik mücadelenin en güçlü silahı olarak görülüyor. Eğer Rus devrimi Marksizmin kitle grevine olan eski bakışının ayrıntılı bir revizyonunu gerektiriyorsa, yine eski genel yöntemleri ve görüş noktaları ile zaferi yeni bir biçim altında kazanacak olan Marksizmdir. Bataklığı seven bataklıkta ölür.

II

Kitle grevi sorunuyla ilgili olarak Rusya’daki olaylardan ortaya çıkan ilk revizyon, sorunsalın genel kavranışına yöneliktir. Şimdiye dek Almanya’da hem “kitle grevini içeren bir deney”in yapılmasının ateşli taraftarı olan Bernstein, Eisner vb. türünden kişiler, hem de sendika kampında örneğin Bömelburg tarafından temsil edildiği şekliyle, böyle bir deneyin kesinlikle karşısında olanlar var; temelde ise her ikisi aynı şeyin, yani anarşist görüşün zemininde dururlar. Karşıt gibi görünen bu kutuplar, birbirlerini yalnızca dışlamazlar, şu ana dek süregeldiği gibi aynı zamanda birbirlerini şart koşup tamamlarlar da.

Zira doğrudan “büyük yıkım”a, yani sosyal devrime kurgu yapmak, anarşist düşünce biçimi için yalnızca dışsal ve önemsiz bir özelliktir. Burada önemli olan, kitle grevinin, proleter savaşımın tüm koşulları gibi, tarihsel ve tümden soyut olmayan bir biçimde ele alınmasıdır. Bir anarşistin “devrimci” kurgularının maddi temeli olarak yalnızca iki şey vardır. Önce masmavi bir hava, sonra da insanlığı bugünkü kapitalist ağlama duvarından kurtaracak iyi niyet ve cesaret. Ama masmavi havadaki sağduyu daha 60 yıl önce, kitle grevinin daha iyi sosyal bir dünyaya sıçramayı gerçekleştirmek için en kısa, en emin ve en kolay yol olduğunu gösterdi.

Ancak şimdi aynı masmavi havadaki kurguda, sendikal mücadelenin “kitlelerin” tek “doğrudan eylemi” olduğu, yani yegane devrimci savaşım olduğu çıkıyor – ve bu Fransız ve İtalyan “sendika mafyacılarının” bilinen en yeni zırvasıdır. Anarşizmin buradaki yazgısı, masmavi havada doğaçlanmış mücadele yöntemlerinin yalnızca pazara uymayan evdeki hesap olması değil, yani tamamen ütopya olmaları değil, aksine hor görülen kötü gerçeği hiç hesaba katmadıkları için bu kötü gerçeğin içinde çoğu zaman devrimci kurgulardan, farkında olmadan gericilerin pratik yardımcılarına dönüşmüş olmalarıdır. Ama bu soyut, tarihsel olmayan bakışın aynı zemininde bugün, Almanya’da bir yönetim kurulu kararıyla kitle grevini takvimin belirli bir gününe yerleştirmek isteyenlerle, Köln Sendika Kongresi katılımcıları gibi “propaganda”5 yasağıyla kitle grevi sorununu yeryüzünden silmek isteyenler duruyor.

Her iki yön, kitle grevinin isteğe göre ve en iyi bilgi ve inanç doğrultusunda “karar verebilecek” ya da “yasaklanabilecek” salt teknik bir mücadele aracı olduğu konusunda birleştikleri tümüyle anarşist bir tasarımdan yola çıkıyor, yani sanki bu “her ihtimale karşı” cepte kapalı bir biçimde hazır tutulabilecek ya da karara göre açılıp kullanılabilecek bir tür cep çakısıymış gibi.

Gerçi tam da kitle grevi ne karşı çıkanlar, boşlukta yüzen ve asla acı gerçekleri ve onun olanaklılığı ile olanaksızlığını hesaba katmak istemeyerek, Dickens’ın “Zor Zamanlar”ındaki Mr. Gradgrind gibi “gerçekler ve sayılar, sayılar ve gerçekler” diye bağıran “devrim romantiklerinin” tersine, Almanya’nın bugün içinde bulunduğu durumun maddi koşullarını ve tarihsel zeminini göz önünde bulundurdukları için yine de kendilerince bir takdiri hak ediyorlar. Kitle grevinin sendika cephesindeki karşıtlarının “tarihsel zemin” ve “maddi koşullar” laflarından ne anladıkları ise birbirinden ayrı iki uğrakta ifade bulur: Bir yandan proletaryanın zayıflığı, öte yandan Prusya-Alman militarizminin gücü. Yetersiz işçi örgütleri ve kasa durumları ve heybetli Prusya süngüleri, işte bunlar sendika yöneticilerinin verili durumda pratik politikalarının dayandırdıkları “gerçekler ve sayılar”dır. Sendika kasaları ve Prusya süngüleri kuşkusuz çok maddi ve tarihsel görüngülerdir, tek başına bunlar üzerine dayandırılan görüş de, Marks’ın anladığı anlamda tarihsel materyalizm değil, aksine Puttkammer’in6 anladığı anlamda bir polis materyalizmidir.

Kapitalist polis devletinin temsilcileri de örgütlü proletaryanın gerçek gücü ile süngülerin maddi gücünü hesaba katıyorlar ve bu iki sayı dizisinin karşılaştırmalı örneğinden hâlâ şu sakinleştirici sonuç çıkarılıyor: Devrimci işçi hareketi birkaç tahrikçi ve kışkırtıcı tarafından yaratılıyor, o halde cezaevleri ve süngüler bu sevimsiz “geçici görüngü”ye hakim olmak için yeterli araca sahibiz.

Sınıf bilincine sahip Alman işçileri, uzun zamandır, tüm modern işçi hareketini sanki bir avuç vicdansız “tahrikçi ve kışkırtıcı”nın suni, kasıtlı ürünüymüş gibi göstermek isteyen polis teorisinin şakacılığını kavramış bulunuyor. Ama burada ifadesini bulan görüş, birkaç uslu yoldaşın, Alman işçi sınıfını, birkaç “devrim romantiği”nin tehlikeli faaliyeti ve onların “kitle grevi propagandası” konusunda uyarmak için gönüllü bekçi devriyeleri oluşturmalarıyla; ya da öte yanda, parti yönetim kurulunun Almanya’da kitle grevinin başlatılması için Sendikalar Genel Komisyonu7 ile yaptığı “gizli” anlaşmalardan dolayı aldatıldıklarına inananların göz yaşartıcı bir infial kampanyasını sahneye koymalarıyla aynı anlamdadır.

Eğer sorun, devrim romantiklerinin ateşleyici “propagandası” ya da parti yönetimlerinin gizli ya da aleni kararları ile hallolsaydı, o zaman şimdiye dek Rusya’da tek bir ciddi kitle grevi göremezdik. Daha 1905 Martı’nda “Saechsische Arbeiterzeitung”daki yazımda da özellikle belirttiğim gibi,8 kitle grevinin “propagandasını yapmak” ya da bizzat onu “tartışmak”, hiçbir ülkede Rusya’da olduğu kadar az düşünülmemiştir. Ve Rus parti yönetim kurulunun, örneğin Duma’nın dağıtılmasından9 sonra bu yılın Ağustos ayındaki son denemesi gibi, kitle grevini gerçekten kendi kendine ilan edecek karar ve anlaşmaların her biri neredeyse tümden başarısızlığa uğradı.

Yani eğer Rus devrimi bize bir şey öğretmişse, o da hepsinden önce kitle grevinin suni olarak “yapılamayacağı”, gelişigüzel “karar verilemeyeceği”, “propagandasının yapılamayacağı”, aksine, onun, belirli bir uğrakta tarihsel zorunluluk olan sosyal koşullardan çıkan tarihsel bir görüngü olduğudur. Demek ki, kitle grevinin olabilirliği ya da olamazlığı, yararı ya da zararı üzerine soyut kurgularla değil, sınıf savaşımının günümüzdeki döneminde kitle grevini doğuran uğrakların ve sosyal koşulların araştırılmasıyla, bir başka deyişle, arzulananın görüş noktasından hareketle kitle grevini öznel bir şekilde değerlendirilmesiyle değil, tersine tarihsel bir zorunluluk olanın görüş noktasından hareketle kitle grevinin kaynaklarının nesnel bir şekilde incelenmesiyle ele alınabilir ve tartışılabilir.

Soyut mantıksal çözümlemenin serbestliğinde, kitle grevinin mutlak olanaksızlığı ve kesin yenilgisiyle tam olanaklılığı ve kuşkusuz zaferi birbirine eşit güçle kanıtlanabilir. Ve bu nedenle, her iki durumda da ileri sürülen kanıtların değeri aynıdır, yani hiç yoktur. Dolayısıyla, özellikle kitle grevinin “propagandasının yapılmasından” duyulan ve hatta bu cürmün sözde suçlularının resmen aforoz edilmesine dek varan korku, sadece gülünç bir aymazlığın ürünüdür.

Nasıl “devrimin” propagandasını yapmak olanaksızsa, kitle grevinin soyut bir mücadele aracı olarak “propagandasını yapmak” da aynı şekilde olanaksızdır.- “Devrim” gibi “kitle grevi” de, sınıf mücadelesinin belirli politik koşullarıyla ilgili olarak anlam ve içerik kazanan dış biçimlere ilişkin bir kavramdır. Eğer biri kitle grevini tümüyle proleter eylemin bir biçimi olarak, düzenli bir ajitasyonun malzemesi yapmaya girişmek istemişse, bu yönde işçi sınıfını yavaş yavaş kazanmak için bu “fikir”le işportacılık yapmayı düşünmüşse, o zaman bu da aynı şekilde beyhude ve aynı zamanda, birisinin devrim fikrini ya da barikat savaşını özel bir ajitasyonun malzemesi yapmak istemesi gibi can sıkıcı ve artık zevk vermeyen bir uğraş olurdu.

Kitle grevi yeni bir mücadele biçimi ve böylelikle sınıf mücadelesinin koşullarında ve sınıf ilişkilerinde derinlemesine bir iç değişimin güvenli bir belirtisi olması anlamına gelmesi nedeniyle, şimdi Alman ve uluslararası işçi sınıfının canlı ilgisinin odak noktası oldu. Bu durum -sendika yöneticilerinin katı direncini dikkate almaksızın- böylesine sıcak bir ilgiyle, bu yeni soruna yönelen Alman proleter kitlesinin canlı zekasını ve sağlıklı devrimci içgüdüsünü kanıtlıyor. Tek başına bu ilgiye, işçilerin değerli bilgiye susamışlığına ve devrimci uğraşına, onların kitle grevinin olanaklılığı ya da olanaksızlığı üzerine soyut beyin cimnastiği yaptırmak biçiminde bir muameleyle değil, onlara, Rus devriminin gelişimini, bu devrimin uluslararası anlamını, Batı Avrupa’da sınıf çelişkilerinin keskinleşmesini, Almanya’daki sınıf mücadelesinin başka perspektiflerini, kitlenin gelecek mücadelelerdeki görevlerini ve rolünü açıkca göstererek cevap verilebilir. Kitle grevi tartışması yalnızca bu şekilde, proletaryanın düşünsel ufuğunun genişlemesine, sınıf bilincinin keskinleşmesine, düşünme biçiminin derinleşmesine ve eylem gücünün çelikleşmesine götürülebilir.

Bu açıdan bakıldığı zaman, “devrim romantikleri”ne karşı olanların, sorunun ele alınışında Jena Kararı’nın10 lafına uyulmadığı için açtıkları ceza davası da tüm gülünçlüğüyle ortaya çıkıyor. Bu karar kitle grevini asıl olarak genel seçim hakkının yazgılarıyla bağladığı için, bundan iki tür sonuç çıkarabileceklerine inanan “politik politikacılar” gerektiğinde hâlâ hoşnut olabiliyorlar: Birincisi, kitle grevine tamamen bir savunma niteliği kazandırılarak, ikincisi, kitle grevinin kendisi parlamenterizme tabi kılınarak, kitle grevi sadece parlamenterizmin kuyruğu haline getirilecektir.

Ama Jena Kararı’nın asıl sözü, Almanya’nın bugünkü durumunda, egemen gericilerin Reich parlamentosu seçim hakkına yönelik olarak gerçekleştirecekleri bir suikastın, büyük bir olasılıkla içlerinde kitle grevinin mücadele aracı olarak Almanya’da herhalde ilk kez kullanım bulacağı devrimci politik mücadeleler dönemine geçiş uğrağını ve sinyalini verebileceğidir.

Tek başına, sınıf mücadelesinin görüngüsü ve sorunu olarak kitle grevinin, sosyal menzilini ve tarihsel hareket alanını bir parti kongresinin lafıyla daraltmak ve sınırlamak istemek, dargörüşlülükle Köln Sendika Kongresi’nin tartışma yasağına denk düşen bir girişimdir. Jena Parti Kongresi’nin kararında Alman Sosyal Demokrasisi, Rus devrimiyle proleter sınıf mücadelesinin uluslararası koşullarına uygulanmış olan değişimi resmen tanıdı ve onun sınıf mücedelelerinin gelen döneminin taleplerine uyum sağlama kabiliyetini, gelişme yeteneğini ortaya koydu. Jena Kararı’nın anlamı budur. Almanya’da kitle grevinin pratik uygulanmasına gelince, buna daha önce Rusya’da verdiği gibi yine tarih karar verecektir ve sosyal demokrasi, aldığı kararlarla bu tarih içinde önemli bir etken, ama bir sürü etkenin arasında sadece bir etkendir.

III

Kitle grevi, Almanya’da günümüzdeki tartışmalarla genellikle karşımıza çıktığı şekliyle, çok net ve basitçe düşünülmüş, kesin hatlarla taslağı çizilmiş olan tekil bir görüngüdür. Yalnızca politik kitle grevinden söz ediliyor. Bu yapılırken, sanayi proletaryasının bir defaya mahsus olan muhteşem grevi getiriliyor akla: Politik bir nedenden dolayı en geniş alan tarafından ve özellikle parti ve sendika mercilerinin, zamanında ve karşılıklı anlaşma sağlaması temelinde girişilen büyük bir düzen içinde, disiplin ruhu ile yürütülmüş ve en güzel düzen içinde yönetici mercilerin tam zamanında ileri sürdükleri şiar sonucu durdurulmuş, bu arada desteklerin, masrafların, kurbanların, kısacası kitle grevinin tüm maddi bilançosunun önceden kesin bir doğrulukla belirlendiği muhteşem bir grev.

Eğer bu teorik şemayı, Rusya’da beş yıldan bu yana ortaya çıktığı gibi, gerçek kitle greviyle karşılaştırırsak, o zaman Alman tartışmasında ortak noktada duran tasarımın, gerçekleşmiş olan birçok kitle grevinin neredeyse hiçbirine uymadığını ve öte yandan Rusya’daki kitle grevlerinin değişik oyun biçimlerinin nasıl bir çeşitliliğe sahip olabileceğini göstermesinden dolayı, kitle grevinden, soyut, şematik bir kitle grevinden söz etmenin olanaksız olduğunu söylemek zorundayız. Kitle grevinin tüm uğrakları ve niteliği, yalnızca İmparatorluğun değişik şehirlerinde ve bölgelerinde farklı olmakla kalmadı, aksine, hepsinden önce onun genel niteliği devrimin akışı içerisinde birçok defa değişti. Demek ki, Rusya’daki kitle grevinden söz ederken, her şeyden önce onun tarihi göz önüne alınmalıdır.

Rus devriminin şimdiki resmi denilebilecek dönemi tamamen haklı bir şekilde, Petersburg proletaryasının 22 Ocak 1905’teki ayaklanmasının tarihini, yani 200.000 işçinin Çarlık sarayı önünde korkunç bir katliamla sona eren o yürüyüşünün tarihini taşımaktadır. Petersburg’daki kanlı katliam, bilindiği gibi, birkaç gün içerisinde tüm Rusya’ya yayılan ve Petersburg’dan başlayan devrimin hücum çağrısını İmparatorluğun tüm köşelerine ve proletaryanın en geniş katmanlarına taşıyan dev kitle grevleri dizisinin başlaması için verilmiş bir sinyaldi.

Ama 22 Ocak’taki Petersburg isyanı, daha önce proletaryayı 1905 Ocak’ında Çarlık başkentinde yakalamış bir kitle grevinin en son uğrağıydı. Bu Petersburg’daki Ocak kitle grevi, hiç kuşkusuz kısa bir süre önce 1904 Aralık’ında Kafkasya’da, Bakü’de patlak vermiş ve bir süre tüm Rusya’yı soluksuz bırakmış olan devasa bir genel grevin dolaysız etkisi altındaydı. Ama Bakü’deki Aralık olayları, kendilerince, 1903 ve 1904 yıllarında aralıklı deprem gibi tüm Güney Rusya’yı sarsan ve önsözü 1902 Martı’nda Batum’daki (Kafkasya) kitle grevi olan, muazzam bir kitle grevinin son ve en güçlü uzantısından başka bir şey değildi.

Şimdiki devrimci püskürmelerin sürüp giden zincirindeki bu ilk kitle grevi hareketi, sonuçta Petersburg dokuma işçilerinin 1896 ve 1897 yıllarındaki büyük genel grevinin yalnızca dört ya da beş yıl uzağındadır ve eğer bu hareket dışarıdan bakıldığında, bugünkü devrimden, birkaç yıl süren sessizlik ve donuk tepkiyle uzaklaşmış gibi görünüyorsa da, Rus proletaryasının sınıf bilincinin bugünkü aşamasına kadarki politik gelişimini ve onun devrimci enerjisini bilen herkes, kitle mücadelelerinin içinde bulunulan döneminin tarihini Petersburg genel greviyle başlatacaktır. Bunlar, gelecekteki kitle grevlerinin tüm ana uğraklarının nüvelerini taşıdıklarından, kitle grevi sorunu için vazgeçilmez bir öneme sahiptirler.

1896 yılının Petersburg genel grevi, öncelikle tümüyle kısmi ekonomik bir ücret mücadelesi olarak görülüyor. Çıkış nedenleri, Petersburg iplikçi ve dokumacılarının dayanılmaz çalışma koşulları; 13-14 saatlik bir işgünü, felaket kötü götürü iş ücretleri ve kadir kıymet bilmez işverenlerin çıkardığı güçlüklerin bir yığın örneğiydi. Dokuma işçileri bu duruma bile uzun süre sabırla tahammül etti, ta ki küçük gibi görünen bir gelişme bardağı taşırana dek. 1896 yılı Mayıs ayında, bugünkü II. Çar Nikolas’ın devrimcilerden korkulduğu için iki yıl geciktirilmiş olan taç giyme töreni yapılmış ve bu nedenle Petersburglu işverenler yurtseverlik şevklerini işçilere üç günlük zorunlu tatil koyarak kanıtlamış, ama tuhaf bir şekilde bugünler için nedense ücret ödemek istememişlerdi. Buna öfkelenen dokuma işçileri harekete geçti. En aydın işçilerden 300 kadarının Jekaterinenhofer Garten’de yaptıkları kısa bir müzakereden sonra greve karar veriliyor ve şu talepler oluşturuluyordu:

  1. Taç giyme günleri için ücretlerin ödenmesi;
  2. On buçuk saatlik işgünü;
  3. Götürü iş ücretlerinin yükseltilmesi.

Bu 24 Mayıs’ta oluyordu. Bir hafta sonra istisnasız bütün dokuma tezgâhları durmuştu ve 400.000 işçi genel grevdeydi. Bugün bu olay, devrimin muazzam kitle grevleriyle ölçüldüğünde, küçük bir şey olarak görünebilir. O zamanki Rusya’nın politik donmuşluğunda genel grev duyulmamış bir şeydi, grevin bizzat kendisi bile küçük çaplı tam bir devrimdi. Doğal olarak en vahşi takipler başladı, yaklaşık 1000 işçi tutuklanarak memleketlerine sürüldü ve genel grev bastırıldı.

Daha burada, sonraki kitle grevlerinin tüm temel hatlarını görüyoruz. Hareketin bir sonraki çıkış nedeni tamamen rastlantısaldı, ikincildi ve başlayışı ilkeldi; ama hareketin oluşumunda sosyal demokrasinin yıllar süren ajitasyonunun meyvalarını verdiği görülüyordu ve genel grevin akışı içerisinde hareketin başında sosyal demokrat ajitatörler duruyordu. Daha da öte: Grev, dışarıdan bakıldığında salt ekonomik bir ücret mücadelesiydi, hükümetin konumu ve sosyal demokrasinin ajitasyonu, onu birinci dereceden bir politik görüngü yaptı. Ve sonunda grev bastırıldı, işçiler “yenilgiye” uğradı.

Ama daha 1897 yılının Ocak ayında Petersburglu dokuma işçileri yeniden genel greve gidiyor ve bu defa mükemmel bir sonuca, yani tüm Rusya’da on bir buçuk saatlik işgününün yasal olarak uygulamaya konmasına ulaşıyorlardı. Ancak çok daha önemli olan sonuç şuydu: Örgütlenmenin ve grev kasalarının asıl Rusya’da, kısa zamanda Petersburg’dan ülkenin geneline yayılan ve sosyal demokrat ajitasyona ve örgütlenmeye yeni ufuklar açan, ama bununla da görünüşteki mezar sessizliğine bürünmüş bir sonraki dönemde görünmez köstebek çalışmasıyla proleter devrimini hazırlayan yoğun bir sendikal mücadele başlıyordu.

1902 yılının Mayıs ayındaki Kafkasya grevi de 1896 yılındakilerden tamamen başka, aynı şekilde rastlantısal ve tümüyle ekonomik, kısmi uğraklardan doğmuştu. Bu grev, Rusya’da Japon savaşının habercisi olan ve onunla birlikte, başlayan devrimci kaynamanın en güçlü etkeni olan ağır sanayi ve ticaret kriziyle bağıntılıdır. Kriz, proleter kitlede ajitasyonu besleyen olağanüstü boyutlarda işsizlik yarattı, dolayısıyla hükümet işçi sınıfının sakinleşmesi için “fazla elleri” sürgün yoluyla memleketlerine nakletmeye girişti. İşte 400 petrol işçisini hedef alan böyle bir önlem, Batum’da, gösterilere, tutuklamalara, bir katliama ve nihayet, salt ekonomik, kısmi bir meseleyi birdenbire politik ve devrimci eyleme dönüştüren politik bir davanın açılmasıyla sonuçlanan bir kitle protestosuna yol açtı. Batum’da tamamen “sonuçsuz” kalan ve bastırılan grevin yankısı, Nishni Novgorod’da, Saratov’da ve başka şehirlerdeki işçilerin düzenledikleri bir dizi kitle gösterisi, yani devrimci hareketin genel dalgası için güçlü bir itenek oldu.

Daha 1902 Kasımı’ında ilk hakiki devrimci yankı bir genel grev görüntüsü içinde Don’da, Rostov’da ortaya çıktı. Bu hareketin itici gücünü, Vladikafkas demiryolları atölyelerindeki ücret farkları oluşturuyordu. İdare ücretleri düşürmek istemiş, bunun üzerine sosyal demokrasinin Don Komitesi şu taleplerle bir greve gidilmesi çağrısını yapmıştı: Dokuz saatlik işgünü, ücretlerin artırılması, cezaların kaldırılması, sevilmeyen mühendislerin işten çıkarılması vb. Bütün demiryolu atölyeleri greve çıkıyordu.

Diğer meslek kollarında çalışanlar da hemen onlara katılıyor ve birdenbire Rostov’a hiç yaşanmamış bir durum hâkim oluyordu: Her meslekten işler durmuştu; buna karşılık hergün bazen Kazaklarca çevrili olarak 15.000 ila 20.000 işçi tarafından dev açık hava mitingleri yapılıyor, ilk kez sosyal demokrat konuşmacılar açıkça kürsüye çıkıyor, sosyalizm ve politik özgürlük üzerine muazzam coşkuyla karşılanan konuşmalar yapılıyor, on binlerce basılmış devrimci çağrılar dağıtılıyordu. Donuk mutlakiyetçi Rusya’nın orta yerinde Rostov proletaryası ilk kez zorla toplantı hakkını ve konuşma özgürlüğünü ele geçiriyordu. Elbette burada da katliamlar oluyordu. Vladikafkas demiryolu atölyelerindeki ücret farkları, birkaç günde politik bir genel greve ve devrimci bir sokak savaşına yol açıyordu. Bunun yankısı olarak, aynı demiryolu hattı üzerindeki Tişoresk istasyonunda da genel greve gidiliyordu. Burada olanlar da bir katliama ve daha sonra bir davaya yol açıyor ve Tişoresk de devrim uğraklarının kopmaz zincirine bir halka olarak örülüyordu.

1903 baharında Rostov ve Tişoresk yenilgilerine yanıt verilir. Rusya’nın tüm güneyi Mayıs, Haziran ve Temmuz ayları boyunca alev alev yanar. Tiflis, Bakü, Batum, Yelizavetgrad, Odessa, Kiev, Nikolayev, Yekaterinoslav kelimenin tam anlamıyla genel greve çıkar. Ama burada da hareket hazırlanmış bir plan doğrultusunda bir merkezden oluşmaz, her biri farklı nedenlerle, farklı biçimlerdeki tek tek noktalar olarak beraberce akar. Başlangıcı, tek tek fabrika ve meslek kollarındaki çok sayıda kısmi ücret mücadelesinin sonunda bir genel grevde birleştiği Baku yapar. Tiflis’te grevi, çalışma saatleri sabah saat 6’dan akşam 11’e dek olan 2000 tezgâhtar başlatır; 4 Temmuz’da akşam 8’den sonra hepsi dükkânları terkeder ve dükkân sahiplerini dükkânlarını kapatmaya çağırarak şehri dolaşırlar.

Sonuç tam bir zaferdir: Tezgâhtarlar çalışma saatlerinin sabah 8’den akşam 20’ye dek ayarlanmasını elde eder ve hemen tüm fabrikalar, atölyeler ve bürolar onlara katılır. Gazeteler yayınlanmaz, tramvay ulaşımı yalnızca askerlerin koruması altında yapılabilir. Yelizavetgrad’da 10 Temmuz’da tüm fabrikalarda salt ekonomik taleplere dayanan grev başlar. Taleplerin çoğu kabul edilir ve 14 Temmuz’da grev sona erer. Sadece iki hafta sonra yeniden patlar, bu defa parolayı fırıncılar verir, onları taşocağı işçileri, marangozlar, boyacılar, değirmen işçileri ve nihayet yine tüm fabrika işçileri izler.

