Economist – Pahalı Gıda ve Enerji Küresel Hoşnutsuzluğu Besliyor

Birçok hükümet yaşam kalitesine yönelik darbeyi hafifletemeyecek kadar borçlu

Orhan Pamuk’un on altıncı yüzyılda geçen Benim Adım Kırmızı romanının anlatıcısı, “İstanbul’da paranın artık hiçbir değeri yok” diye yakınıyor. “Bir zamanlar bir gümüş paraya büyük ekmek somunları satan ekmek fırınları, şimdi aynı fiyata yarı büyüklükte somunlar pişiriyor.” Devlet darphanesi, her madeni paradaki gümüş miktarını kurnazca azaltıyordu. Yeniçeriler (seçkin bir askeri güç) ücretlerinin düştüğünü anlayınca, “ayaklanarak padişahımızın sarayını bir düşman kalesi gibi kuşattılar.”

Artan enflasyon bugün de Türkiye’yi etkiliyor. Resmi olarak %73, ancak herkes daha yüksek olduğunu biliyor. Nobel edebiyat ödülü sahibi Pamuk, “fiyatlarda hiç bu kadar dramatik bir artış görmediğini” söylüyor. Siyasi sonuçların ne olabileceği konusunda hiçbir tahminde bulunmuyor. Türkiye’nin modern padişahı Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirmek riskli olabilir. Ama Pamuk, Boğaz’a bakan kitap dolu dairesinden, yurttaşlarının “şok, şaşkınlık ve öfke” ile tepki verdiğini gözlemliyor.

 

Bir semt pazarını ziyaret etmek, Pamuk’un haklı olduğunu düşündürüyor. Bir asma yaprağı satıcısı, geçen yıldan beri fiyatlarını üç katına çıkarmak zorunda kaldığından yakınıyor. “İnsanlar bir seferde 5 kilo alıp kış için bir kenara koyardı. Şimdi bütçeleri sadece 300 grama yetiyor.” Bir dede, emekli maaşının enflasyon karşısında erimesi yüzünden bu yıl et yemediğinden şikâyet ediyor. “Tabi ki hükümet sorumlu, başka kim olacak!” diyor. 2019’daki en son seçimde Erdoğan’ın partisine oy vermiş ama bir daha vermeyecek. Asma yaprağı satıcısı, “çözüm hükümeti değiştirmek” diyor. Küçük kardeşi “ülkeyi terk etmek istiyorum” diyor. “Gerekirse Avrupa’da tuvalet temizlerim.”

Dünyanın her yerinde enflasyon, yaşam kalitesini düşürüyor; öfkeyi körüklüyor ve kargaşayı besliyor. Vladimir Putin’in Ukrayna’yı işgali, gıda ve yakıt fiyatlarının yükselmesine neden oldu. Birçok hükümet olumsuz etkileri hafifletmek istiyor ama çoğu pandemi sırasında ağır bir biçimde borçlandı ve faiz oranlarının yükselmesi nedeniyle daha fazla borçlanamıyor. Avustralya kökenli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Barış Enstitüsü’nden (IEP) Steve Killelea, tüm bunların birçok ülkede önceden var olan gerilimleri artırdığını ve huzursuzluğu daha olası kıldığını söylüyor.

IMF’den Sandile Hlatshwayo ve Chris Redl tarafından hazırlanan bir makaleye göre, gelecekteki istikrarsızlığın en güçlü öngörücüsü geçmişteki istikrarsızlık. Tarihsel olarak, bir ülkenin belirli bir ayda şiddetli toplumsal huzursuzluk yaşama ihtimali yalnızca %1 olduğunu ama bu oranın, önceki altı ay içinde istikrarsızlık yaşıyorduysa dört katına, komşu bir ülke yaşıyorduysa iki katına çıktığını hesaplamışlar. Protestocular, başkalarının da kendilerine katılacağını düşünürlerse sokaklara dökülüyorlar.

