Gerilimi Tırmandırma, Örtmece, Soykırım ve Gazze – Tarık Cyril Amar*

En kötüsünü yapmak için, “daha kötüsü”nden kaçınmak nasıl kullanılır?

Zaman zaman Dünya Mahkemesi olarak da adlandırılan Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırımına karşı Güney Afrika’nın sözde “acil önlemler” alma talebine ilişkin kararını yarın açıklayacak[1].

Gümbür gümbür aşikâr olanı tartışarak ya da örneklendirerek zaman kaybetmeyeceğim: Bu soykırım meydana geliyor. (Hayır, bu “meşru müdafaa” değil; “sadece” çeşitli savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla da ilgili değil. Onlardan da bolca var ama bu onların da ötesinde bir soykırım). Bu gerçeği inkâr etmek, sadece dipsiz bir cehalet ve/ya da kötü niyete işaret eder. Ama Robert Habeck, Olaf Scholz, Joe Biden, Antony Blinken ve The Economist’teki anonim propagandacılardan ne beklenir ki? Dolayısıyla, bilgili ve dürüst insanlar arasında şu anda soru, suçun varlığı değil, UAD’nin bunu kabul edip etmeyeceğidir.

Mahkemenin bu aşamada soykırımın gerçekleştiğini tanıyıp tanımayacağı konusunda bir açıklama yapmayacağı, esasen “sadece” soykırımın derhal harekete geçilmesini gerektirecek kadar akla yatkın olup olmadığı konusunda bir açıklama yapacağı hatırlamak önemlidir. Mahkeme böyle bir durum olduğunu saptarsa, çeşitli önlemler alabilir. İsrail, her zamanki açık, haydut rejiminin hukuku, kuralları ve temel ahlakı küçümsemesiyle zaten iplemediğini ilan etti (evet, bu uygun bir özet). Mahkemenin kendisi herhangi bir yaptırım gücüne sahip değil. Bu yetkinin, ABD’nin İsrail ne yaparsa yapsın onu destekleme yönündeki suç teşkil eden tutumundan vazgeçeceğine dair hiçbir işaret göstermediği BM Güvenlik Konseyi’nden gelmesi gerekiyor.

Özetle, kötümser olmak için iyi nedenler var: UAD’nin İsrail aleyhine vereceği bir kararın bile çok az etkisi olabilir. Yine de bugün hayati önemi haiz bir davada çok önemli bir gün. Bir kere, UAD özünde tam anlamıyla güçsüz olsa da (ve elbette bilerek bu şekilde tasarlandı), yine de İsrail’in Batı’yı harekete geçirme kabiliyetini zayıflatmaya yardımcı olabilir.

Batı, hiç kuşkunuz olmasın, soykırımda İsrail’in suç ortağı olmaya hevesli. Ama oportünizm de bir güçtür: UAD’nin soykırım olasılığını resmen belirten bir kararı, Ursula von der Leyen ya da Rishi Sunak gibi iflah olmaz soykırım destekçilerinin bile çekingen davranmasına yol açabilir. Ne de olsa geleceğin ne getireceğini kimse bilemez ve kimse Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde sanık sandalyesine oturmak istemez (UAD’den farklı olarak, UCM, İsrail ve dostlarını görmezden gelmek için elinden geleni yapmasına rağmen, bireylerin peşine düşebilir).

Buna rağmen UAD’nin İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımını tanımasından daha büyük bir etki yaratacağı kesin olan, mahkemenin soykırım inkârcılarının iğrenç saflarına katılması olacaktır. Daha önce de belirtildiği üzere, UAD bu yola girerse, kendi ölüm fermanını ilan etmiş olacaktır: Böylesine korkunç bir başarısızlıktan sonra, insanlığın büyük bir kısmı nezdinde her türlü meşruiyetini yitirecektir. O zaman sükûtunu koruyabilir ya da kendini feshedebilir -fark etmez: her iki şekilde de ölmüş olacaktır.

Dışarıdan bakanlar için yarının ne getireceği hâlâ açık olsa da, ne yazık ki UAD’nin başarısız olması düşünülemez değil. Öyle olursa, birçok kişi bunun nedenini soracaktır. Bunun esas nedeninin mahkemenin tamamen siyasallaşmış olmasında aranacağı neredeyse kesindir. Yargıçları siyasetten ve özellikle de jeopolitikten uzak durmuyor. Belki içlerinden biri ya da diğeri bunu yapıyor (ya da en azından deniyor) ama bir bütün olarak bunu yaptıklarını iddia etmek saflık olur. Dolayısıyla, mahkeme İsrail’in soykırımdan paçayı sıyırmasına izin verirse, suç ortaklığı siyaseti yine galip gelmiş olacaktır.