Odessa’da hareket, içine hükümet ajanlarınca ünlü jandarma Subatov’un programı doğrultusunda kurulmuş olan “yasal” İşçi Demetiği’nin11 karıştığı bir grevle başlar. Tarihsel diyalektik, o hoş, muzip şakalarından birini yapmak için yine bir fırsat yakalamıştır. Önceki dönemin ekonomik mücadeleleri, 1896 yılındaki büyük Petersburg grevi de dâhil, Rus sosyal demokrasisini “ekonomizm”in12 abartılmasına götürmüştü. Bu durum Subatov’un işçi sınıfı içindeki demagojik faaliyetlerine bir zemin hazırladı.

Ama bir süre sonra büyük devrimci akım, yanlış flamalı geminin yönünü çevirdi ve onu devrimci proletarya filosunun önünde yüzmeye zorladı. 1905 Haziran’ındaki Petersburg genel grevi gibi, 1904 baharındaki büyük Odessa genel grevinin de parolasını Subatovcu dernekler veriyordu. Hükümetin işçi dostu tavrından ve onun salt ekonomik mücadeleye olan sempatisinden dolayı umuda kapılan Odessa işçileri, aniden bunu denemek istediler ve bir fabrikadaki Subatovcu “işçi derneği”ni mütevazi talepler içeren bir greve zorladılar.

Bunun üzerine işveren tarafından sokağa atılıverdiler. Dernek yöneticisinden, sözü verilen hükümet korumasını talep ettiklerinde, bu bay ortadan toz olarak işçileri vahşi bir kaynama ile başbaşa bıraktı. Sosyal demokratlar hemen öne geçti ve grev hareketi başka fabrikalara sıçradı. 1 Temmuz’da 2.500 demiryolu işçisi grev yapar, 4 Temmuz’da liman işçileri ücretlerin 80 kopekten 2 rubleye yükseltilmesi ve çalışma süresinin yarım saat kısaltılması için greve çıkar. 6 Temmuz’da denizciler eyleme iştirak eder. 13 Temmuz’da tramvay personelinin grevi başlar. Sayıları 7.000-8.000’i bulan bütün grevciler bir toplantı yapar. 40.000-50.000 kişilik kalabalığın her türlü işi bıraktırmak için limana doğru yönelmesiyle birlikte, fabrikadan fabrikaya giden ve çığ gibi büyüyen bir kortej oluşur.

Kısa bir süre sonra tüm şehirde genel grev hüküm sürmektedir. Kiev’de 21 Temmuz’da demiryolu tamirhanelerinde grev başlar. Burada da ilk neden son derece kötü olan çalışma koşullarıdır ve ücret talepleri sıralanır. Ertesi gün bu örneği dökümcüler izler. Bunun ardından 23 Temmuz’da genel grev işaretini veren bir olay meydana gelir. Geceleyin demiryolu işçilerinin iki delegesi tutuklanır; grevciler onların derhal serbest bırakılmasını talep eder ve bu istekleri yerine getirilmeyince, tren vagonlarını şehrin dışına salmama kararı alırlar. Bütün grevciler kadınları ve çocuklarıyla istasyondaki rayların üstüne oturur – insanlardan oluşan bir deniz meydana gelir. Yaylım ateşle tehdit edilirler.

Bunun üzerine işçiler göğüslerini açarak şöyle bağırırı: “Ateş edin!” Savunmasızca oturan kalabılığın üzerine ateş açılır ve içinde kadın ve çocukların da bulunduğu 30-40 ceset meydanda kalır. Bu haber üzerine ertesi gün tüm Kiev greve gider. Öldürülenlerin cesetleri kalabalık tarafından eller üzerinde bir kitle kortejinde dolaştırılır. Toplantılar, konuşmalar, tutuklamalar, tek tük sokak savaşları ile Kiev devrimin tam ortasında durmaktadır. Hareket kısa zamanda sona erer; ama bu arada matbaacılar çalışma saatlerinin bir saat kısaltılmasını ve ücretlerinin bir ruble artırılmasını elde etmiş; bir un fabrikasında sekiz saatlik işgünü uygulamaya konmuş; demiryolu tamirhaneleri bakanlığın kararıyla kapatılmıştır; diğer meslek kolları taleplerini kabul ettirmek için kısmi grevlerini sürdürmektedir. Nikolayev’de, hareketin çıkışını askerlerin tatbikat için şehirden çıkacakları zamana dek ertelemek istemeyen sosyal demokrat komitenin karşı çıkmasına rağmen Odessa, Baku, Batum ve Tiflis’ten gelen haberlerin dolaysız etkisiyle genel grev patlak verir.

Kitle, engellenmesine izin vermiyordu; bir fabrika başlangıcı yapıyor, grevciler bir atölyeden bir diğerine yürüyordu, ordunun direnci ise yalnızca alevin daha da körüklenmesine neden oluyordu. Kısa zamanda işçileri, memurları, tramvay çalışanları, erkekleri ve kadınları beraberinde sürükleyen devrimci şarkıların söylendiği kitlesel kortejler oluşuyordu. Çalışma tümüyle durdurulmuştu. Jekaterinoslav’da 5 Ağustos’ta fırıncılar, 7 Ağustos’ta demiryolu tamirhaneleri işçileri ve ardından bütün diğer fabrikalar greve başlar; 8 Ağustos’ta tramvay ulaşımı durur, gazeteler çıkmaz. Güney Rusya’nın 1903 yazındaki muazzam genel grevi böyle oluşuyordu.

Grev, kısmi ekonomik mücadelelerin kısa ve küçük, “rastlantısal” gelişmenin bir sürü küçük kanalından çabucak muazzam bir denize akıyor ve Çarlık İmparatorluğu’nun tüm güneyini birkaç hafta için garip, devrimci bir işçi cumhuriyetine dönüştürüyordu. “Kardeşçe kucaklaşmalar, tutku ve coşku nidaları, neşeli kahkahalar, espri ve sevinç duyuluyordu sabahtan akşama dek şehirde dolaşan binlerce kişiden. Neşeli bir hava esiyordu; insan neredeyse yeryüzün de yeni, daha iyi bir yaşamın başladığına inanabilirdi. Oldukça ciddi ve aynı zamanda gönül açıcı ve duygulandırıcı bir tablo.” Bay Peter Struve’nin liberal “ Osvobojdeniye”sinin 13 muhabiri böyle yazıyordu o zaman. 1904 yılı, hemen başında, savaşın ve kitle grevi hareketinin bir süre için durgunlaşmasını beraberinde getiriyordu. Önce, polisçe düzenlenen “yurtsever” gösteriler bulanık bir dalga gibi tüm ülkenin üzerine serpiliyordu: “Liberal” burjuva toplumu öncelikle çarcı-resmi şovenizm tarafından yere savruluyordu.

Ancak sosyal demokrasi kısa sürede savaş alanını yine ele geçiriyordu; yurtsever lümpen proletaryanın polisiye gösterilerinin karşısına devrimci işçi gösterileri çıkar. Çarlık ordusunun aşağılık yenilgileri, sonunda liberal toplumu da baygınlığından uyandırır; liberal ve demokratik kongrelerin, davetlerin, konuşmaların, mesajların ve bildirgelerin yüzyılı başlar. Savaşın tahrikiyle geçici bir süre için bastırılmış olan mutlakiyetçilik, savrukluğu içerisinde efendilerini himayesine alır ve bunlar çoktan her yerin liberal kemanlarla dolduğunu görmektedirler. Bir yarıyıl için burjuva liberalizmi politik sahneyi ele geçirir, proletarya gölgede kalır, ancak uzun süren depresyondan sonra mutlakiyetçilik yine toparlanır, Kamarilla güçlerini toplar ve Kazak çizmesinin tek bir kuvvetli tekmesiyle tüm liberal eylem Aralık’ta fare deliğine sokulur. Davetler, konuşmalar, kongreler “küstah bir kendini bilmezlik” olarak yasaklanır ve liberalizm birdenbire dağarcığının tükendiğini görür.

Ama tam da liberalizmin nefesinin tükendiği yerde proletaryanın eylemi başlar. 1904 Aralık’ında işsizlik nedeniyle Bakü’deki muhteşem genel grev patlak verir: İşçi sınıfı yine savaş alanındadır. Konuşma yasaklandığında ve diller tutulduğunda yine eylemler başlıyordu. Bakü’de birkaç hafta süren genel grevin ortasında sosyal demokrasi durumun sınırsız efendisi olarak hüküm sürüyordu ve Kafkasya’daki özgün Aralık olayları, eğer kendisinin kamçıladığı devrimin yükselen dalgası tarafından hızla sollanmasaydı müthiş bir heyecan yaratırdı. 1905 Ocak’ında Petersburg’ta kitle grevi patlak verdiğinde, Bakü’deki genel grevin haberleri henüz Çarlık İmparatorluğu’nun tüm köşelerine ulaşmamıştı.

Buradaki neden de küçük bir şeydi. Putilov fabrikalarının iki işçisi yasal Subatov derneğine üye oldukları gerekçesiyle işten atılmışlardı. Bu gelişme bu fabrikalarda çalışan 12.000 işçinin hepsinin 16 Ocak’ta dayanışma grevine gitmesine yol açıyordu. Sosyal demokratlar grev vesilesi ile taleplerin artırılması için canlı bir ajitasyona başlıyor ve 8 saatlik işgünü, sendika hakkı, konuşma ve basın özgürlüğü vb. taleplerini kabul ettiriyordu. Putilov işçilerinin kaynadığı haberi hızla diğer proletaryaya da ulaşıyordu ve birkaç gün içinde 140.000 işçi greve çıkıyordu.

Ortak görüşmeler ve fırtınalı tartışmalar, en başında 8 saatlik işgününün yer aldığı, proletaryanın burjuva özgürlüklerini içeren talepler listesini oluşturuyor ve 22 Ocak’ta 200.000 işçi rahip Gapon’un14 önderliğinde Çarlık Sarayı’na yürüyordu. Disiplin cezasına çarptırılmış iki Putilov fabrikası işçisinin yol açtığı çelişki bir hafta içinde yeniçağın en muazzam devriminin önsözüne dönüşüyordu. Bunu izleyen olaylar herkesçe biliniyor: Petersburg’taki katliam, Ocak ve Şubat’ta Rusya’da, Polonya’da, Litvanya’da, Baltık bölgelerinde, Kafkasya’da, Sibirya’da, kuzeyden güneye, batıdan doğuya tüm şehirlerde ve bütün sanayi merkezlerinde devasa kitle grevlerine ve genel grevlere neden oldu.

Yalnız yakından bakıldığında bile, genel grevlerin şimdiki dönemlerde olanlardan farklı biçimlerde geliştiği görülebilir. Bu defa her yerde sosyal demokrat örgütler sloganlarıyla ilerliyorlardı; Petersburg proletaryasıyla dayanışma her yerde, açık bir ifadeyle genel grevin nedeni ve amacı olarak tanımlanıyordu; aynı anda her yerde gösteriler, konuşmalar, orduya karşı mücadeleler vardı. Ancak burada da hazırlanmış bir plandan, örgütlenmiş bir eylemden söz edilemezdi, çünkü partilerin sloganları kitlenin kendi isyanına adım uyduramıyordu. Yöneticiler ileri atılmış proletarya yığınının şiarlarını formüle etmeye zaman bulamıyordu.

Dahası, eski kitle grevleri ve genel grevler, devrimci durumun genel havası içerisinde ve sosyal demokrat ajitatörlerin etkisi altında hızla politik gösterilere dönüşen, ayrı ayrı, ancak birlikte akan ücret mücadelelerinden kaynaklanıyordu; ekonomik uğrak ve sendikal parçalanma çıkış noktası iken, bir araya toplayıcı sınıf eylemi ve politik idare elde edilen sonuçtu. Şimdi ise hareket tam tersinedir. Ocak ve Şubat genel grevleri, önceden, hâlâ sosyal demokrasinin yönetiminde birleşmiş devrimci eylemler olarak patlak veriyordu; ancak bu eylemler kısa zamanda her bir şehirdeki, bölgedeki, meslek kolundaki, fabrikadaki sonsuz sayıda yerel, kısmi ekonomik grevlere bölünüyordu.

1905 yılının tüm ilkbaharını geçerek, yaz ortasına dek dev İmparatorluğun her yeri, neredeyse tüm proletaryanın sermayeye karşı verdiği yılmaz, ekonomik mücadeleyle kaynıyordu; yukarıya doğru tüm küçük burjuva liberal meslekleri, tezgâhtarları, banka memurları, teknikerleri, aktörleri, sanatsal meslekleri içine alan, aşağıya doğru uşaklara, polisin astlarına dek, evet, lümpen proletaryaya dek sızan ve aynı zamanda şehirden kıra doğru çağıldayan ve hatta askeri garnizonların bile demirden kapılarını tıklatan bir mücadeleydi bu.

Bu, emeğin sermaye ile olan genel çatışmasının, içinde her katmanın ve her köşesinin politik bilincinin ve sosyal sıralanışın tüm çok yönlülüğüyle yansıdığı dev boyutlardaki rengârenk bir tabloydu; ve proletaryanın deneyimli büyük sanayi işçilerinden oluşan seçkin bir bölümünün düzenli sendikal mücadelesinden, bir yığın tarım proletaryasının biçimsiz protestosuna ve heyecanlı bir askeri garnizonun ilk belli belirsiz galeyanına kadar; bir banka bürosundaki manşetli ve dik yakalı, görgülü, şık isyandan, dumanaltı olmuş, loş ve pis bir polis karakolundaki hoşnutsuz polislerin çam yarmaları toplantısının ürkek, laubali homurdanmalarına kadar yelpazenin tümünü kaplıyordu.

Plana ve şemaya göre olan “düzenli ve disiplinli” mücadeleleri sevenlerin ve özellikle de uzaktan “yapılması gerekenleri” daima herkesten önce görenlerin teorilerine göre, Ocak 1905’teki büyük politik genel grevin sayısız ekonomik mücadelelere bölünmesi, eylemi “felç eden” ve “saman alevine” dönüştüren “büyük bir hata” idi herhalde. Rusya’daki devrime katılmış olan ama onu “yapmamış olan” ve devrim yasalarını, devrimin gidişinden öğrenmek zorunda olan sosyal demokrasi, ilk anda genel grevin ilk hücum selinin görünüşteki sonuçsuz geri akışından dolayı geçici bir süre için ipin ucunu biraz kaçırmıştı. Ancak, bu “büyük hataları” yapmış olan tarih, bununla yetkisiz başöğretmeninin mırın kırın etmesine aldırmaksızın, devrimin, sonuçları hesaplanamaz olduğu kadar kaçınılmaz da olan muazzam işini yerine getiriyordu.

Petersburg olaylarının güçlü teşvik edici etkisi altındaki proletaryanın Ocak ayındaki ani genel isyanı, mutlakiyetçiliğe karşı ilan edilen devrimci savaşın politik bir eylemiydi. Ama bu ilk genel ve doğrudan sınıf eylemi tam da bu haliyle, milyonlar ve milyonlarca kişinin sınıf bilincini ve sınıf duygusunu adeta bir elektrik şokuyla uyandırarak daha da güçlü bir şekilde içe doğru etkide bulundu ve bu sınıf duygusunun uyanışı, milyonlarla sayılan proleter kitlesinin birdenbire kapitalizmin zincirleri arasında on yıllardır sabırla katlandığı sosyal ve ekonomik varoluşun ve dayanılmazlığın keskin bir biçimde bilincine varmasında buldu ifadesini.

Dolayısıyla, bu zincirlerde kendiliğinden ve genel bir sarsılma ve gerilme başlar. Modern proletaryanın tüm bu binlerce çeşitlilikteki acıları, eski kanayan yaraları anımsatır onlara. Burada sekiz saatlik işgünü için, orada götürü usulü çalışmaya karşı mücadele edilir, burada gaddar bir usta bir el arabasındaki çuval içinde “dışarı taşınır”, bir başka yerde utanç verici ceza yasalarına karşı savaşılır, her yerde daha yüksek ücretler için, burada ve orada ev işçiliğinin kaldırılması için mücadele edilir.

O ana dek cennet güzelliğindeki doğada uyuklayan büyük şehirlerdeki, küçük taşra bölgelerindeki geri kalmış, gözden düşürülmüş meslekler, serflikten kalan mirasıyla köyler. Bunların hepsi Ocak yıldırımıyla çarpılarak birdenbire haklarını hatırlıyor ve ateşler içinde, kaçırdıkları fırsatları yeniden yakalamaya çalışıyor. Demek ki, buradaki ekonomik mücadele gerçekte bir parçalanma, eylemin bin parçaya bölünmesi değil, aksine yalnızca sermaye ile bir genel hesaplaşma içerisinde mutlakiyetçiliğe karşı yapılan ve niteliği gereği ayrı ayrı parçalara bölünmüş ücret mücadeleleri biçimi almış ilk büyük savaşın cephe değiştirmesi, ani ve doğal bir dönüşümüydü.

Ocak’taki genel grev başka neler elde edebilirdi? Sadece tam bir düşüncesizlik, mutlakiyetçiliğin anarşist bir şema doğrultusunda bir darbe ile, “kararlı” bir genel grevle yıkılabileceğini bekler. Rusya’da mutlakiyetçilik proletarya tarafından devrilmelidir. Ama bunun için proletaryanın yüksek bir politik eğitime, sınıf bilincine ve örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Ancak proletarya tüm bunları broşürlerden ve bildirilerden değil, esas olarak canlı politik okuldan, mücadeleden ve mücadelenin içinde ilerleyen devrimin akışı içinde edinmelidir.

Ayrıca mutlakiyetçilik, yalnızca yeterli “çaba” ve “kararlılık” ile istenilen anda da devrilemez. Mutlakiyetçiliğin çöküşü, Rus toplumunun iç sosyal ve sınıfsal gelişiminin dışa vuran bir ifadesidir. Mutlakiyetçilik yıkılmadan önce ve yıkılabilmesi için, geleceğin burjuva Rusyası içinde, modern sınıf ayrışması oluşmalı, biçimlenmelidir. Bunun içinde farklı sosyal katmanların ve çıkarların ayrı ayrı sınırlanması, proleter ve devrimci partilerden başka liberal, radikal, küçük burjuva, muhafazakâr ve gerici partilerin de en az onlar kadar eğitilmesi gerekir; bunun için yalnızca halk katmanlarının değil burjuva katmanlarının da kendine gelmesi, kendini bulması ve sınıf bilincinin olması gerekir. Ancak bunlar da savaşta, devrimin kendi sürecinde olayların canlı okulunda, proletarya ile ve ona karşı çarpışmada, sonu gelmez karşılıklı sürtüşmelerde oluşurlar ve olgunlaşırlar. Burjuva toplumun sınıfsal bölünmesi ve sınıf olgunluğu ve mutlakiyetçiliğe karşı mücadele eylemi, proletaryanın özgün önder rolüyle ve onun sınıfsal eylemiyle bir yandan önü kesilir ve zorlanırken, öte yandan kamçılanır ve ivme kazanır. Devrimin sosyal sürecinin değişik alt akımları birbirleriyle kesişir, birbirlerini köstekler, devrimin iç çelişkilerini çoğaltılar, sonuç olarak bununla sadece devrimin muazzam patlamalarını şiddetlendirir ve sayısını artırırlar.

Görünürdeki o denli basit, çıplak ve tamamen mekanik sorun bunları gerektirir: Mutlakiyetçiliğin yıkılışı, çok uzun bir sosyal süreçle, toplumsal zeminin altının tamamen eşelenmesiyle ve en alttakinin en üste çıkmasıyla, en üsttekinin en alta dönmesiyle, görünürdeki “düzenin” bir kaosa dönüşmesiyle ve görünürdeki “anarşik” kaosun yeni bir düzen olarak biçimlendirilmesiyle olabilir. Eski Rusya’nın sosyal olarak yeniden paketlenmesi sürecinde yalnızca ilk genel grevin Ocak yıldırımı değil, daha çok bunu izleyen büyük ekonomik grevlerin ilkbahar ve yaz fırtınaları yeri doldurulamaz bir rol oynadı. Ücretli emeğin sermaye ile olan amansız çatışması, değişik halk katmanlarının ve burjuva katmanların sınırlarının ayrılmasına, devrimci proletaryanın olduğu gibi liberal ve muhafazakâr burjuvazinin de sınıf bilincine katkıda bulunmuştur. Ve kentlerdeki ücret mücadelesi nasıl güçlü monarşik Moskovalı Sanayi Partisi’nin15 oluşmasına katkıda bulunduysa, Livonya’daki şiddete dayalı köylü ayaklanmasının kızıl horozu da soylu tarımcı Semstovo liberalizminin hızlı tasfiyesine yol açmıştır.

1905 yılının ilkbahar ve yazındaki ekonomik mücadeleler dönemi aynı zamanda kentli proletaryaya, canlı sosyal demokrat ajitasyon ve önderlik biçimi içinde, Ocak önsözünün derslerinin tüm toplamının sonradan da olsa edinilmesi ve devrimin diğer görevlerinin açıkça anlaşılması olanağını verdi. Bu bağlamda sürmekte olan sosyal karakterin bir başka sonucu daha vardır: Ekonomik, sosyal ve entellektüel alanda proletaryanın yaşam düzeyinin genel olarak yükseltilmesi. 1905 yılının ilkbahar grevlerinin hemen hepsi baştan sona zaferle geçti.

Bu muazzam ve genelde göze çarpan gerçekler malzemesinden örnek olarak yalnızca Varşova’da Polonya ve Litvanya sosyal demokrasisince yönetilmiş en önemli grevlerin birkaçından bazı bilgiler verilmiştir: Varşova’daki metal işkolunun en büyük fabrikalarında: Lilpop A.Ş. Rau ve Lövenstein, Rudzki ve Ort., Bormann, Schwede ve Ort., Konrad ve Jarmuszkievicz A.Ş., Handtke, Gerlach ve Pulst, Geisler Kardeşler, Eberhard, Volski ve Ort., Veber ve Daehn, Gvizdzinski ve Ort., Volanovski Tel Fabrikası, Gostynski ve Ort., K. Brun ve Oğlu, Fraget, Norblin, Verner, Buch, Kenneberg Kardeşler, Labor, Dittmar Ampul fabrikası, Serkovski, Veszyski, toplam 22 fabrikanın tümünde işçiler dört beş hafta süren (25 ve 26 Ocak’tan bu yana) grevlerden sonra dokuz saatlik işgününü, %15-25 oranında bir ücret artışını ve değişik ufak tefek talepleri kabul ettiriyorlardı.

Varşova ağaç işkolunun en büyük atölyelerinde, örneğin Karmanski, Damiecki, Gromel, Szerbinski, Treuerovski, Hom, Bevensee, Tvorkovski, Daab ve Martens gibi toplam 10 atölyede grevciler daha 23 Şubat’ta dokuz saatlik işgününü kabul ettiriyorlardı; ancak bununla da yetinmeyerek bir hafta sonra kabul ettirecekleri 8 saatlik işgününde ısrar ediyorlar ve bunun yanında bir de ücret artışı elde ediyorlardı. Duvarcılık işkolunun tümü 27 Şubat’ta greve başlıyor, sosyal demokrasinin şiarı uyarınca sekiz saatlik işgününü talep ediyor ve 11 Mart’ta dokuz saatlik işgününü, bütün kategoriler için ücret artışını, ücretlerin düzenli olarak her hafta ödenmesini vs. kabul ettiriyorlardı. Boyacılar, araba imalatçıları, saraçlar ve demirciler hep birlikte ücret indirimi yapılmaksızın sekiz saatlik işgününe geçilmesini kabul ettiriyorlardı. Telefon tamirhaneleri on gün grev yaparak sekiz saatlik işgününü ve %10-15 oranında bir ücret artışını kabul ettiriyorlardı. Büyük deri işlemeciliği kuruluşu Hielle ve Dietrich (10.000 işçi), dokuz hafta grevden sonra işgününün bir saat kısaltılmasını ve %5-10 oranında bir ücret artışını kabul ediyordu.

Ve aynı sonucun sonsuz biçimlerini Varşova, Lodz ve Sosneviec’in tüm geri kalan meslek kollarında görmekteyiz.

Rusya genelinde sekiz saatlik işgünü ele geçirilmişti: 1904 Aralık’ında Bakü’de nafta işçilerinin bir kısmı tarafından, 1905 Mayıs’ında Kiev çevresinde şeker işçileri tarafından, 1905 Ocak’ında Samara şehrinde bütün matbaacılar tarafından (aynı yerde götürü iş ücretlerinin artırılması ve cezaların kaldırılması da kabul ettirilmişti), Şubat’ta savaşla ilgili tıbbi cihazlar fabrikasında, bir mobilya marangozhanesinde ve Petersburg’taki mermi fabrikasında, ayrıca Vladivostok ocaklarında sekiz saatlik bir vardiya uygulamaya kondu; Mart’ta devlet evrak dairesinin makine atölyesinde, Nisan’da Bobruisk şehri demircilerinde, Mayıs’ta Tiflis elektrikli tramvay memurları arasında, aynı şekilde Mayıs’ta Morosov’daki dev pamuk dokumacılığında sekiz saatlik işgünü (gece vardiyasının kaldırılmasıyla ve ücretlerin %8-10 oranında artırılmasıyla birlikte), Haziran’da Moskova ve Petersburg’da birkaç yağ değirmeninde, Temmuz’da Petersburg limanındaki demircilerde, Kasım’da Orel şehrinin bütün özel matbaalarında (saat ücretinin %20 oranında yükseltilmesi ve götürü iş ücretlerinin %100 artırılması ile eşitlik ilkesine dayanan bir itilaf dairesinin kurulmasıyla birlikte) sekiz buçuk saatlik işgünü.

Bütün demiryolu tamirhanelerinde (Şubat’ta), devlete ait birçok kara ve deniz kuvvetleri atölyesinde, Berdyansk kentindeki fabrikaların çoğunda, Minsk kenti gibi Poltava kentinde de tüm matbaalarda dokuz saatlik işgünü; tersanelerde, Nikolayev kentindeki makine tamirhanesinde ve dökümhanede, Haziran’da Varşova’daki genel bir garsonlar grevinden sonra birçok aşevi ve kahvehanede (%20-40 oranında bir ücret artışı ve iki haftalık izin hakkıyla birlikte) dokuz buçuk saatlik işgünü.

Lodz, Sosnoviec, Riga, Reval, Dorpat, Minsk, Charkov kentlerinde istisnasız bütün fabrikalarda, Odessa’nın fırınlarında, Kişnyov’da zanaatçılarda, Petersburg’daki birkaç şapka fabrikasında, Kovno’daki kibrit fabrikalarında (%10 ücret artışıyla birlikte), devlete bağlı bütün deniz kuvvetleri atölyelerinde ve tüm liman işçileri için on saatlik işgünü.