Bu kötü haber demek çünkü huzursuzluk yıllardır artıyor. IEP, 2008’den bu yana 84 ülkenin daha az barışçıl hale geldiğini hesaplıyor; bunlardan sadece 77’sinde düzelme oldu. Enstitünün şiddetli protestolar ölçümü aynı dönemde %50 arttı. Farklı bir yöntem kullanarak -130 ülkedeki huzursuzlukla ilişkili sözcüklerin medyadaki sıklığını sayarak- IMF, Mayıs ayında sosyal kargaşanın pandeminin başlamasından bu yana en yüksek seviyesine yakın olduğunu tahmin etti.

The Economist, gıda ve yakıt fiyatlarındaki enflasyonla toplumsal olaylar arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için istatistiksel bir model oluşturdu. 1997’den bu yana “toplumsal olaylar” (yani kitlesel protestolar, siyasi şiddet ve isyanlar) üzerine yürütülen küresel bir araştırma projesi olan ACLED’in verilerini kullandık. Gıda ve yakıt fiyatlarındaki artışların, demografi ve GSYH’deki değişiklikler denetim altındayken bile, siyasi istikrarsızlığın güçlü bir göstergesi olduğunu saptadık.

Ayrıca önümüzdeki aylar hakkında alarm zilini çalan bir neden saptadık. Gıda ve yakıt ithâlâtına yapılan harcamalar, özellikle yoksul ülkelerde artmaya başladı (bkz. Tablo 1). Yoksul ülkelerin borçları da arttı (bkz. Tablo 2). IMF, ortalama düşük gelirli bir ülkenin kamu borcunun GSYH’ye oranının %69,9 olduğunu tahmin ediyor. Bu da artmaya başladı ve bu yıl zengin ülkeler için (ağırlıksız) ortalamayı geçecek. Yoksul ülkeler tipik bir biçimde, çok daha yüksek faiz oranları ödemek zorunda olduklarından, borçlarının çoğu sürdürülemez görünüyor. IMF, dünya nüfusunun %7’sine ev sahipliği yapan 41 ülkenin “borç sıkıntısı” içinde ya da yüksek risk altında olduğunu ifade ediyor. Laos gibi bazıları temerrüttün eşiğinde. Modelimiz, birçok ülkede önümüzdeki yıl “toplumsal olaylar”ın iki katına çıkacağını öngörmekte (haritaya bakınız).

Daha önce tehlikeli olan yerler, uçuruma yuvarlanabilir. Örneğin Türkiye’de, Ukrayna ve Rusya’dan gıda ve yakıt ithalatının kesintiye uğraması, zaten sert para politikasının yol açtığı zararı artırıyor. Erdoğan, yüksek faiz oranlarının enflasyonu frenlemek yerine enflasyona neden olduğuna inanıyor. Bu yüzden fiyatlar denetimden çıkarken bile faiz oranlarının düşürülmesini emretti.

Erdoğan, Türk lirasını savunmak için 2021’in sonundan beri insanları paralarını değer yitimine karşı korumalı özel hesaplara koymaya çağırdı. Devlet, bu mevduatların dolar karşısında değer kaybetmesi durumunda, yapmakta oldukları gibi, aradaki farkı kapatmayı vaat ediyor. Lira bu yıl zaten neredeyse %25 düştü. Altı ay içinde 960 milyar liranın (55 milyar dolar ya da GSYH’nın %7’si) bu hesaplarda tutulmasına ve hükümet için büyük bir sorumluluk oluşmasına şaşmamalı.

Muhalefet milletvekili Garo Paylan, “bu, sistemin altındaki bir dinamit” diyor. Bir yıl sonra gerçekleşecek bir sonraki seçimden önce muhtemelen patlayacak bir dinamit. Erdoğan’ın tesirli bir şey yapmadığı sürece kaybetmesi bekleniyor, bu yüzden tesirli bir şey yapabilir. Marmara Üniversitesi’nden Behlül Özkan, Suriye’de PKK’ye karşı yeni bir savaş başlatabileceğini ya da en güçlü muhaliflerini siyasetten men edebileceğini söylüyor. Kısacası, iktisadî kriz, ya Türkiye’yi yaklaşık yirmi yıldır hüküm süren istikrarsız bir diktatörü kovmaya yönlendirecek ya da diktatör, Türk demokrasisinden geriye kalanları boğacak. Huzur, en düşük ihtimalli senaryo gibi görünüyor.