Ancak bu başka bir etmen de dışlamaz: Örtmece [euphemism] siyaseti. Burada söz konusu olan örtmece “gerilimi tırmandırmaktan kaçınma” kavramıdır. Filistinliler aç bırakılırken, bombalanırken, vurulurken, işkence görürken, sudan, ilaçtan ve yakıttan mahrum bırakılırken, ezilirken, yakılırken ve sakat bırakılırken -tüm bu süre boyunca Batılı “seçkinlerimiz” bize bu “kriz”in “tırmanmasını” önlemekle meşgul olduklarını garanti etti.

Bu ifade bu bağlamda gerçekte ne anlama geliyor? Dürüst ve makul bir kelime kullanıcısı için kesinlikle bu anlama gelmeyecektir. Bunu nereden biliyoruz? Ampirik olarak, gerçeklerden. Çünkü aynı elitler bize gerilimi düşürmeme vaazları verirken, durumu derhal gerilimi düşürecek tek şeyi, yani İsrail’i ateşkese zorlamayı yapmadılar.

Buna ek olarak, bölgesel gerilimi tırmandırmak için var güçleriyle çalışıyorlar: Ensarullah (“Husi”) liderliğinde 1948 BM Soykırım Sözleşmesini ciddiye alan ve normal bir dünyada her imzacı devletin yapması gerektiği gibi İsrail’in fail rejimine karşı askeri eylemde bulunan Yemen’e saldırarak. Suriye ve Lübnan’da terör estiren ve İran’ı her zamankinden daha fazla kışkırtan İsrail’e “seçkinlerimiz” de kalkan oldu. Son olarak, sürekli olarak İran’ın “gerçek sorun” olduğundan bahsederek, Batı Asya’da (Ortadoğu’da) ve belki de ötesinde topyekûn savaş fikrinden vazgeçemeyenlerin kendileri, yani “seçkinlerimiz” olduğunu çok açık bir şekilde gösterdiler.

Peki, “gerilimi tırmandırmaktan kaçınmak” kesinlikle gerilimi tırmandırmaktan kaçınmak anlamına gelmiyorsa, bu ne anlama geliyor? Karmaşık değil: “Filistinlilerin işini bitirirken İsrail’i rahat bırakın” anlamına geliyor. Köhnemiş “seçkinlerimiz” gerilimi tırmandırmaktan kaçınma kavramını, devam eden bir soykırımı, yani şiddet ve suçta nihai bir tırmanışı teşvik etmek ve korumak için bir araca dönüştürdü.

Gerçekten de, dünyanın gerilimi tırmandırmaya gereksinimi var. İsrail’e karşı bir tırmanışa. İsrail, sadece kurbanlarının peşini bırakmayacağının değil daha fazlasını isteyeceğinin de her türlü işaretini veren, soykırımcı apartheid devletidir: Daha fazla toprak (Büyük İsrail); yurtdışında daha fazla nüfuz, böylece tüm eleştirmenleri her yerde bastırılacak; ve daha fazla savaş ve soykırım. Örneğin bu rejim (yeniden) Lübnan’a girerse, elbette orada “sadece” savaşmakla kalmayıp (başarılı olamasa da) yeni bir soykırım gerçekleştirmeye çalışacaktır.

Dünyanın İsrail’i durdurması, katil ordusunu yenmesi, büyük ölçüde delirmiş toplumunu militarizmden ve radikalizmden arındırması ve sonunda suçlarını kabul etmeye zorlaması gerekiyor. Siyonizm, Nazizm gibi yasaklanmış bir ideoloji haline gelmelidir. İsrail’e kalkan olanlar da mağlup edilmeli ya da en azından büyük tehditler ve caydırıcılıkla kenara çekilmeye zorlanmalıdır. İlerlemenin yolu budur ve bunun için gerilimin tırmandırılması gerekecektir.

Şu anda pek olası görünmüyor olabilir. Ama sadece aptallar ve/ya da kibirli katiller tarihin sürpriz yapma yeteneğini hafife alır.

Çeviren: S. Erdem Türközü / Dünyadan Çeviri

* Tarık Cyril Amar (@TarikCyrilAmar) Almanya’dan bir tarihçi, halen Koç Üniversitesi’nde öğretim üyesi, Ukrayna, Rusya ve Avrupa uzmanı ve The Paradox of Ukrainian Lviv: A Borderland City between Stalinists, Nazis, and Nationalists [Ukrayna Lvov’unun Paradoksu: Stalinistler, Naziler ve Milliyetçiler Arasında Bir Sınır Kenti] adlı kitabın yazarıdır.

Kaynak metin: https://tarikcyrilamar.substack.com/p/escalation-euphemism-genocide-and


[1] https://english.alarabiya.net/News/middle-east/2024/01/25/ICJ-to-rule-on-South-Africa-s-genocide-case-against-Israel-all-you-need-to-know-

Exit mobile version