Ücret artışları genelde çalışma sürelerinin kısaltılmasından düşük, ama yine de daha anlamlıydı; böylece 1905 Martı ortasında Varşova’da belediyeye bağlı fabrikalar dairesince %15 oranında genel bir ücret artışı tespit edilmişti; dokumacılık sanayi merkezi İvanova-Vosnessensk’de ücret artışları %7-15’e dek ulaşıyordu; Kovno’da ücret artışından tüm işçilerin %73’ü yararlanmıştı. Odessa’daki fırınların bir kısmında, Petersburg Neva tersanesinde vs. sabit bir asgari ücret yürürlüğe sokuldu.

Bu tavizler kısa bir süre sonra orada burada yine geri alınır. Ancak bu yeni ve daha amansız rövanş mücadelelerine neden olur. Böylece 1905 ilkbaharının grev dönemi, sürekli daha fazla yayılan, iç içe geçerek günümüze dek süren sonsuz ekonomik mücadeleler dizisinin önsözü oluyordu. Devrimin durgunluk dönemlerinde, telgrafların Rus savaş alanından sansasyonel haberleri tüm dünyaya ulaştırmadığı ve Batı Avrupalı okurun Rusya’da “hiçbir şey olmamış”, diyerek hayal kırıklığı içinde sabah gazetesini elinden bıraktığı dönemlerde, gerçekte tüm İmaparatorluğun derinliklerinde gün be gün ve saat be saat hiç ara vermeden devrimin büyük köstebek faaliyeti sürdürülmektedir. Dinmek bilmeyen yoğun ekonomik mücadele, süratle kısaltılmış yöntemlerle, kapitalizmin ilkel birikim evresinin aşılmasını, ataerkil talan sisteminden yüksek derecede modern, uygar bir evreye geçilmesini sağladı.

Bugün Rus sanayiindeki gerçek çalışma süresi, yalnızca Rus fabrikaları için geçerli yasal uygulamaları, yani yasal on bir buçuk saatlik işgününü değil, bizzat Almanya’daki gerçek koşulları bile geride bırakmaktadır. Bugün Rus büyük sanayiinin çoğu dalında, Almanya’da varolan sosyal yasalardan dolayı ulaşılamaz hedef olarak görülen on saatlik işgünü hüküm sürmektedir. Hatta Almanya’da heyecanla anılan ve uğruna oportünist taktik yandaşlarının her bir sertçe esintiyi uhrevi saadet ve selamet bahşeden parlamenterizmin durgun sularından uzak tutmak istedikleri o özlemi duyulan “sanayi meşrutiyetçiliği”, Rusya’da devrim fırtınasının tam ortasında devrimin içinden, politik “meşrutiyetçilik” ile birlikte doğmaktadır!

Gerçekte işçilerin yaşam düzeyinin ya da kültür düzeyinin genel bir yükselmesi ortaya çıkmamıştır. Refahın sürekli aşaması olarak maddi yaşam düzeyi devrimde yer bulamaz. Çelişkilerle ve tezatla dolu devrim, sürpriz ekonomik zaferleri olduğu kadar kapitalizmin en acımasız intikam sahnelerini de beraberinde getirir: Bugün yüz binlerce kişi için sekiz saatlik işgünü, yarın kitle lokavtları ve açlık olur. Devrimci dalganın bu keskin iniş çıkışlarında kalıcı olduğu için en değerli olan şey, onun düşünsel çöküntüsüdür; yani proletaryaya, ekonomik mücadelesinde olduğu gibi politik mücadelesinde da önlenemez ilerleyişi için en sağlam teminatı sunan ve sıçramalı bir gelişim izleyen, onun entellektüel ve kültürel büyümesidir.

Ancak yalnızca bu da değil. Bizzat işçinin işverenle ilişkisi alt üst olur; Ocak genel grevinden ve 1905 yılının onu izleyen grevlerinden bu yana kapitalist “ev sahipliği” ilkesi fiilen ortadan kaldırılmıştır. Bütün önemli sanayi merkezlerinin en büyük fabrikalarında, kendi kendine olmuş gibi, işverenin tek başına görüşmeye oturduğu ve tüm anlaşmazlıklara karar veren işçi kurulları oluşmuştur. Ve nihayet daha da fazlası: Ocak genel grevinden sonra karmakarışık gibi görünen grevler ve “örgütlenmemiş” devrimci eylemler, ateşli bir örgütlenme çalışmasının da çıkış noktası olur. Bayan tarih uzaktan gülerek, Alman sendika tarihinin kapılarında nöbet tutan bürokratik şabloncu insanlara burun kıvırmaktadır.

Olası bir Alman kitle grevinin olası bir denemesi için, mutlak bir önkoşul olarak önceden ele geçirilemez bir kale gibi inşa edilmesi gereken sağlam örgütler, Rusya’da tam tersine kitle grevinden doğmuştur!

Ve Alman sendikalarının koruyucuları, en çok, örgütlerinin devrimci bir kasırgaya kapılıp değerli bir porselen gibi gürültüyle parçalanmasından endişe duyarken, Rus devrimi bize bunun tam tersi bir tabloyu göstermektedir: Sokak savaşlarının, kitle grevlerinin kasırga ve fırtınasından, ateşinden, kızgın korundan, Venüs’ün deniz köpüğünden yükselişi gibi taze, genç, güçlü ve yaşam dolu sendikalar yükselmektedir.

İşte bütün İmparatorluk için küçük ama tipik olan bir örnek daha. Petersburg’da 1906 Şubat sonunda yapılan İkinci Rusya Sendikaları Konferansı’nda, Petersburg sendikaları temsilcisi raporunda Çarlık başkentinin sendikal örgütlerinin gelişimi üzerine şunları söylüyordu:

“Gaponcu derneği silip süpüren 22 Ocak 1905, bir dönüm noktası oluşturmuştur. Kitle içindeki işçiler, olaylar sayesinde, örgütlenmenin anlamını takdir etmeyi öğrendiler ve yalnızca kendilerinin bu örgütleri yaratabileceğini kavradılar. Ocak hareketine doğrudan bağlı olarak Petersburg’da ilk sendika oluştu: Matbaa işçileri sendikası. Ücret cetvellerini hazırlamak üzere seçilmiş komisyon tüzük üzerinde çalıştı ve 19 Haziran’da sendika kurulmuş oldu. Hemen hemen aynı sıralarda büro çalışanları ve muhasebecilerin sendikaları da yaşama geçirildi. Neredeyse tümüyle açık (yasal) olan bu örgütlerin yanı sıra, 1905 Ocak’ından Ekim’e kadar yarı yasal ve yasadışı sendikalar da oluştu. Eczacı çıraklarının ve tezgâhtarların sendikaları ilk türdekiler için birer örnekti. Yasadışı sendikalar arasında ise, ilk gizli oturumu 24 Nisan’da yapılan sanatçılar derneği öne çıkarılmalıdır. Genel bir açık toplantı düzenlemeye yönelik bütün denemeler polisin ve Esnaf Odası’nda cisimleşmiş işverenin inatçı direnci yüzünden boşa gitti. Bu başarısızlık sendikanın varoluşunu engellemedi. Sendika, yönetimlerin gerçekleştirdiği oturumlardan ayrı olarak 9 Haziran ve 14 Ağustos’ta gizli üye toplantıları yaptı. Erkek ve kadın terzilerin sendikaları 1905 yılı baharında, ormanda yapılan ve 70 terzinin bulunduğu bir toplantıda kuruldu. Kuruluş sorunu görüşüldükten sonra, tüzük çalışmasını yapmakla görevlendirilen bir komisyon seçildi. Komisyonun, sendikanın yasal varlığını kabul ettirmeye yönelik bütün denemeleri başarısız oldu. Sendikanın faaliyeti, tek tek atölyelerde yapılan ajitasyondan ve üye toplamaya çalışmaktan öteye geçemedi. Bunun benzeri bir kader ayakkabıcılar sendikası için de çizilmişti. Temmuz’da geceleyin, kentin dışındaki bir ormanda gizlice toplantı çağrısı yapıldı. Yüzden fazla ayakkabıcı bir araya geldi. Sendikaların anlamı, Batı Avrupa’daki tarihleri ve Rusya’daki grevler üzerine konuşmalar yapıldı. Bunun ardından sendika kurulması kararlaştırıldı; tüzük çalışmasını yapacak ve ayakkabıcılar genel kurulunu toplantıya çağıracak bir komisyona 12 kişi seçildi. Tüzük hazırlandı, ancak şimdiye dek ne onu yayınlamak ne de bir genel kurul toplamak mümkün oldu.”

 Bunlar ilk zorlu başlangıçlardı. Sonra Ekim günleri, ikinci genel grev, 30 Ekim Çarlık Manifestosu ve kısa “yasama dönemi”16 geldi. İşçiler ateşli bir coşkuyla, bu dönemi örgütsel yapının oluşturulmasında kullanmak için politik özgürlüğün dalgasına atıldılar. Gün be gün yapılan politik toplantıların, tartışmaların, dernek kurmaların yanı sıra, hemen sendikaların inşa edilmesi için atağa geçildi. Ekim ve Kasım’da Petersburg’da kırk yeni sendika oluşur. Hemen sonra bir “merkez büro”, yeni bir sendika birliği kurulur, değişik sendika gazeteleri ve Kasım’dan sonra da “Sendika” adlı bir merkez yayın organı çıkarılır. Yukarıda Petersburg ile ilgili olarak sözü edilenler, genel olarak Moskova ve Odessa, Kiev ve Nikolayev, Saratov ile Voroneş, Samara ve Nişni Novgrad, Rusya’nın bütün büyük kentleri ve daha büyük ölçüde de Polonya için geçerli. Her bir kentin sendikaları birbirleriyle temasa geçme yolları aramakta, konferanslar düzenlenmekte.

“Yasama dönemi”nin sonu ve 1905 Aralık’ında gericiliğe dönüş, geçici olarak sendikaların da açık, geniş faaliyetlerine bir son verir, ama yaşam ışıklarını söndürmez. Hâlâ gizlilik içerisinde örgüt olarak etkinliklerini sürdürürler ve aynı zamanda tümüyle açık bir biçimde ücret mücadeleleri verirler. Çelişkilerle dolu devrimci ortama uygun biçimde, sendikal yaşamın yasal ve yasadışı durumlarından kendilerine özgü bir karma oluşur. Mücadelenin orta yerinde, örgütsel yapı tüm özelliğiyle ve titizlikle inşa edilmeye devam edilir.

Örneğin, son parti kongrelerinde (1906 Haziran’ında)17 10.000 işçisi beş delegeyle temsil edilen Polonya ve Litvaya sosyal demokrasisinin sendikaları düzenli tüzüklere, basılı üye kitapçıklarına, çıkartmalara vs. sahipti. Ve 1905 Haziran’ında barikatlarda duran ve Aralık’ta Petersburg’dan gelecek bir işaret ile sokak savaşını başlatacak olan aynı Varşovalı, Lodzlu fırıncılar ve ayakkabıcılar, metal ve matbaa işçileri, bir kitle greviyle bir diğeri arasında, cezaevi ile lokavtlar arasında, olağanüstü hal durumu altında sendika tüzüklerini ayrıntılı biçimde ve dikkatle tartışmak için boş zamanı ve kutsal bir ciddiyeti bulabilmektedirler.

Evet, bu dünün ve yarının barikat savaşçıları, talihsiz sendika üye kartları yeterli çabuklukta, dinmek bilmeyen polis avına maruz kalan gizli matbaalarda basılamadığı için, toplantılarda yöneticilerini defalarca ve acımasızca eleştirdiler ve onları partiden atmakla tehdit ettiler. Bu şevk ve ciddiyet şu ana dek sürmektedir.

1906 Temmuz’unun ilk iki haftasında, örneğin Jekaterinoslav’da, 15 yeni sendika kurulmuştur: Kostromo’da altı sendika, Kiev’de, Poltava’da, Smolensk’de, Çerkassi’de, Puroskurov’da, en ücra köşelere dek her yerde sendikalar oluşmuştur. Moskova sendika birliğinin aynı yılın 4 Haziran’ında yaptığı bir oturumda, sendika delegelerinin sunduğu raporların dinlenmesinden sonra şu kararlar alındı: “Zaman henüz kitle grevi için uygunsuz görüldüğünden, sendikalar üyelerini disiplin altına almalı ve sokak kavgalarına girişmelerini önlemelidir. Hükümetin olası provokasyonları göz önüne alınarak, kitlenin sokağa dökülmemesine dikkat edilmelidir. Birlik son olarak da, bir sendikanın grevde olduğu sırada diğerlerinin ücret mücadelelerinden kaçınmaları gerektiğine karar verdi.” Şimdi ekonomik mücadelelerin çoğu sendikalar tarafından yürütülmektedir.18

Böylece Ocak genel grevinden doğan ve bugüne dek dinmeyen büyük ekonomik mücadelenin oluşturduğu devrimin arka planından çıkan, politik ajitasyon ile devrimin dışsal olaylarının bitmek bilmeyen karşılıklı etkileşimiyle hep yeniden, bazen orada bazen burada tek tek patlamalar, bazen de proletaryanın genel, büyük ana eylemi yükseliyor.

Bu arka planın üzerinde ardarda alevler yükselir: 1 Mayıs 1905’te Mayıs bayramı dolayısıyla Varşova’da tümüyle barışçıl bir kitle gösterisi olarak yapılan tam katılımlı ve bir eşi daha olmayan genel grev, savunmasız kalabalığın askerlerle giriştiği kanlı bir çatışmayla son bulur. Haziran’da Lodz’da askerlerce dağıtılan bir kitle gezisi, 100.000 işçinin askerlerin kurbanlarının mezarlarının başında bir gösteriye, orduyla yeni bir çatışmaya ve sonunda da ayın 23, 24 ve 25’inde Çarlık İmparatoluğundaki ilk barikat savaşına geçişi yapan bir genel greve yol açar. Aynı şekilde, Haziran ayında Odessa limanında “Potemkin” zırhlı gemisinde meydana gelen küçük bir olaydan dolayı, Karadeniz donanması bahriyelilerinin ilk büyük isyanı patlak verir ve bunun etkisiyle hemen Odessa ve Nikolayev’de muazzam bir kitle gre vi gerçekleşir. Olayın diğer yankıları ise Kronştadt19, Libau20, Vladivostok’ta21 meydana gelen kitle grevleri ve bahriyeli isyanlarıdır.

Petersburg’un sekiz saatlik işgünü uygulanmasına yönelik muhteşem deneyi Ekim ayına rastlar. İşçi delegeleri konseyi Petersburg’da devrimci yollardan sekiz saatlik işgününü kabul ettirmeyi kararlaştırır. Bunun anlamı, belirli bir günde Petersburg işçilerinin tümü işverenlerine günde sekiz saatten daha fazla çalışmak istemediklerini açıklayacak ve belli bir saatte işyerlerini terk edeceklerdir. Bu fikir canlı bir ajitasyona vesile olur, proletarya tarafından coşkuyla benimsenir ve uygulanır. Bu yapılırken de en büyük fedakârlıktan bile kaçınılmaz.

Örneğin, o ana dek 11 saat ve hem de götürü iş ücretiyle çalışan dokuma işçileri için sekiz saatlik işgünü, yine de gönüllülükle onayladıkları aşırı düzeyde bir ücret düşüşü anlamına gelmekteydi. Bir hafta içinde Petersburg’un istisnasız bütün fabrikalarında ve atölyelerinde sekiz saatlik işgünü sürmektedir ve işçi sınıfının sevinci sınırsızdır.

Ancak başlangıçta şaşkınlıktan ne yapacağını bilemeyen işverenler savunma için silahlanırlar: İşçiler her yerde fabrikaların kapatılmasıyla tehdit edilir. İşçilerin bir bölümü görüşmeyi kabul eder ve bir yerde 10, bir başka yerde 9 saatlik işgünü elde edilir. Petersburg proletaryasının seçkinlerinden olan, devlete bağlı büyük metal fabrikalarının işçileri bu gelişmelerden etkilenmez ve 45.000-50.000 kadar işçinin birkaç ay içinde sokağa atılmasına neden olan bir lokavt uygulanır. Bu sonuçtan dolayı, sekiz saatlik işgünü hareketi, büyük lokavtın yüksek ölçüde boğduğu, Aralık’taki genel kitle grevine dek uzanır.

Ama bu arada, Ekim’de Bulgin’in Duma projesine bir yanıt olarak, tüm Çarlık İmparatorluğunda parolasını demiryolu işçilerinin verdiği ikinci en muazzam kitle grevi gerçekleşir. Proletaryanın bu ikinci devrimci ana eylemi, Ocak’ta meydana gelen birincisinden nispeten farklı bir nitelik taşımaktadır. Politik bilinç unsuru çok daha büyük bir rol oynamaktadır.

Burada da kitle grevinin çıkışının, demiryolu işçilerinin emekli sandığı konusunda idare ile düştükleri anlaşmazlık gibi, ikincil ve görünüşte rastlantısal bir ilk nedeni vardı. Ancak bunun üzerine gerçekleşen sanayi proletaryasının ayaklanması net bir politik düşünce tarafından taşınmaktadır. Ocak grevinin önsözü, politik özgürlük için Çarlık Sarayı’na yapılmış bir rica ziyaretiydi. Ekim grevinin şiarı ise, “Çarlığın meşrutiyet komedisine son!” idi. Genel grevin başarısı ile 30 Ekim’deki Çarlık Manifestosu sayesinde, hareket Ocak’taki gibi, önce ekonomik sınıf mücadelesinin başlangıcını telafi etmek için içe ve geriye doğru değil, dışa, taze kazanılmış politik özgürlüğü hızla işletmeye yönelik bir çabaya doğru akmaktaydı.

Gösteriler, toplantılar, genç bir basın, açık tartışmalar ve şarkının sonu olarak da kanlı bir katliam, bunun üzerine yeni kitle grevleri ve gösteriler; Kasım ve Aralık günlerinin fırtınalı tablosu budur işte. Kasım’da, sosyal demokrasinin Petersburg’da yaptığı çağrı üzerine, kanlı cinayetlere ve Livonya ile Polonya’da olağanüstü hal ilan edilmesine karşı protesto gösterisi olarak ilk kitle grevi düzenlenir.

Kısa süren anayasa düşünden ve dehşetli uyanıştan sonraki kaynama nihayet Aralık’ta tüm Çarlık İmparatorluğunda üçüncü genel kitle grevine yol açar. Bu defa da çıkış nedeni ve akış daha önceki ikisinden tümüyle farklıdır. Politik eylem artık Ocak’taki gibi ekonomik bir mücadeleye dönüşmez, ama artık Ekim’deki gibi çabuk bir zafer de kazanamaz. Çarlık Kamarilla’sının gerçek politik özgürlük ile olan deneyleri artık yapılmamaktadır ve böylece devrimci eylem ilk kez tüm genişliğiyle mutlakiyetçiliğin maddi şiddetinin sert duvarına çarpar.

İlerleyen olayların mantıksal iç gelişimi yoluyla kitle grevi bu kez açık bir isyana, Moskova’da silahlı barikat ve sokak savaşlarına dönüşür. Moskova Aralık günleri, kitle grevi hareketinin ve politik eylemin yükselen çizgisinin doruk noktası olarak devrimin yoğun bir çatışmayla geçen ilk yılını noktalar. Moskova olayları aynı zamanda küçük bir deneme tablosunda, devrimci hareketin mantıksal gelişimini ve geleceğini, yani onun genel açık bir isyanla biten kaçınılmaz sonunu bütünüyle göstermektedir. Ama bu isyan da, tam da bu nedenden dolayı, kısmi dışsal ve geçici “yenilgiler”le sonuçlanan ve her birine tek tek bakıldığında “erken” olarak görünebilen bir dizi kısmi hazırlık isyanlarının okulundan geçmekten başka bir şekilde oluşamaz.

1906 yılı Duma seçimlerine ve Duma dönemine yol açar. Proletarya güçlü devrimci içgüdüsüyle ve durumu net olarak kavramasıyla tüm Çarcı-meşrutiyetçi komediyi boykot eder ve politik sahnenin ön planını birkaç ay için yine liberalizm işgal eder. 1904 yılının ortamı görünüşe göre geri dönmektedir. Bu, eylemin yerine konuşmanın geçtiği dönemdir ve proletarya kendini daha yoğun bir gayretle sendikal mücadeleye ve örgütlenme işine adamak için bir müddet gölgeye geçer. Liberal retoriğin çatırdayan füzeleri gün be gün uçurulurken, kitle grevlerinin sesi duyulmaz olur. Son olarak demir perde birdenbire ve gürültüyle aşağıya düşer, oyuncular çil yavrusu gibi dağılır, liberal füzelerden geriye yalnızca tüten dumanlar kalır. Rus sosyal demokrasisi Merkez Komitesi’nin, Duma ve liberal söyleşme döneminin yeniden açılışı için bir gösteri olarak tüm Rusya genelinde dördüncü kitle grevi düzenleme girişimi yüzüstü yere kapaklanır.

Politik kitle grevinin yalnız rolü tükenmiş, ama kitle grevinin genel bir halk isyanına ve sokak savaşına geçişi henüz olgunlaşmamıştır. Liberal dönem geçmiş, ama proleter dönem henüz yeniden başlamamıştır. Sahne şimdilik boştur.

IV

Buraya kadar kısaca Rusya’daki kitle grevlerinin geçmişini ana hatlarıyla çizmeye çalıştık. Bu tarihe kısa bir bakış bile bize, bu tablonun tek bir fırça darbesinin dahi, Almanya’daki kitle grevi tartışmalarında ortaya çıkan tabloya benzemediğini gösteriyor. Burada, en yüksek mercilerin kararı üzerine planlı ve özenli uygulanan kuru politik “eylem”in donuk ve kof bir şeması yerine, hiçbir şekilde devrimin büyük çerçevesinden koparılamayan, devrimin tüm yönlerine binlerce damarla bağlı olan, et ve kandan oluşan canlı bir yaşamdan küçük bir parça görmekteyiz.

Rus devriminin bize gösterdiği şekliyle kitle grevi, öyle değişken bir görüngüdür ki, politik ve ekonomik mücadelenin tüm evrelerini, devrimin tüm aşama ve uğraklarını içinde yansıtır. Kullanışlılığı, etki gücü, oluşum uğrakları durmadan değişir. Devrim bir darboğaza girmiş gibi görünürken, birdenbire ona yeni, geniş perspektifler açar ve tam bir kesinlikle başarılı olacağına inandığı sırada ise başarısızlığa uğrar. Bazen büyük bir dalga misali tüm imparatorluğun üzerine dökülür, bazen ince ince akıntılardan dev bir ağa bölünür, bazen taze bir kaynak misali yeraltından fışkırır, bazen toprağa sızarak tümüyle kaybolur. Politik ve ekonomik grevler, kitle grevleri ve kısmi grevler, gösteri grevleri ve mücadele grevleri, her bir meslek dalının genel grevleri ve her bir kentin genel grevleri, sessiz ücret mücadeleleri ve kanlı sokak savaşları, barikat savaşları, bunların hepsi iç içe, yan yana gider, kesişir, birlikte taşar; sonsuza dek devinen değişen bir görüngüler denizidir bu.

Bu görüngülerin devinim yasası netleşir. Bu yasa bizzat kitle grevinde, onun teknik özelliklerinde değil, devrimin politik ve sosyal güç ilişkilerinde yatmaktadır. Kitle grevi devrimci mücadelenin bir biçimidir. Yalnızca ve çatışan güçlerin ilişkisinde, partinin gelişiminde ve sınıfın bölünmesinde, karşı devrimin konumunda yapılacak her değişiklik hemen binlerce görünmez, ancak denetlenebilen yoldan grev eylemini etkiler.

Ama bu arada grev eylemi bir an bile durmaz. Sadece biçimini, esnemesini, etkisini değiştirir. O devrimin canlı nabzıdır ve aynı zamanda en güçlü işletme çarkıdır. Tek sözcükle, Rus devriminin bize gösterdiği şekliyle kitle grevi, proleter mücadelesinin daha güçlü etkisi yararına kılı kırk yararak icat edilmiş şeytanca bir araç değil, devrim içinde proleter kitlenin hareket biçimi, proleter mücadelenin görüngü biçimidir.

Buradan kitle grevi sorununun yargılanması için birkaç görüş noktası türetilebilir:

1. Kitle grevini tek bir bölüm, tek başına bir eylem gibi görmek tümüyle terstir. Kitle grevi daha çok sınıf mücadelesinin yıllar süren, hatta belki de on yıllar süren bir dönemin tanımlanmasıdır, onun toplu adıdır. Salt politik, planlı ve amaçlı başlatılmış ve sonuçlandırılmış kısa bir tek perdelik oyun olarak kitle grevinin şeması, Rusya’da dört yıldır meydana gelmiş sayısız ve en değişik kitle grevlerinden sadece bir tanesine ve tali olan bir oyun türüne uymaktadır: Salt gösteri grevine. Şu da unutulmamalı ki, beş yıllık dönemin akışı içinde Rusya’da, doğal olarak sadece bazı şehirlerle sınırlı kalan birkaç gösteri grevi görmekteyiz.

Örneğin, Varşova ve Lodz’da her yıl yapılan Mayıs bayramı genel grevi böyledir. Esas Rusya’da 1 Mayıs şimdiye dek kayda değer çapta bir iş bırakma ile kutlanmamıştır; 11 Eylül 1905’te Varşova’da, idam edilen Marcin Kasprzak’ın anısına yapılan cenaze töreni biçimindeki, 1905 Kasım’ında Petersburg’da, Polonya ve Litvanya’daki olağanüstü halin açıklanmasına karşı bir protesto gösterisi biçimindeki, 22 Ocak 1906’da Varşova, Lodz, Czestokova ve Dobrov kömür havzasındaki gibi kısmen birkaç Rus kentinde de Petersburg katliamının yıldönümünde anma günü biçimindeki kitle grevleri; ayrıca 1906 Temmuz’unda Tiflis’te, divanı harpte askeri isyan nedeniyle yargılanmış askerler için bir sempati gösterisi olarak genel grev, nihayet aynı yılın Eylül ayında az önceki nedenden dolayı Reval savaş mahkemesinin duruşması esnasındaki grevler hariç, bütün diğer büyük kısmi kitle grevleri ve genel grevler birer gösteri değil, mücadele greviydiler ve böylelikle de çoğunlukla kendiliğinden, her defasında özgün, genel rastlantısal nedenlerden plansız ve amaçsız oluşarak asli bir güçle büyük hareketlere doğru yönelirken, “düzenli bir geri çekilmeye” yönelmeyip kâh bir ekonomik mücadeleye kâh bir sokak savaşına dönüşmüşler, kâh kendiliklerinden sönmüşlerdir.