Küresel iktisadî fırtına, ardı ardına birçok ülkede altta yatan sorunları daha da kötüleştirdi. Örneğin Pakistan’da iyice düşen yaşam kalitesi, Nisan ayında parlamentonun başbakan İmran Han’ı ordunun da onayıyla görevden almasına sunduğu gerekçeler arasındaydı. İmran Han, o zamandan beri görevini geri almak için kitlesel mitinglere öncülük ediyor. Hindistan’da ordu mensupları için yaşam boyu istihdam garantisi sayısını azaltma planı üzerine isyanlar patlak verdi. (Zor zamanlar olduğunda, insanlar özellikle iş güvenliği isterler.)

Sri Lanka, işlerin ne kadar çabuk denetimden çıkabileceğini bizzat deneyimliyor. Başkan Gotabaya Rajapaksa geçen yıl zirai kimyasalları yasakladı ve çiftçilere bunun yerine organik ürünler kullanmalarını söyledi. Bunun üzerine hasatlar dibe vurdu. Altı ay sonra yasağı kaldırdı ama o zamana kadar diğer pervasız siyasalar yüzünden yeterli kimyasal gübre ithal etmek için çok az nakit para kalmıştı. Bir sonraki hasadın feci olacağı tahmin ediliyor. Sri Lanka’nın gıdaya ve yakıta gereksinimi var ama onları ithal etmeye gücü yetmiyor.

9 Mayıs’ta hükümet yanlısı bir mitingde protestocular polisle çatıştı. Otobüsleri göllere ittiler ve ateşe verdiler. Hükümet yanlılarına uzun sopalarla saldırdılar; muhabirimiz hokey sopalarının da kullandığını gördü. Politikacıların evlerini yaktılar ve Rajapaksa ailesine adanmış bir müzeyi yerle bir ettiler. Askerler, başbakanın konutuna giren protestocuları dağıttı. Cumhurbaşkanı, başbakanı (kardeşini) görevinden uzaklaştırarak kalabalığı sakinleştirmeye çalıştı.

Ama Sri Lankalılar hâlâ öfkeli. Mağaza rafları, temel ihtiyaçlar için bile boş ve insanlar benzin için saatlerce sıraya giriyor. Okullar ve devlet daireleri geçici olarak kapatıldı. Devlet temerrüde düştü. IMF yetkilileri, kurtarma paketini görüşmek üzere 20 Haziran’da başkent Colombo’ya geldi.

Kızıl Öngörü

Bundan sonra hangi ülkenin ya da bölgenin patlayacağından kimse emin olamaz. Killelea, son iki yılda beş darbe görmüş olan Sahel’den endişe duyuyor. Diğerleri, hükümetin Ocak ayında Rus birliklerini toplumsal kargaşayı bastırmak için yardıma çağırdığı Kazakistan’ı ya da Rusya’dan gelen buğday ve nakit para akışına dayanan ve 2005’ten bu yana üç cumhurbaşkanını deviren Kırgızistan’ı işaret ediyor.

Gelgelelim neredeyse tüm karışıklıkların habercisi olan bir ülke olan Tunus’a. Tunus’un uzun bir toplumsal kargaşa geçmişi var. Yaklaşık 12 yıl önce Tunuslu bir meyve satıcısı olan Muhammed Bouazizi, polisin kendisini sürekli tartaklaması üzerine kendini ateşe vermiş ve onun ölümü, Ortadoğu’yu kasıp kavuran ve dört cumhurbaşkanını deviren bir protesto dalgası olan Arap Baharı’nı başlatmıştı. Tunus’un demokratik devrimi başlangıçta iyi gitti. Ama geçen yıl başkan Kais Saied, otokratik yetkiler elde etti. Düşen yaşam kalitesi ülkeyi bir kez daha barut fıçısına çevirdi.