Bu genel tablo içinde salt politik gösteri grevleri muazzam alanların tam ortasındaki tek tek küçük noktalar gibi tümüyle tali bir rol oynamaktadır. Fakat burada zamanı göz önüne alırsak, şöyle bir hattın ortaya çıktığı algılanabilir: Mücadele grevlerinden farklı olarak, farklı disiplinlerin, bilinçli idarenin ve politik düşüncenin en yüksek ölçüsünü gösteren, yani şemaya göre kitle grevlerinin en üst ve en olgun biçimi olarak görünmeleri gereken gösteri grevleri gerçekte hareketin başlangıcında en büyük rolü oynarlar.

Örneğin, 1 Mayıs 1905’te Varşova’da tüm işlerin durdurulması, sosyal demokrasinin aldığı bir kararın böylesine hayrete şayan biçimde uygulanışını gösteren ilk olay olması açısından, Polonya’daki proleter hareket için yaygın etkileri olan bir gelişmeydi. Bunun gibi, aynı yılın Kasım ayında Petersburg’da yapılan destekleme grevi de, Rusya’da bilinçli, planlı bir kitle eyleminin ilk provası olması açısından büyük bir etki yapmıştır.

Aynı şekilde, Hamburglu yoldaşların 17 Şubat 1906’da22 yaptıkları “kitle grevi provası” da, o denli çok tartışılan silahın ilk yeni deneyi olarak, üstelik de öylesine başarılı olan ve Hamburg işçi sınıfının mücadele isteği ile sevincini öylesine inançla anlatan bir deney olarak gelecekteki Alman kitle grevleri tarihinde mükemmel bir rol oyanayacaktır.

Aynı şekilde, Almanya’daki kitle grevleri dönemi bir defa ciddi biçimde başlayacak olursa, 1 Mayıs’ta gerçek bir iş bırakmaya götürecektir. Mayıs bayramı doğasına uygun biçimde, kitle mücadeleleri göstergesinde ilk büyük gösteri olarak onurlandırılacaktır. Bu anlamda, Köln Sendikalar Kongresi’nde “ topal beygir” olarak adlandırılan Mayıs bayramının büyük bir geleceği ve Almanya’daki proleter kitle mücadelesinde önemli bir rolü vardır.23

Ancak ciddi devrimci mücadelenin gelişimiyle bile bu tür gösterilerin anlamı hızla yiter. Tam da hazırlanmış plana göre ve partilerin parolası üzerine gösteri grevlerinin oluşmasını nesnel olarak mümkün kılan uğraklar olan proletaryanın eğitiminin ve politik bilincinin büyümesi, bu türden kitle grevleriyle olanaksız hale gelmekteedir; bugün kitlenin en çalışkan öncüleri olan Rusya proletaryası gösteri grevlerinin sözünü dahi duymak istemiyor; işçiler artık şakadan anlamıyor ve şu andan itibaren yalnızca tüm sonuçlarıyla birlikte ciddi bir mücadeleyi düşünmek istiyor. 1905 Ocak’ındaki ilk büyük kitle grevinde gösteri unsuru her ne kadar amaçlı değil, içgüdüsel, kendiliğinden bir biçimde hâlâ bir rol oynamışsa da, tersine Rus sosyal demokrasisi Merkez Komitesi’nin, eğitimli proletaryanın zayıf eylemlere ve sade gösterilere karşı olan kesin eğiliminin bilinmesine rağmen, Ağustos’ta dağılmış olan Duma için bir gösteri olarak kitle grevi düzenleme girişimi başarısız olmuştur.

2. Ama, eğer gösteri grevinin ikincil türü yerine, bugünkü Rusya’da proleter eylemin asıl taşıyıcısı durumunda olduğu şekliyle mücadele grevini göz önüne alırsak, burada ekonomik ve politik uğrağı birbirinden ayırmanın olanaksız olduğu görülür. Burada da gerçek, teorik şemadan oldukça sapmıştır ve içinde salt politik kitle grevinin mantıken en olgun ve en üst aşama olarak sendikal genel grevden türetildiği, ama aynı zamanda da net olarak ayrı tutulduğu titiz tasarım Rus devrimi deneyimiyle temelden çürütülmüştür. Bu yalnızca, 1896-97 yılında Petersburg dokuma işçilerinin ilk büyük ücret mücadelesinden Aralık 1905’teki son büyük kitle grevine dek süren kitle grevlerinin hiç farkedilmeden ekonomik nitelikten politik niteliğe geçtiği ve ikisi arasında bir sınır çizmenin neredeyse olanaksız olduğu tarihsel içerikte de ifadesini bulmaktadır. Büyük kitle grevlerinin her biri, Rus kitle grevlerinin genel tarihinin küçük çapta bir tekrarıdır ve politik gösteriye dek uzanan basamakları çıkmak için salt ekonomik ya da en azından kısmi sendikal bir anlaşmazlıkla başlar.

1902 ve 1903’te Rusya’nın güneyinde oluşan büyük kitle grevi sağanağı, gördüğümüz gibi Bakü’de işsizliğe karşı alınan önlemlerden kaynaklanan bir anlaşmazlıktan dolayı, Rostov’da demiryolu tamirhanelerindeki ücret farklılıklarından dolayı, Tiflis’te tezgâhtarların çalışma süresinin kısaltılması için verdikleri mücadeleden dolayı, Odessa’da tek bir küçük fabrikadaki ücret mücadelesinden dolayı başlamıştır. 1905’teki Ocak kitle grevi Putilov fabrikalarındaki bir iç anlaşmazlıktan, Ekim grevi demiryolu işçilerinin emeklilik sandığı için verdikleri mücadeleden, son olarak da Aralık grevi posta ve telgraf çalışanlarının sendikalaşma hakkı için verdikleri mücadeleden gelmiştir. Hareketin ilerleyişi genelde ekonomik başlangıç aşamasının devre dışı kalmasında değil, daha çok politik gösteriye uzanan basamakların geçildiği hazırlılıkta ve kitle grevlerinin eriştiği noktanın aşırılığında ifade bulmaktadır.

Ancak eylem genelde ekonomik mücadeleden politik mücadeleye doğru değil, tersine de gider. Büyük politik kitle eylemlerinin her biri politik doruk noktasına ulaştıktan sonra ekonomik grevlerden oluşan muazzam bir kitleye dönüşür. Ve bu yine yalnızca büyük kitle grevlerinin her biri için değil, devrimin bütünü için geçerlidir.

Politik mücadelenin yayılmasıyla, netleştirilmesiyle ve güçlendirilmesiyle ekonomik mücadele gerilemediği gibi, kendince eşit adımlarla örgütlenir, güçlenir ve yayılır. İkisi arasında tam bir etkileşim vardır. Politik mücadelenin her yeni atılımı ve zaferi, içinde aynı zamanda dışsal olanakların genişlediği ve işçilerin durumlarını iyileştirmeye olan iç dürtülerinin, sınıfın mücadele hevesini yükselttiği ekonomik mücadele için güçlü bir itkiye dönüşür. Politik eylemin her köpükleşen dalgasından sonra içinden ekonomik mücadelenin bin çeşitli saplarının göğe fışkırdığı verimli bir yenilgi kalır geriye.

Tersi olduğunda da böyledir. İşçilerin sermaye ile olan dinmek bilmeyen mücadele durumu, sınıfın savaş enerjisini tüm politik molalarda ayakta tutar, ya da başka bir deyişle, proletaryanın politik mücadele için güçlerini yenilediği sürekli taze kaynağı oluşturur. Ve aynı zamanda proletaryanın yorulmak bilmeyen ekonomik sondajı her an kâh orada kâh burada tek tek keskin çatışmalara yol açar, ki bunlardan da ansızın büyük ölçekli politik çatışmalar patlar.

Kısacası, ekonomik mücadele, politik bir düğüm noktasını bir diğerine iletendir; politik mücadele ise ekonomik mücadele için gerekli zeminin düzenli aralıklarla şekilde tohumlanmasıdır. Nedenler ve sonuçlar burada her an konumlarını değiştirir ve böylece kitle grevi dönemindeki ekonomik ve politik uğrak, titiz şemanın istediği gibi birbirlerini içsel olarak ayrıştırmaktan ya da dışlamaktan ziyade Rusya’daki sınıf mücadelesinin iç içe geçmiş iki yanını meydana getirir. Ve bunların birliği işte kitle grevidir.

Eğer o ince elenip sık dokunmuş teori “salt politik greve” varabilmek için kitle grevi üzerinde yapay mantıksal bir otopsiye kalkışırsa, bu açımlama esnasında, her bir diğerinde de olacağı gibi, görüngü canlı özüyle görülmeyip sadece öldürülecektir.

3. Son olarak Rusya’daki olaylar bize kitle grevinin devrimden ayrılamayacağını göstermiştir. Rus kitle grevinin tarihi, Rus devriminin tarihidir. Tabii bizim Alman oportünizminin temsilcileri “ devrim” sözcüğünü duyduklarında akıllarına hemen kan dökülmesi, kanlı sokak savaşları, barut ve kurşun geliyor. Bundan çıkardıkları mantıksal sonuç şu oluyor: Kitle grevi kaçınılmaz bir şekilde greve götürüyor, o halde onu yapmalıyız. Gerçekte ise Rusya’da neredeyse her kitle grevinin son anda Çarlık düzeninin silahlı koruyucularıyla çarpışmaya vardığını görmekteyiz; bunlar arasında politik grevler daha büyük olan ekonomik grevlerle tamamen eş değerde.

Ancak devrim farklı bir şeydir ve kan dökmekten biraz daha fazlasıdır. Bilimsel sosyalist görüş, devrimi sadece sokak huzursuzlukları ve taşkınlıkları olarak, yani “düzensizlik” olarak gören polisin bakış açısından farklıdır, devrimde her şeyden önce sosyal sınıf ilişkilerinde derinlere inen içsel bir dönüşüm görür. Bu görüşten hareketle Rusya’da devrim ve kitle grevi arasında, gündelik algılamanın iddia ettiğinin ötesinde, kitle grevinin olağan olarak kan dökülmesiyle sonuçlandığı tespitinden tamamen başka bir bağ vardır.

Yukarıda Rus kitle grevinin politik ve ekonomik mücadelenin dinmek bilmeyen etkileşimine dayanan iç mekanizmasını gördük. Ama tam da bu etkileşim devrim dönemiyle şart koşulur. Yalnızca devrimin fırtınalı havasında emek ile sermaye arasındaki her bir kısmi, küçük çatışma genel bir patlamaya dönüşebilir.

Almanya’da her yıl ve her gün işçilerle işverenler arasında en sert, en acımasız çarpışmalar meydana geliyor, ama mücadele her bir meslek kolunun, şehrin ya da fabrikanın sınırlarını aşamıyor. Petersburg’daki gibi örgütlü işçilerin işten atılması, Bakü’deki gibi işsizlik, Odessa’daki gibi ücret anlaşmazlıkları, Moskova’daki gibi sendika hakkı mücadeleleri Almanya’da da gündemde bulunuyor. Ancak hiçbiri ortak bir sınıf eylemine dönüşmüyor. Eğer bunlar kendiliğinden, politik görünümlü ayrı ayrı kitle grevlerine doğru gelişirse, o zaman da henüz genel bir fırtınaya yol açmazlar. Hollandalı demiryolu24 işçilerinin, hareketsizliğin ortasındaki ülke proletaryasının desteğine rağmen kan kaybından kırılan genel grevi çarpıcı bir kanıttır.

Ve tersine, sınıflı toplumun sosyal temellerinin ve duvarlarının gevşemekte ve sürekli değişmekte olduğu devrim döneminde ancak, proletaryanın her politik sınıf eylemi birkaç saat içerisinde o ana dek hiç kımıldamamış işçilerin tümünü hareketsizliklerinden koparır, ki bu da kendini doğası gereği hemen coşkulu bir ekonomik mücadelede ifade eder.

Politik bir eylemin elektrikli şokuyla birdenbire sarsılarak uyanan işçiler, her şeyden önce eline ilk geçirdiğine, ekonomik kölelik ilişkisine karşı direnişe sarılır. Politik mücadelenin ortak davranışları ona birdenbire beklenmeyen bir şiddetle ekonomik zincirlerinin baskısını ve ağırlığını hissetttirmiştir.

Örneğin, Almanya’daki en sert politik mücadele olan seçim mücadelesi ya da gümrük tarifleri konusundaki parlamento mücadelesi, Almanya’da aynı anda yürütülen ücret mücadelelerinin şiddet ve akışına neredeyse hiçbir doğrudan etki etmezken, Rusya’da proletaryanın her bir politik eylemi, anında ekonomik mücadele sathının genişletilmesinde ve derinleştirilmesinde ifade buluyor.

Demek ki, devrim ancak böylece kitle grevinde ifade bulan ve ekonomik mücadelenin dolaysız olarak politik mücadeleye ve politik mücadelenin dolaysız olarak ekonomik mücadeleye dönüşümünü sağlayan sosyal koşulları yaratır.

Eğer kaba şema, kitle grevi ile devrim arasındaki bağı sadece, kitle grevlerinin sonunda kanlı sokak çarpışmalarına varmasında görüyorsa, Rus olaylarına biraz derinlemesine bir bakış bize tam tersi bir bağı gösterecektir: Gerçekte kitle grevi devrimi değil, devrim kitle grevini üretir.

1. Kitle grevindeki bilinçli idare ve inisiyatif sorunu hakkında bir fikir edinmek için şimdiye kadar anlatılanları toparlamak yeterli olur. Eğer kitle grevi tek bir bölüm değil de, sınıf mücadelesinin bütün bir dönemi anlamına geliyorsa ve eğer bu dönem bir devrim dönemiyle özdeşse, o halde kitle grevinin, karar en güçlü sosyal demokrat örgütün en üst makamından gelmiş de olsa, kendi kendine doğurulamayacağı açıktır. Sosyal demokrasi kendi muhakemesiyle devrim tertiplemeye ve iptal etmeye muktedir olmadığı sürece, sosyal demokrat grupların en büyük tutkusu ve sabrı da canlı ve güçlü bir halk hareketi biçimindeki gerçek bir kitle grevi dönemini yaşama geçirmek için yeterli olmaz.

Sosyal demokrat işçilerin parti disiplini ve parti yönetiminin kararlılığı temelinde, elbette İsveç’teki kitle grevi25 gibi ya da en son Avusturya’daki26 ya da 17 Ocak’ta Hamburg’da yapılan kitle grevi gibi bir defaya mahsus kısa bir gösteri düzenlenebilir. Ama bu gösteriler gerçek bir devrimci kitle grevinden -diplomatik ilişkiler gerginken yabancı limanlardaki bilinen donanma gösterilerinin27 savaştan farklı olması gibi- farklıdır. Sırf disiplin ve coşkudan doğan bir kitle grevi, en iyi durumda, işçi sınıfının mücadele havasının bir belirtisi olarak rol oynayacaktır. Ama bunun üzerine ilişkiler de sakin gündelik yaşamın içerisine indirgenecektir.

Elbette devrim sırasında da kitle grevleri gökten zembille inmez. Şu ya da bu şekilde işçiler tarafından yapılmak zorundadırlar. İşçi sınıfının azmi ve kararı bunda büyük rol oynar ve sonrasındaki idare gibi inisiyatif de doğal olarak proletaryanın örgütlü, aydın sosyal demokrat çekirdeğine düşer. Ancak bu inisiyatif ve bu idare, devrimci dönem oluşmuş ise çoğunlukla her bir bölüme, her bir greve uygulanışıyla hareket alanı bulmaktadır ve bu da çoğunlukla her bir şehrin sınırları dahilinde olmaktadır.

Böylece gördüğümüz gibi sosyal demokrasi Petersburg’da, Lodz’da, Varşova’da, Bakü’de doğrudan kitle grevi şiarını defalarca başarıyla atmıştır. Bunun aynısını bütün proletaryanın genel hareketine uygulamak ise çok daha ender başarıya ulaşmaktadır.

Bundan başka, bu arada inisiyatif ve bilinçli idare tamamen belirli sınırlar içine sokulmaktadır. Tam da devrim sırasında, proleter hareketin herhangi bir idare organı için ileriyi görmek ve hangi vesileler ile uğrakların patlamaya yol açacağını ve hangilerinin açmayacağını hesaplamak alabildiğine zordur. Burada da inisiyatif ve idare, komuta edenlerin istediği gibi değil, duruma olabildiğince ustalıkla uyum sağlamakla ve kitlenin havasını olabildiğince yakından hissetmekle olur.

Gördüğümüz gibi, itici ya da felç eden unsur olarak da olsa, kendiliğindenlik unsuru istisnasız tüm kitle grevlerinde büyük bir rol oynamaktadır. Ama bu, Rusya’da sosyal demokrasinin henüz genç ya da zayıf olmasında değil, mücadelenin her bir bölümünde görülemeyen bir sürü ekonomik, politik ve sosyal, genel ve bölgesel, maddi ve manevi uğrakların etkili olmasından dolayı hiç bir bölümün bir matematik alıştırması gibi belirlenemeyişinden ve sonucuna gidilemeyişinden kaynaklanmaktadır.

Devrim, başında sosyal demokrasinin olduğu proletarya tarafından da yürütülse, proletaryanın açık arazide gerçekleştirdiği bir tatbikat değil, bütün sosyal temellerin sonu gelmez çatırdamasının, sarsılmasının, parçalanmasının tam ortasında bir mücadeledir. Kısacası, Rusya’daki kitle grevlerinde kendiliğindenlik unsuru, Rus proletaryası “eğitimsiz” olduğu için değil, devrimlere “kâhyalık” edilemeyeceği için öylesine egemen bir rol oynamıştır.

Ama öte yandan Rusya’da, sosyal demokrasiye kitle grevine komuta etmeyi öylesine zorlaştıran ve her an nükteyle elinden şeflik sopasını düşüren ya da onu eline tutuşturan aynı devrimin, buna karşılık, Alman tartışmasının teorik şemasında “idare”nin ana meseleleri olarak ele alınan kitle grevinde “erzak tedariki”, “masrafları karşılama” ve “feda” sorunlarıyla ilgili tüm güçlükleri bizzat çözdüğünü görüyoruz.

Elbette, bunların işçi hareketinin üst düzeyde yetkili yöneticileri arasında yapılan sakin, samimi bir konferanstaki gibi elinde bir kalemle yoluna koyma anlamında çözmüyor. Tüm bu sorunların “yoluna koyulması” şundan ibarettir:

Devrim öylesine muazzam halk kitlelerini sahneye taşır ki, hareketin masraflarının medeni hukuk davasında masrafların önceden çıkarıldığı gibi hesaplanması ve tanzim edilmesi tümüyle umutsuz bir girişim olarak görünür. Mutlaka Rusya’daki yönetici örgütler de mücadelenin doğrudan kurbanlarını güçleri el verdiğince desteklemeye çalışmışlardır. Böylece örneğin Petersburg’da sekiz saat kampanyası sonucunda meydana gelen devasa lokavtın yiğit kurbanları haftalarca desteklenmişti.

Ancak tüm bu önlemler devrimin muazzam bilançosu içerisinde denizde bir damlacıktır. Gerçek, ciddi bir kitle grevi döneminin başladığı anda tüm “masraf hesaplamaları” okyanusu su bardağı ile tüketmeye kalkışmaya dönüşür.

Çünkü bu okyanus, proleter kitleler için her devrimin içinden geçilerek satın alındığı korkunç yoksunluğun ve acıların okyanusudur. Bu görünüşe göre aşılmaz güçlüklerin devrimci bir dönemini veren çözüm, onun aynı zamanda acılara karşı bile duyarsızlaştığı olağanüstü boyutlarda bir kitle idealizmine çözücülük etmesinden ibarettir. İşten atılması durumu için önceden kendisine tam tamına belirli bir destek güvencesi verilmeden, 1 Mayıs’ta hiçbir şekilde işi bırakmaya yanaşmayan bir sendikacı psikolojisiyle ne devrim ne de kitle grevi yapabilir. Ama devrimci dönemin fırtınası içinde proletarya, destek talep eden ihtiyatlı bir aile babasından bir “devrim romantiği”ne dönüşür, ki onun için sahip olduğu en değerli şey, yani yaşamı bile, savaş idealleriyle maddi refahı karşılaştırmayı bir yana bırakın, çok az değer taşır.

Ama eğer kitle grevinin idaresi, onun oluşumunu kumanda etmek ve masraflarını hesaplayıp karşılamak anlamında devrimci dönemin meselesiyle, o halde kitle grevinin idaresi tamamen başka bir anlamda sosyal demokrasiye ve onun önder organlarına da düşer. Sosyal demokrasinin yapması gereken, kitle grevlerinin mekanizmalarını, teknik yanını anlamaya çalışmak için kafa patlatmak değil, devrim döneminin tam ortasında da politik idareyi ele almaktır.

Sosyal demokrasi savaşın parolasını ve yönünü vererek politik mücadelenin taktiğini öyle düzenlemeli ki, savaşın her aşamasında ve uğrağında proletaryanın varolan tüm yükünü ve artık harekete geçirilmiş, devreye sokulmuş olan gücü gerçeğe dönüşsün ve partinin mücadeledeki konumu ifade edilsin, kararlı ve bilenmiş sosyal demokrasinin taktiği gerçek güçler ilişkisinin düzeyi altında kalmayarak, bu ilişkinin önünde seyretsin; kitle grevi döneminde “idare”nin en önemli görevi budur. Bu idare belirli ölçülerde kendiliğinden teknik idareye dönüşür.

Sosyal demokrasinin sonuca giden, kararlı, ileriye yönelik taktiği kitlede, güvende olduğu duygusunu, kendine güveni ve mücadele hevesini doğurur; proletaryanın küçümsenmesine dayanan zayıf, sallantılı bir taktik ise, kitleyi felç edecek ve şaşırtacak şekilde etki eder. Birinci durumda kitle grevleri “kendiliğinden” ve hep “zamanında” başlar, ikincisinde ise bazen idarenin kitle grevine yönelik doğrudan çağrıları başarısız kalır. Her ikisi için de Rus devrimi canlı örnekler sunmaktadır.

V

Şimdi akla, Rus kitle grevlerinden çıkarılabilecek tüm derslerin Almanya’ya ne denli uyduğu sorusu geliyor. Sosyal ve politik koşullar, işçi hareketinin tarihi ve konumu Almanya’da ve Rusya’da birbirinden tamamen farklıdır. İlk bakışta, Rus kitle grevlerinin yukarıda kaydedilmiş iç yasaları da, sadece, Alman proletaryası için hiçbir şekilde söz konusu olmayan özgün Rus koşullarının ürünü gibi görünebilir. Rusya’daki devrimde politik ve ekonomik mücadele arasında çok sıkı bir iç bağ mevcuttur; bunların birliği kitle grevleri döneminde ifade bulmaktadır.

Ama acaba bu Rus mutlakiyetçiliğinin basit bir sonucu değil midir? İşçi hareketinin her türlü biçiminin ve dışavurumunun yasak olduğu, en basit grevin politik suç sayıldığı bir ülkede, mantıksal olarak her ekonomik mücadele politik mücadele de olmak zorundadır. Daha da öteye, eğer tersine politik devrimin ilk çıkışı hemen ardından Rus işçi sınıfının işverenlerle genel bir hesaplaşmasını getirdiyse, o zaman bu da Rus işçisinin o ana dek yaşam standardının en alt düzeyde durduğu ve durumunun düzelmesi için henüz hiçbir ekonomik mücadele yürütmediği gerçeğinin basit bir sonucudur. Rus proletaryası önce kendini adeta hiç yontulmamışlığından kurtarmak zorundaydı ve mucizevi bir şekilde de, daha devrim mutlakiyetçiliğin kokuşmuş havasına ilk taze soluğu getirir getirmez tam bir gençlik ateşiyle buna sarıldı.

Son olarak Rus kitle grevlerinin coşkun devrimci akışı gibi, onun ağır basan kendiliğinden, asli karakteri de bir yandan Rusya’nın politik geri kalmışlığıyla, önce doğu despotizmini devirmesi gerekliliğiyle, öte yandan Rus proletaryasının eğitsel ve örgütsel yetersizliğiyle açıklanmaktadır.

İşçi sınıfının 30 yıllık bir politik yaşam deneyiminin üç milyonluk güçlü bir sosyal demokrat partinin ve 1,25 milyon kişilik sendikal biçimde örgütlenmiş çekirdek grupların olduğu bir ülkede, politik mücadelenin, kitle grevlerinin henüz ortaçağdan yeni çağın burjuva düzenine sıçramayı gerçekleştiren yarı barbar bir devletteki gibi aynı devrimci ve asli nitelikleri taşıması olanaksızdır. Bu alışılmış tasarım, bir ülkenin toplumsal koşullarının olgunluk derecesini onun yazılı yasalarının lafzından okumak isteyenlerindir.

Sorunları sırasıyla inceleyelim. Önce, Rusya’daki ekonomik mücadelenin başlangıcını, devrimin başlamasından önceki bir tarihe yerleştirmek yanlıştır. Gerçekte kitle grevleri, ücret mücadeleleri asıl Rusya’da 1890’lı yılların başından bu yana, Rus-Polonya’sında28 ise 1880’li yılların sonundan bu yana gündemi sürekli işgal etmiş ve son olarak fiili yurttaşlık hakkının elde edilmesini sağlamıştır. Elbette çoğu zaman polisiye önlemleri de beraberinde getirmiş, ama buna rağmen gündelik manzaralardan sayılmışlardır.

Örneğin, Varşova ve Lodz’da daha 1891 yılında önemli düzeyde bir genel grev kasası mevcuttu ve sendikalara olan bu tutku bu yıllarda Polonya’da kısa bir süre için, birkaç yıl sonra Petersburg’u ve Rusya’nın diğer bölgelerini de kasıp kavuran “ekonomik” illüzyonları yaratmıştı.29

Bunun gibi Çarlık İmaparatorluğu’ndaki proletaryanın devrimden önce tümüyle bir dilencinin yaşam düzeyinde olduğu tasarımında da büyük bir abartı yatmaktadır. Tam da şimdi ekonomik mücadele ile politik mücadele veren büyük sanayi, büyük kent işçilerinin en çalışkan ve en azimli katmanının maddi yaşam düzeyi, Alman proletaryasının ilgili katmanından hiç de aşağıya değildir, evet ve hatta Rusya’da bazı mesleklerde orda burada Almanya’dan daha yüksek ücretlere rastlanabilir. Çalışma saatleriyle ilgili olarak da, buradaki ve oradaki büyük sanayi işletmeleri arasındaki fark o denli önemli değildir.

Böylece, Rus işçilerinin sözde İsparta devlet köleleriyle eş değerde bir maddi ve kültürel yaşam düzeyi olduğunu ileri süren tasarımlar oldukça uydurmadır. Biraz düşünüldüğünde, bu tasarım devrim gerçeğinin kendisiyle ve proletaryanın onun içindeki mükemmel rolüyle çelişmek zorundadır.

Dilencilerle, böylesi bir politik olgunluğu ve düşünce netliği olan devrim yapılamaz ve savaşın ön saflarında duran Varşovalı, Petersburglu, Moskovalı ve Odessalı sanayi işçisi kültürel ve düşünsel bakımdan Batı Avrupalı tipe, proletaryanın tek ve vazgeçilmez okulu olarak burjuva parlamenterizmini gören kimilerinin düşündüğünden çok daha yakındır. Rusya’nın modern kapitalist gelişimi ve ekonomik mücadele için cesaret vererek, onu yöneten sosyal demokrasisinin on yıllara uzanan düşünsel gelişimi, burjuva hukuk düzeninin dışsal garantileri olmaksızın da mükemmel bir kültür eserini gerçekleştirmiştir.

Ama öte yandan, Alman işçi sınıfının gerçek yaşam düzeyinin biraz daha derinine baktığımızda bu uyuşmazlık daha da azalır. Rusya’da büyük politik kitle grevleri ilk andan itibaren proletaryanın en geniş katmanlarını sarstı ve ateşli bir ekonomik mücadelenin içine itti.

Ancak, Almanya’da da işçi sınıfının varlığında sendikaların ısıtıcı ışığının şimdiye dek oldukça cılız biçimde sızdığı kapkaranlık köşeler, şimdiye dek gündelik ücret mücadeleleri yoluyla sosyal köleliklerine başkaldırmayı hiç denememiş ya da boşuna denemiş büyük katmanlar yok mudur? Maden işçileri sefaletini ele alalım. Sakin bir işgünün de, Almanya’nın parlamenter monotonluğunun soğuk atmosferinde -diğer ülkelerde, hatta sendikalar cenneti İngiltere’de bile olduğu gibi- maden işçilerinin ücret mücadelesi, kendini, neredeyse sadece zaman zaman oluşan muazzam püskürmelerden, tipik, asli karakterdeki kitle grevlerinden başka bir şekilde dışa vurmamaktadır. Bu da sermaye ile emek arasındaki çelişkinin, kendini sakin, planlı, kısmi mücadelelere parçalatmayacak kadar keskin ve muazzam olduğunu gösteriyor.

Ama püsküren bir zemine sahip olan ve “normal” zamanlarda dahi en büyük şiddette bir hava akımını içeren bu maden işçileri sefaleti, Almanya’da işçi sınıfının her büyükçe kitle eyleminde, sosyal gündelik yaşamın anlık dengesini bozan her kuvvetlice itişte hemen kaçınılmaz biçimde muazzam ekonomik-sosyal mücadelede boşalmak zorundaydı. Buna ek olarak, dokuma işçileri sefaletini ele alalım.

Burada da, yönetenler ülkesini her birkaç yılda bir sarsan ücret mücadelelerinin öfkeli ve çoğunlukla sonuçsuz çıkışları, kartelleşmiş dokuma sermayesinin köleleri olan bir araya yığılmış kitlenin, politik bir sarsıntıda, Alman proletaryasının güçlü ve soğukkanlı bir kitle eyleminde patlaması gereken şiddetliliğinin zayıf bir kavramını vermektedir.

Ayrıca ev işçileri sefaletini, konfeksiyon işçileri sefaletini, elektrik işçileri sefaletini ele alalım; içlerinde Almanya’daki her politik sarsıntıda muazzam ekonomik mücadelelerin patlak vereceği bir sürü hava akımı vardır. Proletarya mücadeleyi bu anlarda değil de sakin zamanlarda başlatarak ne denli başarısız olursa, sermaye tarafından da o denli bir acımasızlıkla köle boyunduruğuna geri dönmeye zorlanacaktır.

Ama şimdi, her şeyin normal seyrettiği Almanya’da, durumların düzelmesi için yapılabilecek sakin bir ekonomik mücadelenin her türlü olanağından ve sendika hakkını kullanabilmekten yoksun olan proletaryanın büyük kategorileri gözleniyor. Hepsinden önce demiryolu ve posta memurlarının sefaletinden söz ediliyor. Bu devlet işçileri için parlamenter hukuk devleti Almanya’nın tam ortasında, mutlakiyetçiliğin henüz bulanıklaşmamış egemenliği sırasındaki mevcudiyetiyle, devrimden önceki gibi Rusya koşulları, evet doğru, Rusya koşulları mevcuttu.

Daha büyük 1905 Ekim devriminde Rus demiryolu işçileri, ekonomik ve sosyal hareket özgürlüğüyle ilgili olarak hâlâ mutlakiyetçi biçimini koruyan Rusya’da Almanya’dakilerden birkaç gömlek üstündüler. Rus demiryolu işçileri ve posta memurlarının kadavra itaatlerine bakıp da onun hiçbir şeyin yıkamayacağı bir kaya olduğuna inanmak tümüyle yanlış bir psikolojik hesap olurdu. Eğer Alman sendika liderleri tüm Avrupa’da bir eşi daha olmayan bu rezillikte rahatsızlık duymadan, hoşnutlukla Almanya’daki sendikal başarılarını görebilecek denli varolan koşullara alışmışlarsa, bu durumda, üniformalı devlet kölelerinin derinlerde gizli, uzun zaman biriktirilmiş kini, sanayi işçilerinin genel bir ayaklanmasında kaçınılmaz olarak kendine soluklanacak hava yaratmaya çalışacaktır.

Eğer proletaryanın sanayi öncüsü kitle greviyle başka politik hatlara uzanmak ya da eskileri savunmak istiyorsa, demiryolu işçileri ve posta memurlarından oluşan büyük grup doğası gereği yüzündeki kararın bilincine varmalı ve sonuçta bir kez de, Almanya’da özel olarak onun için hazırlanmış Rus mutlakiyetçiliğinin ekstra porsiyonundan kurtulmak için ayaklanmalıdır.

Büyük halk hareketlerini şema ve reçeteye göre gerçekleştirmeye çalışan titiz görüş, sendika hakkının ele geçirilmesinde demiryolu işçileri için gerekli olan ve ancak o olduğunda Almanya’da bir kitle grevinin “düşünülebileceği” önkoşulunu gördüğüne inanıyor. Olayların gerçek ve doğal akışı yalnızca bunun tersi olabilir. Sadece güçlü ve kendiliğinden bir kitle grevi eylemiyle Alman demiryolu işçileri gibi posta memurlarının da sendika hakkı gerçekten doğrulanabilir. Almanya’da varolan koşullarda çözümsüz gibi görünen görev, proletaryanın genel bir politik kitle eylemiyle birdenbire olanaklarını ve çözümünü bulacaktır.

Nihayet en büyüğü ve en önemlisi: Tarım işçileri sefaleti. Eğer İngiliz sendikaları sırf sanayi işçilerine dayanıyorsa, bu, İngiliz ulusal iktisadının özgün karakteri ve ekonomik yaşamın bütünü içerisinde tarım ekonomisinin önemsiz rolü doğrultusunda anlaşılır bir durumdur. Almanya’da sendikal bir örgütlenme, istediği kadar mükemmel olsun, sadece sanayi işçilerini kapsayıp tarım işçilerinin koskoca ordusuna kapalıysa, daima proletaryanın bütünsel durumunun yalnızca zayıf bir kesitini yansıtacaktır.

Ama kırsal alandaki koşulların değişmez ve sabit olduğuna, hem sosyal demokrasinin yorulmak bilmeyen aydınlatma çalışmasının, hem de daha çok Almanya’nın tüm iç sınıf politikasının tarım işçisinin dışsal pasifliğini sürekli deşelemediğine ve Alman sanayi proletaryasının hangi amaçla olursa olsun giriştiği herhangi bir büyük genel sınıf eylemiyle birlikte tarım proletaryasının da isyan etmeyeceğine inanmak aynı şekilde vahim bir yanılgı olurdu.

Ama bu da kendini doğası gereği, öncelikle tarım işçilerinin genel coşkulu bir ekonomik mücadelesinden, muazzam bir kitle grevinden başka bir şekilde dışa vuramaz. Gözümüzü sendikal biçimde örgütlenmiş sanayi ve el sanatları dallarının tablosundan, proletaryanın, tümüyle sendikal mücadelenin dışında duran ya da özel ekonomik durumları gündelik sendikal küçük mücadelenin dar çerçevesine sokulamayan büyük gruplarına çevirdiğimizde, Alman proletaryasının ekonomik açıdan Rus proletaryasından sözde üstün olduğunu betimleyen tablo, böylece önemli anlamda değişiyor.

Sonra, karşıtlıkların sivrilmesinin en dıştaki sınıra ulaştığı, patlayıcı unsurların fazlasıyla biriktiği, içine “Rus mutlakiyetçiliği”nin en çıplak biçimiyle fazlaca sokulduğu ve ekonomik olarak sermaye ile en asli hesaplaşmaların daha telafi edilmesi gerektiği ardarda sıralanmış muazzam alanları görüyoruz. Sonradan bu eski hesapların tümü, proletaryanın genel bir politik kitle eylemiyle kaçınılmaz biçimde egemen sistemin önüne sürülecektir. Kentli proletaryanın yapay şekilde düzenlenmiş bir defalık gösterisi, sadece disiplinle ve bir parti yönetiminin sopasıyla yürütülen kitle grevi eylemi doğal olarak geniş halk katmanlarını hiçbir şekilde etkilemeyecektir.

Oysa sanayi proletaryasının devrimci bir ortamdan doğmuş güçlü ve acımasız, gerçek bir mücadele eylemi mutlaka en aşağıdaki katmanlara etki etmeli ve özellikle sakin zamanlarda sendikal gündelik mücadelenin dışında kalanları coşkulu bir genel ekonomik mücadelenin içine sürüklemelidir.

Ama şimdi bir de Alman sanayi proletaryasının örgütlü öncü gruplarına geri döner ve bugün Rus işçi sınıfınca savunulan ekonomik mücadele hedeflerini göz önünde tutarsak, o zaman bunları, en eski Alman sendikaların çocukluk çağından çıkma eğilimlerinin sonucu olan çabalar olarak göremeyiz. Bu açıdan 22 Ocak 1905’ten bu yana Rus grevlerinin en önemli genel talebi olan sekiz saatlik işgünü elbette Alman proletaryası için aşılmış bir nokta değil, aksine güzel, uzak bir idealdir.

Bunun aynısı “ev sahibi konumu”yla olan mücadele için de, tüm fabrikalarda işçi kurullarının oluşturulmasına yönelik mücadele için de, el sanatları kolundaki ev işinin kaldırılmasına yönelik mücadele için de, pazar tatilinin tümüyle yürürlüğe sokulması için mücadele için de ve sendika hakkının tanınmasına yönelik mücadele için de geçerlidir. Evet, daha yakından bakıldığında, Rus proletaryasının bütün ekonomik mücadele malzemeleri şimdiki devrim içerisinde Alman proletaryası için de son derece günceldir ve işçi varlığının bir yığın yaralı noktasına temas etmektedir.

Her şeyden önce bundan, tercih edildiği gibi, salt politik kitle grevinin Almanya için de yalnızca cansız bir teorik şema olduğu çıkmaktadır. Eğer güçlü devrimci bir kaynamadan doğan kitle grevleri doğal yollarla kentli işçi sınıfının kararlı bir politik mücadelesi olarak ortaya çıkmışlarsa, o zaman aynı doğallıkla aynı Rusya’daki gibi asli ekonomik mücadelelerden oluşan bütün bir döneme dönüşeceklerdir.

Demek ki, sendika liderlerinin coşkulu politik mücadelelerin, kitle grevlerinin olduğu bir dönemde, ekonomik çıkarlar için verilen mücadelenin kolayca bir yana itilebileceğine ve bastırılabileceğine dair kaygıları, olayların akışına ezbere ve hiçbir somut dayanağı olmayan tasarımlarla yaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Devrimci bir dönem Almanya’da da daha çok sendikal mücadelenin karakterini değiştirecek ve sendikaların bugünkü gerilla savaşını onun yanında çocuk oyunu gibi bırakacak ölçülerde güçlendirecektir.

Öte yandan politik mücadele de bu asli ekonomik kitle grevi sağanağından sürekli yeni itenekler ve taze güçler sağlayacaktır. Ekonomik ve politik mücadele arasında, Rusya’da bugünkü kitle grevlerinin iç yaylarını ve aynı zamanda, başka bir deyişle, proletaryanın devrimci eyleminin düzenleyici mekanizmasını oluşturan etkileşim, doğası gereği aynı şekilde Almanya’da da koşullardan kendi kendine doğacaktır.

VI

Buna bağlı olarak, kitle grevi sorunuyla olan ilişki içerisinde örgütlenme sorunu da Almanya’da değişik bir görünüm kazanmaktadır.

Bazı sendika liderlerinin bu soruna ilişkin görüşleri genelde şu iddiada kendini tüketiyor: “Henüz kitle grevi gibi cüretkâr bir güç denemesini göze alacak denli yeterli güce sahip değiliz”. Bu görüş geçersizdir, çünkü sakin, sayısal bir hesaplama yoluyla proletaryanın ne zaman, herhangi bir mücadele için “yeterli güçte” olacağını belirlemek çözümsüz bir problemdir. Otuz yıl önce Alman sendikalarının 50.000 üyesi vardı. Anlaşılan bu, yukarıdaki ölçüte göre, bir kitle grevini düşündürmeyecek bir sayıydı. Geçen 15 yıldan sonra sendikalar dört kat daha güçlendi ve üye sayıları 237.000 oldu.

Eğer o zamanlar bugünkü sendika liderlerine, “acaba şimdi proletarya örgütlü bir kitle grevi için olgunlaşmış mıdır?” diye sorulsaydı, mutlaka böyle bir şeyin söz konusu bile olamayacağını ve ancak örgütlü sendikalardaki üye sayısı milyonlarla sayıldıktan sonra bunun gerçekleşebileceğini söylerlerdi. Bugün örgütlü sendikalardaki üye sayısı neredeyse iki milyona ulaşacak, ama liderlerinin görüşleri hâlâ yerinde sayıyor ve görünüşe göre sonsuza dek de sayacak.

Bu arada sessizce, bir kitle eylemini göze alacak kadar “yeterli güce sahip olmak”tan önce Almanya işçi sınıfının en son erkek ve en son kadına dek örgüte alınması gerektiği şart koşuluyor, ki bu durumda, eski formüle göre, kitle grevinin “gereksiz” olduğu da ortaya çıkacaktır herhalde. Ancak bu teori içsel bir çelişkinin acısıyla kıvrandığından ve berbat bir kısırdöngü içinde olduğundan tümüyle ütopiktir. İşçiler herhangi bir doğrudan sınıf eylemine girişmeden önce tümüyle örgütlü olmalılarmış.

Ama burjuva devletinin ve kapitalist gelişimin koşulları ve ilişkileri, olayların “normal” akışı içinde coşkulu sınıf mücadeleleri olmaksızın, belirli katmanların -ve özellikle de bu büyük bölüm, proletaryanın sermaye ile devlet tarafından en fazla ezilen aşağıdaki en önemli katmanıdır- hiçbir şekilde örgütlenemeyeceğini de beraberinde getirmektedir. Bizzat İngiltere’de tam bir yüzyıl boyunca yorulmaksızın süren sendika çalışması, hiçbir “arıza” olmaksızın -başlardaki Çartist hareket dönemi dışında- hiçbir “devrim romantiği” kargaşası ve özentisi olmaksızın proletaryanın daha iyi bir konumda bir azınlığını örgütlemekten ileriye gidemedi.

Ama diğer yandan, proletaryanın tüm mücadele örgütleri gibi sendikalar da uzun vadede mücadele dışında varlıklarını koruyamazlar ve bu da burjuva parlamenter dönemin durgun sularında yapılan kurbağa-fare savaşı anlamında değil, kitle mücadelesinin şiddetli devrimci dönemleri anlamındadır. Katı mekanik-bürokratik görüş mücadeleyi yalnızca gücünün belirli bir düzeyindeki örgütünün ürünü olarak geçerli kılmak istiyor.

Bu durumun muhteşem bir örneğini, hemen hemen hiç örgütlenmemiş proletaryanın bir buçuk yıllık coşkulu devrimci mücadele içerisinde oluşturduğu örgütlenmelerden bir ağ yarattığı Rusya’da görmüştük. Bu türden başka bir örneği Alman sendikaların kendi tarihi göstermektedir. Sendika üyelerinin sayısı 1878 yılında 50.000’di.

Bugünkü sendika liderlerinin teorisine göre bu örgüt, dendiği gibi, şiddetli bir politik mücadeleyi başlatmak için henüz hiçbir şekilde “yeterli güçte” değildi. Ama Alman sendikaları, o zamanlar oldukça zayıf olmalarına rağmen, mücadeleyi başlattılar -yani Sosyalistlere Karşı Yasa’yla mücadeleyi- ve yalnızca mücadeleden muzaffer çıkacak kadar “yeterli güçte” olduklarını kanıtlamakla kalmayıp, güçlerini de beş katına çıkardılar; Sosyalistlere Karşı Yasa’nın düşüşünden sonra 1891 yılında sendikalar 277.659 üyeyi kapsamaktaydı.

Ancak sendikaların Sosyalistlere Karşı Yasa’ya karşı verdikleri mücadeleden galip çıkmalarını sağlayan yöntem, barışçıl ve arı çalışması gibi kesintisiz bir genişletme idealine pek uymuyordu; sendikalar, daha sonra ilk dalgada yeniden yükselmek ve yeniden doğmak için önce tümüyle darmadağın oldular.

Ama büyümenin proleter sınıf örgütlenmelerine uygun özgün yöntemi de budur işte: Savaşta kendini denemek ve savaştan yenilenmiş olarak çıkmak. Alman koşullarının ve işçilerin farklı katmanlarının durumlarının yakından incelenmesinden sonra açıkça ortaya çıkan, coşkulu politik kitle mücadelelerinin gelen döneminin Alman sendikaları için kaygısı duyulan ve onu tehdit eden çöküşü değil, tersine onların güç sahalarının süratli, sıçramalı bir gelişimi için yeni ve önceden kestirilemeyen perspektifleri beraberinde getireceğidir.

Ancak bu sorunun bir başka yanı da var. Kitle grevlerini ciddi politik eylemler olarak yalnızca örgütlü olanlarla gerçekleştirme planı tümden umutsuz bir plandır. Eğer kitle grevi ya da daha çok kitle grevleri, kitle mücadeleleri, başarılı olmak istiyorsa, o halde gerçek bir halk hareketine dönüşmek zorundadır.

Yani proletaryanın en geniş katmanlarını birlikte mücadeleye çekmelidir. Parlamenter biçiminde bile proleter sınıf mücadelesinin gücü, küçük örgütlü çekirdeğe değil, devrimci bir anlayışa sahip proletaryanın etrafındaki geniş çevreye dayanır. Sosyal demokrasi sırf birkaç yüz bin örgütlü üyesiyle seçim kavgalarına girmek isterse, o durumda kendi kendini sıfırlamaya mahkûm etmiş olacaktır.

Seçmenlerinden oluşan bütün büyük kümenin hemen hepsini parti örgütüne almak, sosyal demokrasinin bir eğilimiyse de, sosyal demokrasinin 30 yıllık deneyimi göstermiştir ki parti örgütünün büyümesiyle seçmen kitle si genişletilmez, aksine işçi sınıfının seçim mücadelesiyle ayrı ayrı kazanılmış taze katmanları bunu izleyen örgüt tohumlaması için ekilecek alanı oluşturur.

Burada da mücadele gruplarını sadece örgüt sağlamaz, aksine mücadele daha yüksek bir ölçüde örgüte kazanılacak gruplar sağlar. Bu parlamenter mücadeleden ziyade, çok daha yüksek bir ölçüde doğrudan politik kitle eyleminde de böyledir. Sosyal demokrasi işçi sınıfının örgütlü çekirdeği olarak tüm emekçi halkın önder öncü grubuysa ve işçi hareketinin politik netliği, gücü, birliği tam da bu örgütten kaynaklanıyorsa, o halde proletaryanın sınıf hareketi asla örgütlü azınlığın hareketi olarak kavranamaz.

Her gerçek büyük sınıf mücadelesi en geniş kitlelerin desteğine ve katılımına dayanmak zorundadır ve sınıf mücadelesinin bu katılımı hesaba katılmamış, sırf proletaryanın askeri disipline sahip küçük bir bölümünün güzel, uygun adımlarına dayandırılmış bir stratejisi daha başından acıklı bir fiyaskoya mahkûmdur.

Demek ki, Almanya’da kitle grevlerinin, politik mücadelelerin yalnızca örgütlüler tarafından taşınmasının ve yalnızca bir parti merkezinden düzenli biçimde “idare edilmesi”nin beklenmesi mümkün değildir. Bu durumda da, yine tamamen Rusya’daki gibi, önemli olan, “disiplin”, “eğitim”, destek ve masraf sorunlarının önceden olabildiğince özenle belirlenmesinden çok, örgütlü olmayan ama içinde bulundukları ortama göre devrimci olan proleter kitleleri kazanmaya ve birlikte yürütmeye muktedir olabilecek gerçek bir devrimci, kararlı sınıf eylemidir.

Proletaryanın sınıf mücadelesindeki örgütünün rolünün abartılması ve yanlış değerlendirilmesi, alışılageldiği gibi örgütlenmemiş proleter kitlelerin ve onların politik olgunluğunun küçümsenmesiyle tamamlanmaktadır. Hızlı kapitalist gelişimin tüm eğitici etkisi ve sosyal demokrasinin en geniş halk katmanları üzerindeki etkisi, devrimci bir dönemde, büyük sarsıcı sınıf mücadelesinin fırtınası içinde görülür. Sakin zamanlarda örgütlerin listeleri ve bizzat seçim istatistikleri buna dair yalnızca çok zayıf bir fikir verir.

Rusya’da yaklaşık iki yıldır, işçilerin işverenle olan en küçük kısmi çatışmasından, hükümet organlarının en küçük bölgesel vahşiliğinden hemen proletaryanın büyük bir genel eyleminin oluşabileceğini gördük. Rusya’da “devrim” olduğu için de herkes bunu doğal görüyor ve doğal buluyor. Ama bu ne an lama gelmektedir?

Bu, Rus proletaryasının sınıf duygusunun, sınıf içgüdüsünün canlı olduğu ve onun herhangi bir küçük işçi grubunun herhangi bir kısmi meselesini dolaysız bir genel mesele olarak hissetmesini ve şimşek hızıyla bir bütün halinde buna tepki göstermesini sağlayacak ölçülerde canlı olduğu anlamına gelmektedir. Almanya, Fransa, İtalya ve Hollanda’da en şiddetli sendikal anlaşmazlıklar işçi sınıfının -sadece örgütlü bölümünün bile olsa- hiçbir genel eylemini doğurmazken, Rusya’da en ufak bir neden bile tam bir fırtına yaratıyor.

Ama bu genç, eğitimsiz, az aydınlanmış ve çok daha az örgütlenmiş Rus proletaryasının sınıf içgüdüsünün, Almanya’nın ya da başka bir Batı Avrupa ülkesinin, örgütlü, eğitimli ve aydınlanmış işçilerinden sonsuz ölçüde daha güçlü olduğundan başka bir anlama gelmiyor. Bu “çürük Batı” ile karşılaştırıldığında “genç ve kullanılmamış olan Doğu”nun özel bir edimi değil, dolaysız devrimci kitle eyleminin basit bir sonucudur. Aydın Alman işçisinin sosyal demokrasi tarafından aşılanmış sınıf bilinci teoriktir, gizildir:

Burjuva parlamenterizminin egemenliği döneminde sınıf bilinci genelde doğrudan kitle eylemi olarak işlev gösteremez; burada sınıf bilinci, seçim mücadeleleri sırasındaki seçim çevrelerinin paralel eylemlerinin birçok ekonomik kısmi mücadelelerin ve benzerlerinin düşünsel bir toplamıdır. Kitlenin politik sahnede bizzat göründüğü devrim içinde, sınıf bilinci, pratik ve aktif bir sınıf bilinci olur. Bundan dolayı 30 yıllık parlamenter ve sendikal mücadelenin Alman proletaryasına yapay olarak dahi vermeyi başaramadığı “eğitimi”, Rus proletaryasına devrim bir yılda vermiştir.

Elbette, proletaryanın bu canlı, etkin sınıf duygusu devrim döneminin bitiminden ve burjuva parlamenter bir hukuk devletinin inşa edilmesinden sonra Rusya’da da önemli ölçüde azalacak ya da çok daha saklı, gizil bir duyguya dönüşecektir. Ama tersine Almanya’da güçlü bir politik eylemler döneminde canlı, eylem yetenekli devrimci sınıf duygusu proletaryanın en geniş ve en alttaki katmanlarını da saracaktır ve bu sosyal demokrasinin o zamana dek gerçekleştirebildiği eğitim ne denli muazzamsa, o denli güçlü ve hızlı olacaktır.

Bu eğitim ve tüm günümüz Alman politikasının teşvik edici ve devrimci etkisi, sosyal demokrasinin ciddi devrimci bir dönem içerisinde, şimdi görünüşe göre politik bir budalalıkla sosyal demokrasinin ve sendikaların tüm örgütlenme denemelerine karşı duyarsız olan bütün o kümeleri birdenbire etkileyerek meyvasını verecektir.

Örgütsüz kitlelerin eğitimiyle ilgili olarak, on yıl süren halk toplantılarının ve bildiri dağıtımının bitirmeyi başaramadığı eseri, devrimci dönemin altı ayı tamamlayacaktır. Almanya’daki koşullar böyle bir dönem için gerekli olgunluk derecesine ulaştığında, bugün örgütsüz ve geri kalmış katmanlar mücadele içinde doğaları gereği, birlikte sürüklenmeyen en radikal, en atılgan öğeler olacaklardır. Almanya’da kitle grevleri olursa, o zaman en iyi örgütlenmemişlerin; maden işçilerinin, döküm işçilerinin, belki de hatta tarım işçilerinin en büyük eylem yeteneğini geliştirecekleri hemen hemen kesindir.

Böylelikle kitle grevlerinde idarenin asıl görevleri ve sosyal demokrasinin rolüyle ilgili olarak, Rusya’daki gelişmelerin analizinde olduğu gibi Almanya’da da aynı sonuçlara ulaştık. Demek ki, parti ve sendikaların, örgütlü azınlığın kumanda ettiği gösteri nitelikli kitle grevleriyle ilgili yapay olarak yarattığı titiz şemayı terk ederek, sınıfsal karşıtların ve politik ortamın aşırı düzeyde keskinleşmesinden asli bir güçle oluşan ve coşkulu politik mücadeleler gibi ekonomik mücadelelerde, kitle grevinde boşalan gerçek bir halk hareketinin canlı tablosuna döndüğümüzde, o zaman sosyal demokrasinin görevinin kitle grevini teknik olarak hazırlamak ve idare etmek değil, hepsinden önce tüm hareketin politik önderliğini üstlenmek olduğu anlaşılır.

Sosyal demokrasi proletaryanın sınıf bilinci en fazla gelişmiş ve en aydın öncüsüdür. Sosyal demokrasi kaderci bir şekilde kollarını açarak “devrimci ortam”ın oluşmasını ve gökten kendiliğinden bir halk hareketinin kucağına düşmesini bekleyemez ve beklememelidir. Tam aksine, her zaman olduğu gibi olayların gelişiminin önünde koşmak, onları hızlandırmaya çalışmak zorundadır. Ama bunu zamanlı zamansız, birdenbire kitle grevi “şiarını” atarak değil, hepsinden önce, en geniş proleter katmanlarına, gelip çatan bu devrimci dönemin başlangıcının kaçınılmazlığını, buna yol açan iç sosyal uğrakları ve politik sonuçları açıkça anlatarak yapabilir.

Eğer en geniş proleter katmanları sosyal demokrasinin politik bir eylemi için kazanılacak ve sosyal demokrasi bir kitle hareketinde gerçek idareyi ele alacak ve elinde tutacaksa, gelen mücadele döneminde taktiği ve hedefleri tüm açıklığıyla, sonuçlarıyla ve kararlılığıyla Alman proletaryasına göstermeyi bilmelidir.

VII

Rusya’daki kitle grevinin, sosyal demokrasinin amaçlı bir taktiğinin yapay bir türü olmadığını, şimdiki devrimin zemininde doğal bir tarihsel görüngü olduğunu gördük. Rusya’da devrimin bu yeni görüngü biçimini doğuran uğraklar hangileridir?

Rus devriminin bundan sonraki görevi, mutlakiyetçiliğin kaldırılması ve modern bir parlamenter burjuva hukuk devletinin kurulmasıdır. Bu görev biçimsel olarak, Almanya’da Mart devriminin, Fransa’da 18. yüzyılın bitişindeki büyük devrimin önünde duranla aynıdır. Ancak, bu biçimsel anlamda benzer devrimlerin gerçekleştiği koşullar, tarihsel koşullar bugünkü Rusya’dan temel olarak farklıdır. Ayırt edici olan nokta, Batı’nın burjuva devrimleri ile Doğu’nun bugünkü burjuva devrimleri arasında kapitalist gelişimin bütün devrinin çoktan tamamlanmış olmasıdır.

Bu gelişim yalnızca Batı Avrupa ülkelerini değil, mutlakiyetçi Rusya’yı da etkisi altına almıştır. Tüm sonuçları, modern sınıfsal ayrımı, göze çarpan sosyal tezatları, modern büyük kent yaşamı ve modern proletaryası ile büyük sanayi, Rusya’da egemen oldu, yani sosyal gelişimde son sözü söyleyen üretim biçimi oldu.

Ama bundan da, biçimsel görevlerine göre burjuva devriminin ilk etapta modern sınıf bilinci olan proletarya tarafından gerçekleştirilecek ve uluslararası çevrede burjuva demokrasisinin çürüdüğünün görüldüğü dönemde olması gibi tuhaf, çelişkilerle dolu tarihsel bir durum ortaya çıktı.

Batı’nın, küçük burjuvazi içine dağılmış proleter kitlenin burjuvaziye sürü hizmeti gördüğü daha önceki devrimlerinde olduğu gibi önder olan devrimci unsur burjuvazi değil, tam tersine, büyük burjuva katmanları kısmen doğrudan karşı devrimci, kısmen zayıf-liberal iken ve sadece kentli küçük burjuva aydınların yanındaki kırsal küçük burjuvazi mutlak muhalefet, evet, devrimci bir anlayışa sahip iken, şimdi önder ve itici unsur proletaryadır.

Burjuva devriminde önder rolü bu ölçülerde belirlenmiş olan Rus proletaryası, burjuva demokrasisinin tüm illüzyonlarından arınmış olarak, emek ile sermaye arasındaki karşıtlığın iyice sivrildiği bir ortamda kendi özgün sınıf çıkarlarının güçlü gelişmiş bilinciyle mücadeleye girmiştir.

Bu çelişki dolu ilişki ifadesini, bu biçimsel burjuva devriminin içinde burjuva devrimin mutlakiyetçiliğe olan aykırılığına proletaryanın burjuva toplumuna olan aykırılığının ege men olması, proletaryanın mücadelesinin eş değerde bir güçle aynı zamanda mutlakiyetçiliğe ve kapitalist sömürüye karşı yönelmesi, devrimci mücadeleler programının aynı baskıyla politik özgürlüğe ve sekiz saatlik işgününün ele geçirilmesine olduğu gibi, proletaryanın insan onuruna layık bir maddi varoluşa yönelmesi gerçeğinde bulmaktadır. Rus devriminin bu iki yönlü karakteri, kendini Rusya’daki olaylardan öğrendiğimiz ve ifadesini kitle grevinde bulan ekonomik mücadelenin politik mücadele ile olan içsel bağında ve etkileşiminde dışa vurmaktadır.

Bir yanda devrimci kitlenin politik eğitiminin ve yönlendirilmesinin burjuva partilerce gerçekleştirildiği ve öte yanda eski hükümetin çıplak yıkımı söz konusu olduğu daha önceki burjuva devrimlerinde, kısa barikat savaşı devrimci mücadeleye uyan bir biçimdi. İşçi sınıfının devrimci mücadelenin akışı içinde kendini bizzat aydınlatmak, bizzat toplamak ve yönetmek zorunda olduğu ve devrimin de eski devlet baskısına olduğu gibi kapitalist sömürüye karşı da yöneldiği bugün ise, kitle grevi, hem en geniş proleter katmanlarını bizzat kazanacak, devrimcileştirecek ve örgütleyecek doğal bir araç olarak, hem de aynı zamanda eski devlet baskısını dibinden budayacak, devirecek ve kapitalist sömürünün önüne geçecek bir araç olarak görünüyor. Kentli sanayi proletaryası şimdi Rusya’da devrimin ruhudur.

Ama kitle olarak herhengi bir eylem yürütebilmek için proletarya, önce kitlesel olarak yeniden toparlanmalıdır. Bu amaç için, her şeyden önce fabrikalardan ve atölyelerden, dökümhanelerden ve ocaklardan çıkmalı, sermayenin gündelik boyunduruğu altında her bir atölyede mahkûm edildiği atomize olmayı ve parçalanmayı aşmalıdır. Kitle grevi, proletaryanın her büyük devrimci eyleminin ilk doğal ve atak biçimidir. Ve sanayi ne denli sosyal ekonominin egemen biçimiyse, proletaryanın devrimdeki rolü ne denli seçkinse ve emek ile sermaye arasındaki çelişki ne denli gelişmişse, kitle grevleri de o denli güçlü ve sonuç alıcı olmalıdır. Burjuva devrimlerinin önceki ana biçimi olan barikat savaşı, devletin silahlı güçleriyle yüzyüze çarpışma, bugünkü devrimde yalnızca en dışta bir nokta, proleter kitle mücadelesinin tüm sürecinde yalnızca bir uğraktır.

Böylece devrimin yeni biçiminde, Alman sosyal demokrasisinin oportünistleri olan Bernstein, David gibilerinin peygamberler gibi önceden bildirdikleri sınıf mücadelesinin uygarlaşması ve yumuşamasına da erişildi. Bu adı geçenler elbette sınıf mücadelesinin uygarlaşmasını ve yumuşamasını, küçük burjuva demokratik illüzyonların ruhu içinde, sınıf mücadelesinin yalnızca parlamenter mücadeleyle sınırlanmasında ve sokak devriminin basitçe ortadan kaldırılmasında görmekteydiler.

Tarih ise çözümü biraz daha derin ve ince bir şekilde buldu: Doğal olarak çıplak, acımasız sokak savaşının yerini tutmayan ve onu gereksiz kılmayan ama onu yalnızca uzun bir politik mücadele döneminin bir uğrağına indirgeyen ve aynı zamanda devrimci dönemi kelimenin tam anlamıyla muazzam bir kültür eserine bağlayan devrimci kitle grevlerinin yükselişinde: kapitalist sömürünün barbar biçimlerinin “uygarlaştırılması” yoluyla bütün işçi sınıfının maddi ve ruhsal düzeyinin yükseltilmesi.

Böylece kitle grevi, Rusya’ya özgün mutlakiyetçilikten fırlamış bir ürün olmadığını proleter sınıf mücadelesinin sınıf ilişkilerinden ve kapitalist gelişimin günümüzdeki aşamasından çıkan genel bir biçim olduğunu kanıtlıyor. Üç burjuva devrimi, yani Büyük Fransız devrimi, Alman Mart devrimi ve şimdiki Rus devrimi, bu noktadan hareketle kapitalist yüzyılın tarihinin ve sonunun yansıdığı, ilerlemeye devam eden bir zincirin gelişimini oluşturur.

Fransız devriminde burjuva toplumunun henüz hiç gelişmemiş iç çelişkileri, uzunca bir dönem için ancak devrim ateşinde filizlenebilen tüm çelişkilerinde engellenmeden ve zorlanmadan acımasız radikalizmle tepinebilecekleri mekânı sağladı. Yarım yüzyıl sonra Alman burjuvazisinin kapitalist gelişimin yarı yolu üzerinde patlak veren devrimi, çıkarların zıtlığından ve emek ile sermaye arasındaki güç dengesinden dolayı daha ortasından bağlanmış ve burjuva-feodal bir uzlaşma ile boğularak kısa, acıklı, sözünün yarısında sesi kesilen bir bölüme indirgenmiştir.

Bir yarım yüzyıl daha ve bugünkü Rus devrimi: Burjuva devriminin artık burjuvazi ile proletarya arasındaki karşıtlıktan dolayı boğulamayıp, mutlakiyetçilikle eski hesapların kapatılmasının devrimin açtığı birçok yeni hesap karşısında ufak bir şey olarak görüneceği, en muazzam sosyal mücadelelerin yeni, uzun bir dönemin biçimleneceği, kapitalist toplumun doruk noktasını, bu dağı çoktan aşmış tarihsel yolun bir noktasında duruyor.

Böylece bugünkü devrim, Rusya’nın mutlakiyetçilikle olan özel meselesi ile aynı zamanda uluslararası kapitalist gelişimin genel sonuçlarını da gerçekleştirmekte ve Batı’nın eski burjuva devrimlerinin takipçisi olmaktan çok proleter devrimlerinin yeni dizisinin bir öncüsü olarak görülmektedir. Bu geri kalmış ülke, tam da burjuva devrimlerini öylesine affedilmez biçimde geciktirdiği için Almanya proletaryasına ve en ileri kapitalist ülkelerin proletaryasına yollar ve yöntemler göstermektedir.

Bu açıdan bakıldığında, Rus devrimini güzel bir oyun, “Rusya’ya özgü” bir şey olarak uzaktan izleme ve en fazla mücadele edenlerin kahramanlığına, yani mücadelenin dış aksesuarlarına hayran olmak tümüyle yanlış görünüyor.

Alman işçilerinin Rus devrimine kendi meseleleri olarak bakmayı öğrenmeleri, bunu yalnız Rus proletaryası ile uluslararası sınıf dayanışması anlamında değil, her şeyden önce kendi sosyal ve politik tarihlerinden bir bölüm olarak algılamaları çok daha önemlidir. Ve Alman koşullarını henüz ham bulan sendika liderlerinin ve parlamenterlerin Almanya’daki sınıf ilişkilerinin olgunluğu ve proletaryanın gücü için ölçütün Alman sendikalarının istatistikleri ya da seçim istatistikleri değil, Rus devriminin gelişmeleri olduğundan haberi yok anlaşılan. Fransa’da Temmuz monarşisi altında sınıf çatışmalarının ve Alman Mart devriminde Paris Haziran savaşının olgunluğu, bunların akışında ve fiyaskosunda nasıl yansıtıldıysa, bugün aynı şekilde Almanya’daki sınıf çatışmaları da Rus devriminin gelişiminde ve gücünde yansıtılmaktadır.

Alman işçi hareketinin bürokratları, güçlerinin ve olgunluklarının kanıtlarını bürolarının çekmecelerinde tırım tırım ararken, aradıkları şeyin gözlerinin tam önünde tarihsel bir açıklık olduğunu görmüyorlar. Çünkü tarihsel olarak bakıldığında, Rus devrimi uluslararası işçi hareketinin, yani en başta Alman işçi hareketinin güç ve olgunluğunun yansımasıdır.

Bu nedenle, Alman proletaryası Rus devriminden -yoldaş Frohme, Elm ve diğerlerinin istediği gibi- yalnızca onun mücadelesinin dış biçimini (kitle grevini) ele almak ve onu parlementonun seçim hakkının elinden alınması durumu için bir silah olarak saklamak, yani parlementer savunmanın pasif bir aracı olarak hadım etmek isterse, bu, Rus devriminden çok acınacak ve gülünç küçüklükte bir sonuç çıkarmak olur. Eğer parlamento seçim hakkımızı elimizden alırsa, kendimizi savunuruz. Bu tamamen doğal bir karardır. Ama bu karara varmak için örneğin yoldaş Elm’in Jena’da30 yaptığı gibi, Danton’un kahramanca pozuna bürünmek gerekmez; zira parlamenter hakların elde edilmiş mütevazi ölçüsünün savunulması, Rus devriminde olduğu gibi korkunç insan kaybının teşviğini gerektiren, göğü yerinden oynatan bir yenilikten çok, her muhalefet partisinin basit ve ilk görevidir.

Ancak tek başına savunma, proletaryanın devrimci dönem içindeki politikasını hiçbir zaman tüketmemelidir. Bir yandan Almanya’da genel seçim hakkının yok edilmesinin, mutlaka hemen bir kitle grevi eylemini doğuracak ortamı oluşturacağını önceden söyleyebilmek çok zordur, öte yandan da Almanya’da coşkulu kitle grevi eylemleri dönemine girdiğimiz anda, sosyal demokrasinin taktiğini sırf parlamenter savunma üzerine kurmasının olanaksız olduğu kesindir.

Almanya’da kitle grevlerinin başlama nedenini ve anını önceden belirlemek sosyal demokrasinin gücü dışındadır, çünkü parti kararıyla tarihsel ortamları oluşturmak onun gücünü aşar. Ama onun yapabileceği ve yapmak zorunda olduğu şey, başladıkları andan itibaren bu mücadelelerin politik yönlerini açıkça ortaya koymak ve kararlı, sonuca giden bir taktik formüle etmektir. Tarihsel olaylar yönetmeliklerle değil, önceden olanların olası, hesaplanabilir sonuçlarının bilincine varılarak ve kendi davranış biçimini buna ayarlayarak dizginlenebilir.

Birkaç yıldır bu konuda hazırlıklı olan Alman işçi hareketini şu anda tehdit eden en yakın tehlike, çalışan halk kitlesinin en geniş katmanlarının en önemli politik hakkı olan parlamento seçim hakkını elinden almak isteyen gericiliğin yapacağı bir hükümet darbesidir.

Bu muhtemel olayın muazzam etki alanına rağmen, bir kitle hareketinde ortamı belirleyen tüm sayısız koşul ve uğrakları bilemediğimiz için, hükümet darbesinin hemen ardından kitle grevi biçiminde bir halk hareketinin başlayacağını kesin olarak söyleyebilmek, daha önce de dediğimiz gibi, olanaksızdır.

Ancak Almanya’daki koşulların şu anki aşırı gerginliğini ve öte yandan Rus devriminin çeşitli uluslararası etkilerini ve ayrıca geleceğin yenilenmiş Rusya’sını göz önüne alırsak, Alman politikasında parlamento seçim hakkının gaspedilmesiyle oluşacak bir darbenin yalnızca bu seçim hakkı için olacak bir mücadeleyle sınırlı kalmayacağı açıktır. Bu hükümet darbesi, bir defa öfkelenmiş ve ayaklanmış halk kitlelerinin asli bir güçle gericiliğe karşı girişeceği kısa ya da uzun vadeli büyük bir genel hesaplaşmasını ardından getirecektir.

Ekmek vurguncusuyla, et fiyatlarını yapay olarak yükseltenlerle, militarizmin ve deniz yayılmacılığının uç bucak tanımayan sömürüsüyle, sömürgeci politikanın kokuşmuşluğuyla, Könisgberg davasının31 ulusal rezaletiyle, sosyal reformların durdurulmasıyla, demiryolu işçilerinin haklarını ellerinden alanlarla, maden işçilerini aldatanlarla ve alay edenlerle, Löbtau kararıyla32 ve tüm sınıf hukukuyla, acımasız lokavt sistemiyle, kısacası Doğu Elbe asilzadelerinin ve kartelleşmiş büyük sermayenin birleşik egemenliğinin yirmi yıllık baskısıyla hesaplaşma.

Ama taş bir defa yuvarlanmaya başladı mı, sosyal demokrasi istesin ya da istemesin, artık durdurulamaz. Kitle grevine karşı olanlar Rus devriminin derslerinin ve örneklerinin Almanya için ölçü olamayacağını, özellikle, Rusya’da da önce Doğu despotizminden modern bir burjuva hukuk devletine muazzam bir sıçramanın yapılmak zorunda kalındığı fikrinden dolayı ileri sürüyorlar.

Eski ve yeni politik düzen arasındaki biçimsel mesafe, Rusya’daki devrimin şiddetini ve gücünü açıklamakta yeterli neden olarak hizmet edecek onlara. Almanya’da da bir hukuk devleti için gerekli biçimlere ve güvencelere çoktandır sahibiz. Bundan dolayı da sosyal çelişkilerin burada temel olarak azmaları olanaksızdır.

Demek ki bu kurguları yapanlar, bir defa açık politik mücadele başladığında, Almanya’da tarihsel bir zorunluluk olan hedeflerin bugün Rusya’da olduğundan çok farklı olacağını unutuyorlar. Tam da Almanya’da burjuva hukuk düzeni çoktandır varolduğu için, kendini bütünsel olarak tüketmeye ve sona ermeye ve burjuva demokrasisi ve liberalizmi ölmeye zaman bulduğu için, bir burjuva devriminden söz edilemez. Bundan dolayı Almanya’daki açık politik halk mücadeleleri döneminde tarihsel açıdan zorunlu hedef olarak yalnızca proletarya diktatörlüğü söz konusu olabilir. Ama Almanya’nın bugünkü koşullarında oluşan görevin mesafesi, doğu despotizmi ile burjuva hukuk düzeni arasındaki mesafeden çok daha muazzamdır ve bu nedenle bu görev bir hamlede değil, dev boyutlarda sosyal mücadelelerin uzun döneminde tümüyle yerine getirilebilir.

Peki ama çizdiğimiz perspektiflerde çarpıcı bir çelişki yok mu? Hem bir yandan politik kitle eyleminin gelecekteki muhtemel bir döneminde hepsinden önce Alman proletaryasının en geri kalmış katmanları olan tarım işçileri, demiryolcular, posta köleleri önce sendika hakkını ele geçirecekler, sömürünün en beter urları yok edilecek deniyor, hem de öte yandan bu dönemin politik görevinin proletarya sayesinde politik iktidarı ele geçirmek olması gerektiği söyleniyor!

Bir yandan bir sonraki çıkarlara yönelik ekonomik, sendikal mücadele, öte yandan sosyal demokrasinin işçi sınıfının maddi açıdan kaldırılması olan en ileri hedefi! Mutlaka, bunlar çarpıcı çelişkiler, ama bizim sağduyumuzun değil, kapitalist gelişimin çelişkileri.

Bu çelişki güzel, doğrusal bir çizgi olarak değil, diklemesine, şimşek benzeri bir zikzaklar biçimindedir. Farklı kapitalist ülkeler gelişimin en farklı evrelerini gösterirken, bunu her bir ülke içerisinde aynı işçi sınıfının farklı katmanları da gösterir. Ama tarih büyük bir sabırla, en geri kalmış ülkelerin ve katmanların en ileri gelişmişleri geçmesine ve böylece tüm bunların düzgün bir sütun gibi simetrik olarak hareket etmelerini bekleyemez. Koşullar bunun için olgunlaştığı anda en önde ve topun ağzındaki noktaları infilak ettirir ve devrimci dönemin seli içinde birkaç gün ve aya kadar kaçırılmış olan fırsatlar telafi edilir, eşitsizlik eşitlenir, tüm sosyal ilerleme bir hamlede hücum adımına uydurulur.

Nasıl ki Rus devriminde gelişmiş ve farklı işçi katmanlarının çıkarlarının tüm basamakları devrimin sosyal demokrat programında ve sayısız kısmi mücadeleler proletaryanın büyük ortak sınıf eyleminde birleşiyorsa, koşullar olgunlaştığında Almanya’da da durum bu olacaktır. O zaman sosyal demokrasinin görevi, taktiğini gelişimin en geri kalmış aşamalarına değil, en ileri aşamalarına yöneltmektir.

VIII

Alman işçi sınıfını önümüzdeki dönemde bekleyen büyük mücadeleler için en önemli gereklilik, taktikler konusunda tam bir kararlılığın ve tutarlılığın yanı sıra, mümkün olabildiğince eylem yeteneği, yani proleter kitlenin önderi durumundaki sosyal demokrat bölümün olabildiğince birliğidir. Bununla birlikte büyükçe bir kitle eyleminin hazırlanmasına yönelik ilk zayıf deneme ortaya önemli bir çarpıklığı çıkartmıştır: İşçi hareketinin iki örgütü olan sosyal demokrasi ile sendikalar, birbirlerinden tümüyle ayrı ve bağımsızlar.

Rusya’daki kitle grevlerine ve Almanya’daki koşullara yakından göz atıldığında, yalnızca bir defalık bir gösteri olarak sınırlanmayan, gerçek bir mücadele eylemi olacak herhangi bir büyükçe kitle eyleminin, politik denilen bir kitle grevi olarak düşünülmesinin olanaksız olduğu açıkça görülüyor. Almanya’daki sendikalar, bu türden bir eyleme sosyal demokrasi ile aynı derecede katılacaklardır.

Ama bu, sendikacıların sandığı gibi, sosyal demokrasinin yetersiz örgütlenmesinin ışığında 1.250.000 sendikalının işbirliğine ihtiyacı olduğundan ve “onlar olmadan” hiçbir şey gerçekleştiremeyeceğinden değil, çok daha derinde yatan bir nedenden dolayıdır:

Çünkü her doğrudan kitle eyleminin ya da açık sınıf mücadelelerinin aynı zamanda bir politik ve ekonomik niteliği de olacaktır. Almanya’da herhangi bir vesileden dolayı herhangi bir zamanda büyük politik mücadelelerin, kitle grevlerinin yaşanması, aynı zamanda muazzam boyutlarda sendikal mücadelelerin de kapısını açacaktır. Bunlar olurken, sendikacıların bu hareketi kutsayıp kutsamadığı33 hiç sorulmayacaktır.

Sendikalar ya hareketin yanında yer alırlar ya da ona karşı çıkarlar ki, o zaman da bu tavrın elde edeceği başarı yalnızca, sendika liderlerinin34 olayların dalgasıyla basitçe bir kenara itilmesi ve kitlenin ekonomik ve politik mücadelesinin onlar olmadan sonuna dek sürdürülmesi olacaktır.

Gerçekten de politik mücadele ile ekonomik mücadele arasındaki ayrım ve her ikisinin birbirinden bağımsız olmaları, parlamenter dönemin tarihsel olarak zorunlu bir ürünü de olsa, yapay bir sonuçtur. Burada bir yandan burjuva toplumun sakin, “normal” yaşamı içerisinde ekonomik mücadele parçalara bölünerek, her bir işletmede, her bir üretim dalında birçok mücadelelere ayrılır; öte yandan politik mücadele bizzat kitle tarafından doğrudan bir eylem olarak değil, burjuva devletinin biçimlerine uygun olarak temsili yollardan, yasamayı temsil edenlere uygulanacak baskıyla yürütülür.

Devrimci mücadeleler dönemi başlar başlamaz, yani kitleler savaş meydanında görünür görünmez, politik mücadelenin doğrudan olmayan mücadele biçimleri gibi ekonomik mücadelenin parçalanması da sona erer; devrimci bir kitle eyleminde politik ve ekonomik mücadeleler birbirleri içinde erir ve işçi hareketinin birbirinden tümüyle bağımsız biçimleri gibi görünen sosyal demokrasi ile sendika arasındaki yapay engel de basitçe ortadan kalkar.

Ama devrimci bir kitle eyleminde gözle görünür bir şekilde ifadesini bulan şey, parlamenter dönem için de gerçek bir durum olarak geçerlidir. İşçi sınıfının iki ayrı sınıf mücadelesi, yani ekonomik ve politik mücadelesi yoktur. Burjuva toplum içerisindeki kapitalist sömürünün sınırlanmasına ve sömürünün tüm burjuva toplumu ile birlikte oradan kaldırılmasına yönelik yalnızca bir tek mücadele vardır.

Sınıf mücadelesinin bu iki yanı, parlamenter dönemde teknik nedenlerden birbirlerinden ayrılsa da, birbirine koşut giden iki eylemi değil, yalnızca iki aşamayı, işçi sınıfının özgürleşme mücadelesinin iki basamağını oluşturur. Sendikal mücadele işçi hareketinin günlük çıkarlarını, sosyal demokrat mücadele ise gelecekteki çıkarlarını kapsar. Komünistler, der Komünist Manifesto, proleterlerin farklı grup çıkarlarının (ulusal, yerel çıkarlar) karşısında tüm proletaryanın ortak çıkarlarını ve sınıf mücadelesinin farklı gelişme aşamalarında tüm hareketin çıkarlarını, yani proletaryanın kurtuluşunun son hedeflerini temsil ederler. Sendikalar grup çıkarlarını ve işçi hareketinin gelişme aşamalarından birini temsil eder. Sosyal demokrasi, işçi sınıfını ve onun kurtuluş çıkarlarını genelde temsil eder.

Buna göre sosyal demokrasinin sendikalar ile olan ilişkisi bir bütünün parçası ile olan ilişkisidir. Eğer sosyal demokrasi ile sendikaların “eşit haklara sahip olma” teorisi sendikacılar arasında bu denli çok yankı buluyorsa, bu bizzat sendikaların özünün ve onların işçi sınıfının genel kurtuluş mücadelesi içindeki rollerinin kavranmamasından kaynaklanmaktadır. Sosyal demokrasinin ve sendikaların koşut eylemiyle ve “eşit haklara sahip olmaları”yla ilgili bu teori, havadan yakalanmamış olup tarihsel köklere sahiptir. Zira bu teori, sosyal demokrasinin politik mücadelesinin parlamenter mücadele içinde massedilmeye başlamış gibi göründüğü burjuva toplumunun sakin, “normal” dönemine ait bir illüzyona dayanmaktadır. Sendikal mücadeleyi tamamlayan diğer parça olan parlamenter mücadele de yalnızca burjuva toplum düzeninin zemini üzerinde yükselen bir mücadeledir.

Nasıl sendikalar ekonomik bir reform çalışmasıysa, parlamenter mücadele de doğası gereği politik bir reform çalışmasıdır. Nasıl sendikalar ekonomik günlük çalışmaysa, parlamenter mücadele de politik günlük çalışmadır. Sendikal mücadele gibi parlamenter mücadele de yalnızca bir safhadır. Proleter sınıf mücadelesinin son hedefleri, bütün içerisinde gelişme basamağı olan parlamenter mücadele gibi sendikal mücadeleyi de aynı ölçüde aşar. Parlamenter mücadelenin sosyal demokrat politika ile olan ilişkisi de aynı sendikal mücadele gibi bütünün parçası ile olan ilişkisi şeklindedir.

Sosyal demokrasi (aslında) hem parlamenter, hem de sendikal mücadelenin burjuva toplum düzeninin ortadan kaldırılmasına yönelik bir sınıf mücadelesinde birleştirilmesidir.

Demek ki, sendikaların sosyal demokrasi ile “eşit haklara sahip olma” teorisi yalnızca teorik bir yanlış anlama, bir karıştırma değil, işçi sınıfının politik mücadelesini gerçekten de parlamenter mücadeleye indirgemek ve sosyal demokrasiyi devrimci proleter bir partiden küçük burjuva bir reform partisine dönüştürmek isteyen sosyal demokrasinin oportünist kanatlarının bilinen eğiliminin bir ifadesidir.35

Eğer sosyal demokrasi, sendikaların “eşit haklar” teorisini onaylarsa, o zaman dolaylı bir şekilde oportünist yönün temsilcilerinin uzun zamandır çabaladıkları dönüşümü de susukunlukla onaylanmış olacaktır.

Almanya’da işçi hareketi içindeki ilişkide böylesi bir değişiklik, herhangi bir ülkeden çok daha olanaksızdır. Sendikaları yalnızca sosyal demokrasinin bir parçası olarak gören teorik ilişki tam da Alman’da klasik izahını gerçeklerde, yaşayan pratikte bulmaktadır ve bu kendini üç yönde ifade etmektedir. Birincisi, Alman sendikaları sosyal demokrasinin doğrudan bir ürünüdür; Almanya’da sendikal hareketin (ilk) başlangıcını yapan, onu büyüten, bugüne dek örgütün yöneticilerini ve en çalışkan taşıyıcılarını yetiştiren odur.

İkincisi, Alman sendikaları, sosyal demokrat öğretinin, sendikal pratiğin ruhunu oluşturması nedeniyle de sosyal demokrasinin bir ürünüdür. Sendikalar, bütün burjuva ve dini sendikalar üzerindeki üstünlüklerini sınıf mücadelesi düşüncesine borçludurlar; sendikaların pratik başarıları ve güçleri pratiklerinin bilimsel sosyalizm teorisi ile aydınlatılmasının ve dar görüşlü ampirizmin çukurundan çıkmış olmasının bir sonucudur. Alman sendikalarının “pratik politika”sının gücü, kapitalist düzenin derin sosyal ve ekonomik bağlayışını kavrayışında yatmaktadır; onlar bu kavrayışı da, pratiklerinin zeminini oluşturan bilimsel sosyalizm teorisinden başka hiçbir şeye borçlu değildirler.

Bu anlamda, sendikaların sosyal demokrat teoriden kurtulmasına ve sosyal demokrasiye karşı başka bir “sendikal teori” bulmaya yönelik arayış, bizzat sendikalar açısından bir intihar denemesinden başka hiçbir şey değildir. Sendikal pratiği bilimsel sosyalizm teorisinden ayırmak, Alman sendikaları için, bütün burjuva sendika türlerine karşı olan tüm üstünlüklerinin anında kaybedilmesi, şimdiye dek bulundukları yükseklikten tutunacak hiçbir dalı olmayan bir amatörlüğün ve saf, yavan bir ampirizm düzeyine düşmek anlamına gelecektir.

Nihayet üçüncüsü de, sendikalar -liderleri giderek bunu unutmuş olsa da doğrudan sayısal güçleri açısından sosyal demokrat hareketin ve sosyal demokat ajitasyonun ürünüdür.36 Bazı sendika yöneticileri, 1.250.000’i bulan üyelerinin fazlalığından duydukları gururla (ve başkalarının zarar görmesinden biraz sevinç duyarak) sosyal demokrasinin örgütlü üyelerinin henüz yarım milyona bile ulaşmamış sayısına yukarıdan bakıyorlar ve onlara, sosyal demokratların aralarında sendikal gelişimin perspektiflerine henüz kötümser olarak bakılan 10-12 yıl öncesini anımsatmak hoşlarına gidiyor.

Ama bu iki gerçeğin arasında, sendika üyelerinin yüksek rakamı ve sosyal demokrat üyelerin düşük rakamı arasında, belirli bir ölçüde “doğrudan” bir nedensellik ilişkisi olduğunu hiç farketmiyorlar. Binlerce ve binlerce işçi parti örgütlerine girmiyor, çünkü sendikalara giriyorlar.

Teoriye göre bu, tüm işçilerin iki kez örgütlenmiş olmaları anlamına geliyor. İki toplantıya katılmak, iki aidat ödemek, iki işçi yayını okumak vs., ancak bunu yapabilmek için, sırf işçi hareketine karşı sorumluluk duygusuyla, zaman ve parayla ilgili günlük özverilerden kaçınmayan, yüksek derecede idealizm ve sezgi gerekmektedir. Son olarak da, salt parti içi yaşam için, yalnızca parti örgütüne ait olmakla tatmin edilebilecek tutkulu bir ilgi gerekir.

Parti yaşamının çok daha zengin bir içeriğe ve çekiciliğe sahip olduğu, işçilerin yaşam standartlarının daha yüksekte seyrettiği büyük kentlerdeki sosyal demokrat işçilerin en aydın ve en bilgili azınlığına bunların hepsi uymaktadır. Ama yerel politik yaşamın bağımsız olmayıp yalnızca büyük şehirlerdeki gelişmelerin bir yansıması olduğu, parti yaşamının da buna bağlı olarak yoksul ve tekdüze olduğu, işçinin ekonomik yaşam standardının çoğunlukla sefil bir düzeyde olduğu büyük şehir işçi kitlesinin geniş katmanlarında ve aynı zamanda taşrada ve küçük, en küçük biçimlerde, çifte örgüt ilişkisi çok zor yürütülebilir.

O zaman kitle içindeki sosyal demokrat anlayışa sahip bir işçi için sorunun çözümü, sendikasına üye olmasıyla gelecektir. Zira o, ekonomik mücadelesinin dolaysız çıkarlarını -ki mücadelenin doğasından gelen bir zorunluluktur bu- mesleki örgüte üye olmadan tatmin edemez. Yaşam standardından önemli anlamda özveride bulunarak ödediği aidat, ona dolaysız, gözle görülür bir yarar sağlayacaktır.

Ama o, sosyal demokrat anlayışını, belli bir parti örgütüne üye olmadan da işlevsel hale getirilebilir. Parlamento seçimlerinde oy kullanarak, sosyal demokrat halk toplantılarına giderek, temsilciler bünyesindeki sosyal demokrat konuşmalar üzerine olan raporları izleyerek, parti yayınlarını okuyarak, bunun için örneğin Berlin’deki sosyal demokrat seçmenlerin sayısı ve Vorwaerts’in abonelerinin sayısı ile örgütlü parti üyelerinin sayısı karşılaştırılabilir.

En önemlisi de, sosyal demokrat anlayışa sahip ortalama bir işçi, sendika içinde de kendini sosyal demokrat olarak örgütlenmiş görmektedir. Bu nedenle de basit bir insan olarak işçi, sendika liderlerinin karmaşık çifte kişilik teorisini anlamamaktadır. Merkezi kuruluşlar resmi bir parti tabelasına sahip olmasalar da, kitle içindeki işçi her şehirde ve şehircikte sendikanın tepesinde, toplum yaşamı içerisinde iyi bir yoldaş, bir sosyal demokrat olarak tanıdığı meslektaşlarını en faal yöneticiler olarak görmektedir. Bunlar kâh millet meclisi, eyalet meclisi kâh sadece konuşmacı ve ajitatörlerdir.

Ayrıca sendikasında yapılan ajitasyonda, çoğunlukla sosyal demokrat ajitasyondan tanıdığı kapitalist sömürü ve sınıf ilişkileri üzerine artık ona aşina ve anlaşılır gelen aynı düşünceleri duymaktadır; evet sendika toplantılarındaki konuşmacıların çoğu ve en sevilenleri (tek başlarına “sohbete can katan” ve başka zamanlar pek az ziyaret edilen uykulu sendika toplantılarını çekici kılan kişiler) tanınmış sosyal demokratlardır.,

Böylece her şey, sınıf bilincine sahip ortalama bir işçiye, sendikal olarak örgütlendiği takdirde işçi partisine de girmiş olacağı, sosyal demokrat olarak örgütleneceği duygusunu vermektedir. Alman sendikalarının asıl propaganda gücü de burada yatmaktadır işte. Merkezi kuruluşlar bugünkü güçlerine, tarafsız görünüşleri sayesinde değil, özlerinin sosyal demokrat gerçeği sayesinde ulaşabildiler. (Bugün bu görüşle Almanya’da gerçekten de kimse yanıltılamamaktadır.) Bu durum farklı burjuva-taraflı, Katolik, Hirsch-Duncker vs. gibi sendikaların varlığıyla olanaksız kılınmıştır ve bunlara dayanarak sözde “tarafsızlığın”37 gerekliliği haklı çıkarılmaya çalışılmıştır.

Hıristiyan, Katolik, Evanjelist ya da serbest inançlı bir sendikaya girmekte tamamen serbest bir Alman işçisi, bunlardan birini değil de “serbest sendika”yı seçer ya da adı geçenlerin birinden buna geçerse, bunu yalnızca, merkezi kuruluşları modern sınıflar mücadelesinin danışık örgütleri ya da aynı şekilde sosyal demokrat örgütleri olarak gördüğü için yapar.

Kısacası, sendika liderleri için varolan “tarafsızlık” görüntüsü, sendikal biçimde örgütlenmiş kitleler için söz konusu değildir. Merkezi kuruluşların38 tüm şansı da budur işte. Eğer “tarafsızlık” görüntüsü, sendikaların sosyal demokrasiye yabancılaştırılması ve ondan ayrılması birgün hakikat ve bilhassa proleter kitlenin özünde gerçek olursa, o zaman sendikalar rakip burjuva dernekler karşısındaki üstünlüklerini ve dolayısıyla propaganda güçlerini, kendilerine can veren ateşi anında yitireceklerdir.

Bu söylenenler genel olarak bilinen gerçeklerle çarpıcı bir şekilde kanıtlanmaktadır. Sendikaların parti politikasının “tarafsızlık” görüntüsü, sosyal demokrasinin kitlelerce tutulmadığı, damgalanmış bir işçi örgütünün kitlenin gözünde yarardan çok zarar getireceği, tek kelimeyle, sendikaların daha gruplarını tamamen bilgisiz, burjuva anlayışa sahip kitleden toplamak zorunda olduğu bir ülkede özendirici bir araç olarak mükemmel hizmetlerde bulunabilir. Böyle bir ülkenin en iyi örneğini, tüm önceki yüzyıl boyunca ve hâlâ bugün de İngiltere sergilemektedir. Ancak Almanya’da parti ilişkileri bambaşkadır. Sosyal demokrasinin en güçlü siyasi parti olduğu, propaganda gücünün üç milyonu aşan proletarya ordusuyla gösterildiği bir ülkede, sosyal demokrasinin kötü adının caydırıcı etkisinden ve işçilere bir mücadele örgütünün gerekli olduğundan söz etmek, politik tarafsızlık taslamak gülünçtür.

Sadece Almanya’daki sosyal demokrat seçmen sayısının sendikal örgütlerin sayısı ile karşılaştırılması, bir çocuğa bile, Alman sendikaların üyelerinin İngiltere’deki gibi bilgisiz, burjuva anlayışa sahip kitleden değil, sosyal demokrasi tarafından çoktan harekete geçirilmiş ve sınıf mücadelesi düşüncesi için kazanılmış kitleden, sosyal demokrat seçmen kitlesinden oluştuğunu açıklamaya yeterli olur. Sendika liderleri, sendikalara sosyal demokrasinin gönüllü okulları olarak bakma düşüncesini -bu “tarafsızlık teorisi”nin bir elzemi- şiddetle reddediyor.

Gerçekte ise, onlara böylesine onur kırıcı gelen, oldukça gönül okşayıcı küstah iddia (ne yazık ki) Almanya’da, koşulların tam tersi olmasının basit gerçeğinden ötürü bir düş haline getirilmiştir. Almanya’da sendikalar için gönüllüler okulunu oluşturan sosyal demokrasidir. Sendikaların örgütlenme çalışması, henüz oldukça zayıf ve yorucu bir uğraş olsa da, öyle ki bu durum sendika yöneticilerinde, yeni proleter toprağına ilk evleği açanın ve ilk tohumları gömenin kendileri olduğu illüzyonunu uyandırmıştır, gerçekte39 sosyal demokrat sabanla yalnızca toprak ekilebilir hale getirilmemiştir, mahsülün büyüyebilmesi için bizzat sendikal tohum ve nihayet tohumlayıcı da “kızıl” ve sosyal demokrat olmalıdır. Eğer bu şekilde sendikaların üye sayılarını sosyal demokrat örgütlerle değil de, sosyal demokrat seçmen kitlesi ile karşılaştırırsak, ki doğrusu da budur, sendika liderlerinin zafer bilincinden40 önemli anlamda sapan bir sonuca ulaşırız.

Zira böylece, “serbest sendikalar”ın, bugün gerçekte Almanya’nın sınıf bilincine sahip işçi sınıfının ancak bir azınlığını oluşturdukları ortaya çıkar ki, milyon rakamıyla ifade edilen örgütleriyle, onlara sosyal demokrasi tarafından temin edilmiş, sınıf mücadelesi için kazanılmış kitlenin daha yarısını bile tüketmemişlerdir.

Ortaya konulan gerçeklerden çıkan en önemli sonuç, sendikal ve sosyal demokrat işçi hareketinin, Almanya’da yaklaşmakta olan kitle mücadelesi için mutlaka gerekli olan birliğinin gerçekte varolduğudur ve bu birlik sosyal demokrasi gibi sendikaların temelini oluşturan ve bilinçlerinde hareketin her iki yanının düşünsel bir birlikte eridiği geniş kitlede cisimleşmiştir. Sosyal demokrasi ile sendikalar arasındaki sözde karşıtlık bu durumda sosyal demokrasi ile sendika memurlarının üst katmanları arasındaki bir karşıtlıktır, ama bu karşıtlık aynı zamanda sendika liderlerinin bir bölümü ile sendikal olarak örgütlenmiş proleter kitle arasında da kendini gösterir.

Almanya’da son on beş yılda, özellikle de 1895-1900 arasındaki ekonominin yüksek konjonktür döneminde sendikal hareketin hızlı büyümesi, sendikaların büyük oranda bağımsızlaşmasını, mücadele yöntemlerinin ve yönetimlerinin uzlaşmasını ve nihayet bir sendika bürokratları kesimini doğmasını beraberinde getirmiştir. Tüm bu görüngüler, sendikaların on beş yıllık büyümesinin tümüyle izah edilebilir ve doğal, tarihsel bir ürünü olduğu gibi, Almanya’daki siyasi sessizliğin ve ekonomik bir refahın da ürünüdür. Sendikaların bürokrat kesimine ait görüngü, tarihsel olarak zorunlu bir illettir.41

Ancak gelişimin diyalektiği, sendikal büyüme için gerekli bu teşvik araçlarının, örgütlenmenin belli bir seviyesinde ve koşulların belli bir olgunluk derecesinde tersine dönerek, ilerki gelişimin engellerine dönüşmeyi de beraberinde getirir.

Mesleki faaliyetlerinin sendika yöneticiliği olarak uzmanlaşması ve sakin dönemdeki parçalanmış ekonomik mücadelelerin doğası gereği olan dar görüş alanı, sendika bürokratlarında çok kolayca bürokratizm ve dar kafalılığa yol açar. Her ikisi de sendikal hareketin geleceği için son derece vahim bir dizi eğilimde ifade bulmaktadır. Bu eğilimlere her şeyden önce, amaca yönelik bir araç olan örgütün, mücadelenin çıkarlarının çokça tabi kılındığı bir amaca, en değerli bir mülke dönüşerek abartılması girmektedir. Bu, daha büyük bir rizikodan ve sendikaların varlığına yönelik sözde bir tehlikeden, daha büyük kitle eylemlerinin belirsizliğinden çekinen, açıkça itiraf edilmiş dinlenme ihtiyacının yanı sıra, bizzat sendikal mücadele biçiminin, onun sonuçlanma olasılıklarının ve başarılarının abartılmasını da açıklıyor.

Ekonomik küçük savaşın yarattığı, işçi kitlelerine, henüz küçük de olsa elde edilmiş her ekonomik kazanımın yüksek değerini, her ücret artışını ya da çalışma sürelerinin kısaltılmasını makul gösterme görevleri olan sendika liderleri, giderek daha büyük bağlamları ve durumun bütününü görebilme yeteneklerini yitirme noktasına gelmekteler. Alman sendika liderlerinin vurguyu madalyonun öbür yüzüne yapmak yerine, büyük bir hoşnutlukla son on beş yılın kazanımlarına, milyonlarca marklık ücret artışlarına yapmaları yalnızca bununla açıklanabilir. Oyda vurgulanması gereken öbür yüzde, proletaryanın yaşam düzeyinin stokçularca, ev kiralarını aşırı derecede artıran emlak vurguncularınca, bütün vergi ve gümrük politikası yoluyla, en alt düzeye düşürülmesi, yani kısaca on beş yıllık sendikal mücadelenin kazanımlarının büyük bir kısmını yine düşsel bir hale getiren42 burjuva politikasının tüm nesnel eğilimleri görünmektedir.

Gündelik faaliyetin ve onun mutlak gerekliliğinin vurgulanmasının yanında, asıl ağırlığı eleştiriye ve bu işin sınırlarına koyan tüm sosyal demokrat gerçek yerine, gündelik mücadelenin yalnızca olumlu yanlarını öne çıkaran yarım bir sendikal gerçek ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Nihayet, burjuva toplum düzeninin sendikal mücadeleye çekmiş olduğu nesnel sınırların yarattığı suskunluk tan, işçi hareketinin son hedefleriyle ilişki içinde, bu sınırlara işaret eden her türlü teorik eleştiriye doğrudan bir düşmanlık doğmuştur.

Zorunlu şakşakçılık, sınırsız iyimserlik “sendikal hareketin dostu” olan herkes için bir görev olmuştur. Sosyal demokrat görüş, tam da eleştirisiz sendikal iyimserlik ve eleştirisiz parlamenter iyimserlikle mücadele etmek olduğu için, sonuçta sosyal demokrat teoriye karşı bir cephe açılmaktadır. Sendika bürokratları el yordamıyla, ihtiyaçlarına ve görüşlerine uygun olabilecek “yeni bir teoriyi”43, yani sosyal demokrat öğretiye karşıt olarak sendikal mücadeleleri, kapitalist düzenin zemini üzerinde ekonomik yükselmenin tamamen sınırsız perspektiflerini açacak bir teoriyi aramaktadırlar. Böyle bir teori epeyden beri var aslında. Bu teori Prof. Sombart’ın, açık bir ifadeyle Almanya’da sendikalar ile sosyal demokrasinin arasını açmak ve sendikaları burjuva zemine çekebilmek amacını güden teorisidir.

Sendika liderlerinin bir kısmında meydana gelen bu teorik değişimle sıkı bir ilişki içinde, ki bu da tamamen Sombart teorisinin anlamına uygundur, liderlerin kitleyle olan ilişkilerinde de bir değişim olmuştur. Yoldaşların yerel komisyonları tarafından salt idealistçe yürütülen dostane, karşılık beklemeden yapılan sendikal ajitasyonun yerine çoğunlukla dışarıdan gönderilmiş sendika bürokratlarının usul gereği, bürokratik biçimde düzenlenmiş yönetimi geçmiştir.

Hareketin iplerinin bunların elinde yoğunlaşmasıyla, sendikal meselelerle ilgili yargı yeteneği de bunların mesleki uzmanlığı olmuştur. Yoldaşlar kitlesi, asıl olarak “disiplinin” erdem haline geldiği, yani pasif itaat olarak belirlendiği, yargı yeteneği olmayan bir kitleye indirgenmiştir. Masalsı “Bebel diktatörlüğü”ne karşı olarak, seçim hakkıyla ve dostça bir yönetimle gerçekten de yalnızca en üst düzeyde bir demokratizmin hüküm sürdüğü, parti yönetim kurulunun gerçekten de yalnızca bir idare organı olduğu sosyal demokrasiye karşıt olarak, sendikalarda, çok daha yüksek bir ölçüde hükmedenlere tabi olmuş kitle ilişkisi söz konusudur.44

Bu ilişkinin bir ürünü de, sendika pratiğinin olası sonuçlarına ve olanaklarına yönelik her türlü teorik eleştirinin, kitlelerin sendikaya olan inançları için bir tehlike oluşturduğundan, ayıp sayılmasıdır. Bu gerekçe ileri sürülürken, yalnızca sendikal mücadelenin iyileştiriciliğine körü körüne ve çocukça inanmasıyla işçi kitlesinin kazanabileceği ve korunacağı görüşünden yola çıkılmaktadır.

Oysa sosyal demokrasi, kitlenin varolan düzenin çelişkilerine ve kendi gelişiminin karmaşık doğasına ilişkin görüşü ve kendi sınıf mücadelesinin tüm uğraklarına ve evrelerine olan eleştirel tavrı üzerinde etkisini temellendirmesine karşı, bu teoriye göre sendikaların etkisi ve gücü, kitlenin eleştiri ve yargı yoksunluğu üzerine kurulmaktadır. “Halkın inançları muhafaza edilmelidir”- bazı sendika bürokratlarının bundan yola çıkarak, sendikal hareketin nesnel eksikliklerine yönelik tüm eleştirileri, bu hareketin kendisine karşı bir suikast olarak damgalanmalarının arkasındaki temel ilke budur işte. Nihayet sendika bürokratlarının bu uzmanlaşmasının ve bürokratizmin bir sonucu da, sendikaların sosyal demokrasi karşısında güçlü bir şekilde bağımsızlaşması ve “tarafsız”laşmasıdır. Sendikal örgütlerin dış bağımsızlığı, büyümeleriyle birlikte, kendini, politik ve sendikal mücadele biçimi arasındaki teknik işbölümü üzerinde büyüyen bir ilişki, doğal bir zorunluluk gösterdi. Alman sendikalarının “tarafsızlığı”, gerici dernekler yasasının45, Prusya-Alman polis devletinin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Zamanla her iki ilişkinin doğası değişti. Sendikaların polisçe zorlanmış politik “tarafsızlık” konumundan yola çıkılarak daha sonra, sözde sendikal mücadelenin doğasıyla açıklanan bir gereklilik olarak gönüllü bir tarafsızlık teorisi uyduruldu. Sendikaların, birleşik sosyal demokrat sınıf mücadelesi içerisinde pratik bir işbölümüne dayanması gereken teknik bağımsızlığı ise, sendikaların sosyal demokrasiden ve onun görüş ve yönetiminden bağımsızlaşmasına, sosyal demokrasiyle sözüm ona “eşit haklara sahip olmaya” dönüştü.

Sendikalar ile sosyal demokrasinin bağımsızlığı46 ve eşit haklara sahip olması görüşü asıl olarak sendika bürokratlarında cisimleşmekte ve sendikaların yönetim aygıtlarından beslenmektedir.

Sendika bürokratlarından oluşan koca bir yığının, tamamen bağımsız bir merkezin, çok sayıda mesleki yayınların ve nihayet sendikal kongrelerinin varolmasıyla, sosyal demokrasinin yönetim aygıtıyla, parti yönetim kuruluyla, parti yayınıyla ve parti kongresiyle tam bir koşutluk görüntüsü yaratılmıştır. Sosyal demokrasi ile sendikalar arasındaki eşit haklara sahip olma illüzyonu, diğerlerinin yanı sıra, sosyal demokrat parti kongrelerinde ve sendika kongrelerinde kısmen tümüyle benzeşen gündemlerin tartışılması ve soruna farklı, hatta doğrudan karşıt kararların alınması gibi garip bir görüngüye yol açmıştır.

İşçi hareketinin genel çıkarlarını ve görevlerini temsil eden parti kongresiyle, mesleki gündelik mücadelenin çıkarlarını ve özel sorunların dar bir alanını ele alan sendika konferansları arasındaki işbölümüyle, işçi hareketinin aynı genel sorunları ve çıkarlarıyla ilgili olarak sendikal dünya görüşüyle sosyal demokrat dünya görüşü arasında sözde bir ayrılık yaratılmıştır.

Ama bu norm dışı oluşum bir kez yaratılmışsa, bizzat sendika kongrelerinin varlığı, sosyal demokrasiden sürekli daha güçlü bir şekilde sınırlanmaya ve uzaklaşmaya doğru doğal bir eğilimdir. Sendika ve parti kongrelerinin koşut gündem kötü-alışkanlığı ortaya çıktığından beri, sendika kongrelerinin varlığı bile sosyal demokrasiden güçlü bir uzaklaşmanın ve sınır çekmenin doğal çekiciliğinin ifadesi olmuştur.

Bilindiği gibi asıl olarak bürokratlar kongresi olan sendika kongreleri, parti kongrelerinin kararlarının basitçe tekrarının kendi gerekçesizliklerini ve tabi olmalarını kanıtlayacağı düşüncesiyle “bağımsızlıklarını” kendilerine ve başkalarına belgelemek için, içgüdüsel olarak ayırıcı olanı, “özgül sendikal” olanı ön plana çıkartmaya çalışmak zorundadırlar. Aynı şekilde, sendikalarda da bundan böyle koşut, bağımsız bir merkez yönetimin olması da, sendikaların psikolojik olarak sosyal demokrasinin yönetimine her adım başı kendi bağımsızlığını hissettirmesine ve parti ile her türlü ilişkiyi hepsinden önce “yetki sınırları” noktasından hareketle göz önünde bulundurmasına yol açar.)

Böylece tabanda, geniş proleter kitlede sosyal demokrasiyle birlik içinde olan aynı sendikal hareketin, yönetim üst yapısında sosyal demokrasiden kabaca kopması ve onun karşısına bağımsız bir ikinci güç olarak dikilmesi gibi garip bir durum ortaya çıkmıştır. Böylece Alman işçi hareketi, temeli ve bedeni masif bir maddeden oluşan, ama uçları birbirine oldukça uzak kalan bir çifte piramidin kendine.

Buraya kadar anlatılanlardan, yaklaşmakta olan politik sınıf mücadeleleri gibi, sendikaların ilerki gelişmelerinin çıkarları açısından da mutlaka gerekli olan Alman işçi hareketinin birliğinin hangi yollardan doğal ve başarılı bir şekilde sağlanabileceği ortaya çıkmıştır. Hedeflenen birliği, işçi hareketinin tek tek sorunları üzerine sosyal demokrat parti yönetimi ile sendikal merkez arasında yapılacak dağınık ya da dönemsel görüşmeler yoluyla kurmaya çalışmak kadar yanlış ve umutsuz hiçbir şey olamaz.

İşçi hareketinin her iki biçiminin en üst örgüt uçları, gördüğümüz gibi, kendi içlerinde ayrılığı ve bağımsızlaşmayı cisimleştirirler ve bunlar aynı zamanda – bu özellikle sendikaların yönetimi için geçerlidir- sosyal demokrasi ile sendikaların koşut varoluşlarına ve “eşit haklara sahip olma”larına dair illüzyon taşıyıcıları ve dayanaklarıdır. Parti yönetim kurulunu ve genel komisyonu birbirine bağlayarak bu ikisinin birliğini sağlamaya çalışmak, tam da mesafenin en fazla ve geçişin en zor olduğu bir yerde bir köprü kurmak demek olurdu. (Parti ile sendikalar arasında kurulan bu türden bir bağ, büyük gücün büyük güçle her defasında görüşmesi bir sistem haline gelecek olursa, o zaman bu durum tüm proleter sınıf hareketi ile bu hareketin, bir anormallik olarak ortadan kaldırılması gereken bir kısmi görüntüsü arasındaki federatif ilişkinin yüceltilmesinden başka bir anlama gelmeyecektir. Sosyal demokrasi ile sendikaların üst mercileri arasında diplomatik-federatif ilişki, sadece daha fazla yabancılaşmaya ve ilişkilerin soğumasına yola açar, sürekli yeni sürtüşmelerin kaynağı olabilir. Bu meselenin doğasında yatar. Zira bizzat bu ilişkinin biçimi ile proleter özgürleşme mücadelesinin ekonomik ve politik yanının uyum içinde birleştirilmesiyle ilgili büyük soruna, Lindenstrasse ve Engel-Ufer’deki47 “merciler arasındaki “dostça komşuluk” ilişkisinin minicik sorununa dönüşmesi ve işçi hareketinin büyük bakış açılarının mevki kaygıları ve duyarlılıklarla örtülmesi imkânı vermiştir. Diplomatik merciler yöntemiyle yapılan ilk deneme, parti yönetim kurulunun kitle grevi meseleleriyle ilgili olarak genel komisyonla yaptığı görüşmeler de, bu yöntemin umutsuzluğuna dair yeterli kanıtları sunmuşlardır bile. Eğer daha kısa bir süre önce genel komisyonca, onun ve parti yönetim kurulu arasında bazı durumlarda, bazen bu yandan bazen öbür yandan birden fazla görüşme taleplerinin olduğu ve görüşmeler yapıldığı açıklanmışsa, bu güvence karşılıklı etiketler açısından sakinleştirici ve heyecanlandırıcı bir etkide bulunmuş olabilir; ancak yaklaşmakta olan ciddi günleri gözönüne alarak, mücadelesinin tüm sorunlarını daha derin kavramak zorunda olan Alman işçi hareketi, bu Çin mandarinleri benzerlerini bir yana itmek ve sorunların çözümünü, koşulların onu yarattığı yerde aramak için her türlü nedene sahiptir.) İşçi hareketinin gerçek birliği, örgüt yönetimlerinin teminatlarında ve onların federatif ittifaklarında değil, altta, örgütlü proleter kitlede sağlanabilir.

Milyonlaca sendika üyesinin bilincinde parti ve sendika gerçekte birdir, çünkü bunlar proletaryanın sosyal demokrat özgürleşme mücadelesinin farklı biçimleridir. Sosyal demokrasi ile sendikaların, karşılıklı ilişkilerini proleter kitlenin bilincine uyumlu hale getirerek, yani sendikaları yine sosyal demokrasiye bağlayarak aralarındaki (yabancılaşmaları ve) sürtüşmeleri ortadan kaldırmaları gerekliliği anlaşılmaktadır.

Bununla, hem sendikaların hem de sosyal demokrasinin güçlü büyüme dönemiyle, gelmekte olan büyük proleter kitle mücadeleleri dönemini hazırlamak ve böylece de, sosyal demokrasi ile sendikaların yeniden birleşmesinin her ikisinin de çıkarına olacak bir gereklilik haline getirmek için, sendikaların başlangıçtaki katılmışlığından sosyal demokrasiden kopuşuna götüren gerçek gelişimin sentezi ifade edilmektedir.

Elbette burada söz konusu olan tüm sendikal yapının parti içinde erimesi değildir. Söz konusu olan sendikaların ve sosyal demokrasinin yönetimleri arasında, parti kongreleri ve sendika kongreleri arasında, genel olarak işçi hareketi ve onun sendikal kısmi görüntüsü arasındaki gerçek ilişkiye bütünüyle uyan doğal bir ilişkinin kurulmasıdır. Böylesi bir değişim, başka türlü olması da beklenemez zaten, sendika memurlarından bir kısmının şiddetli muhalefetini doğurabilir. Ancak sosyal demokrasi işçi kitlesinin, kendi karar verme yeteneğini ve eylem yeteneğini ifade etmesini ve böylece kitlenin iş yapan özne, yönetimlerin ise yalnızca bunu “ifade eden kişiler”, kitle iradesinin tercümanları olacağı büyük mücadeleler ve görevler için olgunlaşmasının tam zamanıdır artık. Sendika hareketi, birkaç düzine sendika liderinin tümüyle anlaşılabilir ama yanılgı dolu illüzyonlarında yansıyan değil, sınıf mücadelesi için kazanılmış proletaryanın büyük kitlesinin bilincinde yaşayandır. İşte bu bilinçteki sendika hareketi sosyal demokrasinin bir parçasıdır. “ve o olduğu gibi görünmekten korkmamalıdır.”

Petersburg, 15 Eylül 1906

Çeviri: Ertan Koca

Dipnotlar

1 Bu çalışmanın yayınlanmasına 1906’da çıkmış olan el yazması baskı esas alınmıştır. Aynı şekilde 1906’da çıkmış 1. baskıda eklerin bir kısmı burada dipnot olarak, çıkartılmış yerler ise parantezlerle belirtilmiştir.

2 Fr. Engels: Bakuninciler iş başında. “Halk Devleti”nden uluslararası haberler, s.20 (Friedrich Engels: Bakuninciler işbaşında, Karl Marks/Friedrich Engels: Toplu Yapıtlar, c.18, Berlin 1969, s.479/48

3 Rus sosyal devrimcileri 1902’de, halkçı hareketin (Narodnikler) artıklarından oluşmuş, köylülüğe dayalı bir küçük burjuva partisiydi.

Proletaryanın devrimci hareket içindeki önder rolünü inkar ediyorlar ve bireysel terörün aracılığıyla Çarlık egemenliğinin kaldırılmasını ve demokratik bir cumhuriyet kurulmasını istiyorlardı.

4 1.baskıda: İşçi sınıfının aklının karışmasını ve şaşırmasını teşvik eden.

5 22-27 Mayıs 1905’te Köln’de yapılan Beşinci Almanya Sendikaları Kongresi’nde içinde bizzat politik kitle grevi üzerine tartışmanın çirkin olarak nitelendiği bir karar alınmıştır.

6 1881’den 1889’a dek Prusya ‹çişleri Bakanı olan Robert von Puttkammer, Bismarkçı polis devletinin inşasını sürdürmüştü. Puttkammer bir grev genelgesinde tüm devlet organlarının grevcilere karşı daha sert davranmalarını istemiş ve polisi işçi hareketine karşı açıkça yasadışı davranmaya teşvik etmişti.

7 Alman Sosyal Demokrat Parti Yönetim Kurulu’nun 16 Şubat 1906’da Almanya Sendikaları Genel Komisyonu ile yaptığı gizli bir görüşmede, Parti Yönetim Kurulu oportünist sendika yöneticilerine, onların izinleri olmadan kitle grevinin propagandasının yapılmayacağı ve mümkünse onun engelleneceği tavizini vermişti.

Ama buna rağmen kitle grevi başlarsa, sendikaların ona katılmaları gerekmezdi.

8 Bkz. Rosa Luxemburg: Örneğe göre bir deneme, Toplu yapıtlar, c.1, ikinci yarı cilt, Berlin 1970, s.528-532.

9 1.Duma faaliyetine 27 Nisan 1906’da başladı. Devrimci hareketin de itmesiyle tarım sorununun çözümü için projeler hazırlamak zorunda kaldı. Bunun üzerine Çarlık hükümeti Duma’yı “yasal yetkilerini aşma” gerekçesiyle 8 Temmuz 1906’da dağıttı.

10 Alman Sosyal Demokrasisi’nin 17-23 Eylül 1905’te Jena’daki Parti Kongresi’nde aldığı kararlar, kitlesel iş bırakmanın kapsamlı uygulamasını işçi sınıfının en etkili mücadele araçlarından biri olarak tanımlıyor, ancak, politik kitle grevinin kullanımını da özünde Reich parlamentosu seçim hakkının ve birleşme hakkının savunulmasıyla sınırlıyordu.

11 Jandarma albayı S. V. Subatov’un inisiyatifleriyle Çarlık hükümeti 1901’den 1903’e dek, polisin denetimi altında tutulan yasal işçi örgütleri kurarak işçileri devrimci savaşımdan saptırmaya çalıştız

12 Ekonomizm, 19.yüzyılın 90’lı yıllarında Rusya işçi hareketindeki oportünizmin görülen ilk biçimiydi. Ekonomistler sendikal mücadele biçimlerini savunuyorlar ve proletaryanın politik mücadelesine karşı çıkıyorlardı.

13 P. B. Struve’nin redaktörlük ettiği “Osvobojdeniye” gazetesi 1902’den 1905’e dek burjuva-liberal eğilimin yasadışı yayın organı olarak Stuttgart’da çıkıyordu. Rus liberal-monarşist burjuvazisi bu organ çevresinde toplanmıştı.

14 G. A. Gapon işçileri sosyal demokrat hareketin uzağında tutmak için 1903/1904’te Petersburg polisinin verdiği görevle ve onun koruması altında “işçi örgütleri” kurmuştu. Bu kişi 22 Ocak 1905’teki Petersburg yürüyüşünün de elebaşıydı.

15 Sanayi ve Ticaret Partisi, merkezi sanayi bölgesi büyük sermayesinin karşı devrimci bir partisiydi. 1905 Ekim Manifestosu’nun yayınlanmasından sonra Moskova’da kuruldu ve1906 sonunda dağıtıldı.

16 1906 başından 1906 Temmuz’una kadar olan süre kastediliyor. Bunun için bkz. s.123/124

17 Litvanya ve Polonya sosyal demokrasisinin Beşinci Parti Kongresi 1906 Haziran ‘ında yasadışı olarak Zakopane’de yapıldı.

18 1906 Haziran’ının ilk iki haftasında aşağıdaki ücret mücadeleleri gerçekleşmiştir: Petersburg, Odessa, Moskova, Minsk, Vilna, Saratov, Mogilyov, Tambov matbaalarınca sekiz saatlik işgünü ve Pazar tatili için; Odessa, Nikolayev, Kertş, Kırım, Kafkasya, Volga donanması, Kronstadt, Varşova ve Plok’da sendikanın tanınması ve tutuklu işçi delegelerinin serbest bırakılması için yapılan genel grev; Saratov, Nikolayev, Zarizin, Arkangelsk, Nişni Novgrad, Ribinsk liman işçilerinin eylemi. Fırıncılar Kiev, Arkangelsk, Bialistok, Vilna, Odessa, Karkov, Brest-Litovsk, Radom ve Tiflis’te grevdeydiler; tarım işçileri Verçedneprosk, Borissovsk, Simfeporol bölgelerinde, Podelsk, Tula, Kursk eyaletlerinde, Koslov, Lipovez bölgelerinde, Finlandiya’da, Kiev eyaletinde, Yelizavetgrat bölgesinde grevdeydiler. Bu dönemde Saratov, Arkangelsk, Kertç, Krementşug, gibi birçok şehirde aynı anda neredeyse bütün meslek kolları grevdeydiler. Bahmut’ta bölgedeki tüm kömür işçilerinin katıldığı bir genel grev vardı. Başka kentlerde ücret grevleri değinilen iki hafta içerisinde ardarda tüm meslek kollarını sardı: Kiev’de, Petersburg’da, Varşova’da, Moskova’da, tüm İvanova-Vosnessensk bölgesinde. Her yerde grevlerin amacı: Çalışma saatlerinin kısaltılması, Pazar gününün tatil olması, ücret talepleri. Grevlerin çoğu başarıyla sonuçlandı. Bölgesel haberlerde, grevlerin, bir ücret mücadelesine ilk kez katılan işçi katmanlarını da sardığı önemle belirtili-yordu.

19 8 ve 9 Kasım 1905’te Kronstadt’taki bahriyeliler ve askerler ayaklanmışlardı. İsyan bastırılıyor ve 1500 bahriyeli ile birkaç yüz asker bir askeri mahkeme tarafından ölüme mahkum ediliyordu. Petersburg işçilerinin dayanışma grevi mahkumları kurşuna dizilmekten kurtarıyordu.

20 Libau’da 15 Temmuz 1905’te bahriyelilerin isyanı patlak veriyordu. Bu isyan örgütsüz ve desteksiz olduğu için yenilgiye uğradı.

21 12 ve 13 Kasım 1905’te Vladivostok’ta çıkan bahriyeli isyanı, isyana katılanların arasında çok az sayıda politik bilince sahip bahriyeli olduğu için Çarlık birliklerince kolayca bozguna uğratılabildi.

22 17 Ocak 1906 öğleninde 80.000 Hamburg’lu işçi, toplantılarla ve sokak gösterileriyle yerel seçimler yasasını protesto etmek için işi bıraktı. Bu, Almanya’daki ilk politik kitle greviydi.

23 22-27 Mayıs 1905’te Köln’de yapılan Almanya Sendikaları Beşinci Kongresi’nde işçi sınıfının mücadele günü olarak 1 Mayıs üzerine yapılan tartışma kesilmişti. Kongre sunulmuş olan dilekçeleri oylamadan gündeme geçti.

24 Hollanda’lı demiryolu işçilerinin genel grevi 6 Nisan 1903’te başladı. Hareket, grevciler için ağır hapis cezalarını öngören bir hükümet tasarısına karşı yönelmişti. Sendikaları Koruma Komitesi 10 Nisan 1903’te yasa tasarısının parlamentoda kabul edilmesinden sonra greve son vermeyi kararlaştırdı.

25 İsveç’te sosyal demokrasinin aldığı bir karar üzerine, 15-17 Mayıs 1902’de seçim yasası ile ilgili reform talebine baskı kazandırmak için politik bir kitle grevi gerçekleştirilmişti. 16.000 işçinin katıldığı grev Reichstag’ın seçim yasası hazırlamaya çağırması üzerine sonuçlanmadan bitirilmişti.

26 1902 Ekimi’nden Aralık’a dek Avusturya-Macaristan’da, Avusturya sosyal demokrat partisinin kararıyla genel seçim hakkı için kitle grevleri ve kitle gösterileri yapılmıştı.

27 1898 yazında, İspanya-Amerika savaşı sırasında Alman sömürge çevrelerinin Uzak Doğu ve Pasifik’teki İspanyol sömürgelerinin büyük bir bölümüne yönelik taleplerini geçerli kılmak için Alman donanmasından bir filo Manila önlerine geliyordu. 31 Mart 1905’te II.Wilhelm, Fransa’nın Fas üzerindeki egemenliğindeki Alman emperyalizminin lehine çevirmek için Fas’ın liman kenti Tanger’a geliyordu.

28 Rus-Polonya’sı (Kongre Polonyası) olarak Viyana Kongresi’nde yaratılmış olan ve varlığını 1915 yılına dek korumuş, kişisel birleşme ile Rusya’ya bağlı olan ve Çarlık egemenliği altında ezilen Polonya Krallığı adlandırılmaktadır.

29 Bu nedenden dolayı Roland-Holst yoldaşın, kitabının Rusça baskısının önsözünde kitle grevi üzerine şunları söylemesi hakiki bir yanılgıya dayanmaktadır: “Gerçi proletarya (Rusya’daki) daha büyükm sanayinin gelişmesiyle birlikte kitle grevine aşina olmuştur. Bunun basit nedeni de, kısmi grevlerin mutlakiyetçiliğin baskı altında olanaksız olduğunun açığa çıkmasıdır.” (Neue Zeid, 1906, no:33) Ancak durum daha çok bunun tersiydi. Şubat 1906’daki İkinci Rus Sendikaları Konferansı’nda Petersburg sendika kartelinin konuşmacısı da konuşmanın başında şöyle diyordu: “ Konferansın, önümde gördüğüm gibi bir birleşimine, bizim sendikal hareketlerimizin bazılarının iddia ettiği gibi, 22 Ocak’tan ya da Prens Sviatopol- Mirski’nin “liberal döneminden ileri gelmediğini özel olarak belirtme gereği duymuyorum. Sendikal hareketin kökleri çok daha derindedir. Sendikal hareket işçi hareketimizin tüm geçmişiyle ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. Sendikalarımız sadece Rus proletaryasının on yıllardır yürüttüğü ekonomik mücadelenin idare edilmesine yönelik yeni örgüt biçimleridir. Tarihin fazla derinlerine inmeden, Petersburg işçilerinin ekonomik mücadelelerinin 1896 ve 1897 yıllarının, üzerine düşünmeye değer grevlerinden bu yana az çok örgütlü biçimler kazandırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Politik mücadele ile şanslı bir biçimde birleştirilmiş olan bu mücadelenin idare edilmesi, adı, İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Eden Petersburg Derneği olan ve 1899 Mart’ındaki konferanstan sonra Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (1) Petersburg Komitesi’ne dönüşen örgütlerin meselesidir. Merkezi sayısal bağlarla işçi kitlelerine bağlayan ona işçi sınıfının tüm ihtiyaçlarına bildirilerle yanıt vermeyi sağlayan karmaşık bir fabrika, ilçe ve semt örgütleri sistemi yaratılmaktadır. Grevi destekleme ve idare etme olanağı yaratılmaktadır.” (1) Petersburg İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği, Lenin’in yönetimi altında 1895 Kasım’ında kurulmuştur. RSDIP’in 1-3 Mart 1898 tarihi arasındaki 1.Parti Kongresi, Rusya’nın mücadele ittifaklarının ve sosyal demokrat gruplarının Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin komiteleri haline getirilmesi kararlaştırılmıştı.

30 Alman sosyal demokrasisinin 17-23 Eylül 1905’te Jena’da yapılan Parti Kongresi’nde Adolf von Elm, parlamenter seçim hakkının egemen sınıfça gasp edilmesi durumunda proletaryanın kendini savunucağı ve “özgürlüğü için yaşamını esirgemeyeceğini” açıklıyordu. (Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin Parti Kongresi Görüşme Tutanakları, Jena 17-23 Eylül 1905, Berlin 1905, s.332)

31 15-25 Temmuz 1904’te Konigsberg’de de yasadışı ve Çarlık’a karşı olan yazıların Rusya’ya nakledilmesi ile suçlanan dokuz Alman sosyal demokratına karşı bir dava açılyordu. Karl Liebknecht savunanlardan biri olarak Prusya’lı yetkililerin Çarlık yetkilileriyle işbirliği yaptığını açığa çıkarıyordu.

32 1899 Şubatı’nda Dresden Löbtau’da dokuz inşaat işçisi komşu bir inşaatta yasal çalışma süresinin üzerinde işçi çalıştırılmasını protesto ettikleri için toplam 61 yıl hapis cezasına çarptırılıyorlardı

33 1.baskıda: onaylayıp onaylamadıkları

34 1.baskıda: benzer durumda parti liderleri gibi (de) eklemiştir.

35 Alman sosyal demokrasisi içinde böyle bir eğilimin varlığı sürekli inkar edildiği için, kısa bir süre önce hedeflerini ve isteklerini büyük bir açık kalplilikle ifade etmiş olan oportünist yönü açık kalplilikle kutlamak gerekir. 10 Eylül’de Mainz’da yapılan bir parti toplantısında Dr. David tarafından önerilen şu karar alınmıştı:

“Mainz açık parti toplantısı, Sosyal Demokrat Parti’nin “devrim” kavramına şiddet yoluyla bir ihtilal anlamında değil, gelişimin, yani yeni bir ekonomik ilkenin yavaş yavaş kabul ettirilmesi gibi barışçıl bir anlamda ele alındığı göz önünde tutarak, her türden “devrim romantiği”ni reddeder.

Toplantı, politik iktidarın ele geçirilmesinden, sosyal demokrasinin fikir ve talepleri için halkın çoğunluğunun kazanılmasından başka bir şey anlamamaktadır; bu şiddet yoluyla değil, yalnızca politik, ekonomik ve sosyal yaşamın tüm alanlarında düşünsel propaganda ve pratik reform çalışması yoluyla kafaların devrimcileştirilmesiyle gerçekleştirilebilecek bir kazanımdır.

Toplantı sosyal demokrasinin yasa dışı araçlar ve ihtilal yerine yasal araçlarla çok daha iyi gelişeceği inancı içinde, bir taktik ilke olarak “doğrudan kitle eylemi”ni reddeder ve parlamenter reform eylem ilkesini savunmaya devam eder, yani partini daha önce olduğu gibi şimdi de yasal yollardan organik gelişme ile hedeflerine yavaş yavaş ulaşmak için ciddi biçimde çabalamasını diler.

Elbette bu reformcu mücadele yönteminin temel önkoşulu, İmparatorluk ve tek tek devletler içindeki mülksü halk kitlesinin yasamaya katılma olanağının daraltılmayıp, tam bir eşit haklılık durumuna dek genişletilmesidir. Bu nedenden dolayı toplantı, kendini, yasal haklarına yönelik saldırılara karşı savunmak ve başka hakların da kazanılması için, eğer tüm diğer girişimler sonuçsuz kalmışsa, kısa ya da uzun bir süre iş bırakmayı işçi sınıfının tartışılmaz bir hakkı olarak görmektedir.

Politik kitle grevi, yalnızca tümüyle yasal çerçevede olursa ve grevciler silahlı iktidara kendilerine müdahele etmesi için hiç bir haklı neden vermezlerse işçi sınıfı için başarıyla yürütülebilir. Böylece toplantı, bu mücadele aracının kullanımınıa yönelik tek gerekli ve etkili hazırlığı politik, sendikal ve mesleki örgütlerin genişletilmeye devam edilmesinde görmektedir. Çünkü geniş halk kitlesinde, kitle grevini başarılı bir akışını garanti edebilecek önkoşullar yalnızca bu şekilde sağlanabilir: Hedef bilinci olan bir disiplin ve uygun bir ekonomik destek.”

36 1. baskıda: “Elbette bazı sosyal demokrat çevrelerde sendikal ajitasyon ilerlemiş ve ilerlemektedir ve sendikal çalışma her yerde parti çalışmasının da yolunu açmaktadır. Bunların etkisinden hareketle parti ve sendikalar tam bir elbirliği ile çalışıyorlar. Ancak Almanya’daki sınıf mücadelesi tablosuna daha derinde yatan bağlamları içinde bakıldığında bu ilişki büyük ölçüde değişmektedir.” eklenmiştir.

37 1. baskıda: politik

38 1. baskıda: sendikal hareketin

39 1. baskıda: bu şekilde, bazı yerler ve durumlar bir yana, genelde ve bütünde.

40 1. baskıda: bu konuya yönelik alışılmış tasarımdan.

41 1. baskıda: bu görüngüler, belirli sakat durumlardan ayrı tutulamazlarsa da kuşkuya da yer bırakmazlar.

42 Sıfırlayan

43 1. baskıda: sendikal, eklenmiştir.

44 1. baskıda: bu teorik eğilimlerle sıkı bir ilişki içinde, liderlerin kitle ile olan ilişkilerinde de bir değişim sözkonusudur. Kusursuz olduklarından kuşku duyulmayacak yerel komisyonlarca yürütülen arkadaşça yönetimin yerine, sendika memurlarının usul gereği idaresi geçer. Böylece kitle asıl olarak disiplinin pasif erdemine tabi olurken, inisiyatif ve karar verme yeteneği sendika memurlarının mesleki uzmanlığı haline gelir. Memurluğun gölgede kalan bu yanı, sekreterlerin yerel parti yaşamında inisiyatif ve idarenin yetkili taşıyıcıları olarak değil de salt yürütme organları olarak kalmalarına dikkat edilmediği takdirde, parti içinde de yeni düzenlemede yerel parti sekreterlerinin çalışmalarında kolayca ortaya çıkabilecek önemli tehlikeleri içinde gizler. Ancak sorunun ve bizzat politik mücadelenin karakteri gereği sosyal demokrasi içinde bürokratizme, sendikal yaşamda olduğundan çok daha dar sınırlar çekilmiştir. Sendikalarda tam da ücret mücadelelerinin teknik olarak uzmanlaşması, örneğin karmaşık toplusözleşmelerin vb. nin sonuçlandırılması, örgütlüler kitlesinin “tüm işleyişe yönelik bakışı”nın çoğu zaman olmadığının ve böylece de onların karar verme yeteneğinden yoksun olduklarının bahane edilmesine yol açmaktadır.

45 1. baskıda: Anti-demokratik karakterli dernekler yasası özellikle işçi sınıfının politik derneklerine karşı yönelmiş ve birleşme hakkına kısıtlama getirmişti. Prusya’da sendikalar da politik dernekler olarak görüldüğünden sürekli tasfiye tehdidi ile karşı karşıyaydılar.

46 1. baskıda: ayrılması.

47 Almanya Sosyal Demokrat Partisi yönetim kurulu Berlin’de Lindenstasse’de yerleşmişti, Almanya Sendikaları genel komisyonu Engel-Ufer de bulunuyordu.

Exit mobile version