Nüfusun yarısı 30 yaşın altında ve genç erkeklerin üçte biri işsiz. Başkent Tunus çevresindeki gecekondularda, sokak köşelerinde sigara içerek ve şikayet ederek aylak aylak geziniyorlar. Sokakta çömlek satan 23 yaşındaki Muhammed, “buradaki gençlerin kaybedecek bir şeyleri yok, sırf telefon çalmak ve dükkânları soymak için bile bir isyana katılacaklardır” diyor.

Küçük bir kasaba olan Goubellat’ta bir kafede çalışan Meher el Horchem, “günün başından sonuna kadar hep kızgınım” diyor. İşlerin son aylarda %70-80 oranında düştüğünü söylüyor: “Kimsenin dışarı çıkmaya gücü yok.” Elinde 20 dinarlık (6,40 $) bir banknot sallıyor. Bu onun günlük ücreti. “Bununla bir dükkâna giriyorsun ve hiçbir şey almadan çıkıyorsun” diyerek şikayet ediyor.

30’lu yaşlarında ve ailesiyle birlikte yaşıyor. “Elbette evlenmek istiyorum. Herkes ister” diyor. Ancak enflasyonun baltaladığı maaşıyla evliliğe gücü yetmiyor. “Bir hayatım yok” diye öfkeyle ekliyor: “Bütün gençler sisteme kızgın. İnşallah bu durum iç savaşa yol açmaz.”

Şimdiye kadar yol açmadı. Ama 16 Haziran’daki genel grev, otobüsleri ve trenleri durdurdu. Hükümet IMF’yle bir antlaşma yapmaya çalışıyor ama büyük bir sendika, kamu sektöründeki ücretlerde kesintiye gidilmesini de içeren antlaşmanın koşullarına karşı çıkıyor. Başkan Saied kendi iktidarını güçlendirmeye çalışıyor: 25 Temmuz’da Tunuslular, Başkan Saied’in metnini henüz Tunuslulara göstermediği yeni bir anayasa için oy kullanacaklar (henüz sonuçların belli olmadığı referandumda katılımın çok düşük olduğu açıklandı, Ç.N.).

Sıradan Tunuslular, anayasa reformu değil, kalori özlemi çekiyor. Ancak açlıklarını gidermeye yönelik siyasalar ters tepiyor. Birçok ülke gibi, Tunus da, temel gıda maddelerinin (bu durumda ekmek) fiyatını belirliyor. Buğday fiyatları yükseldikçe ekmek sübvansiyonları daha pahalıya mal oluyor; hükümetin IMF’nin kurtarma paketine ihtiyaç duymasının bir nedeni de bu.

Bu arada çiftçiler, tahıllarını düşük, sabit bir fiyatla devlete satmak zorunda. Bu, üretimi caydırıyor. Goubellat yakınlarındaki bir tarlada bir grup işçi, öğle yemeğini paylaşıyor. Yöneticileri Neji Maroui, “Bu ülkedeki toprak iyi” diyor. Bol miktarda boş arazi var. Buğdayları için piyasa değerini alabilseler, daha fazlasını ekebileceklerini ifade ediyor. Ama dünya fiyatının beşte birinden daha azını alıyorlar.

Tunus’taki Columbia Global Center’dan Yusuf Şerif, enflasyonun yolsuzluğu tetiklediğini belirtiyor. Yoksul ülkelerde, her memur tipik olarak geniş bir aileye bakıyor. Bakkaliye faturaları artmış durumda. Ücretlerse aynı oranda yükselmedi. “Bu, daha fazla rüşvet talep etmeye yönlendiriyor.”

Bu da huzursuzluğu daha olası hale getiriyor. Yolsuzluk yoğunlaştıkça, Muhammed Bouazizi gibi başka bir hüsrana uğramış kurbanın bir yerlerde olağanüstü bir protesto düzenleme ihtimali kesinlikle de artmış olmalı. Goubellat’ta Rafika Trabelsi öfke içinde patates doğruyor. Yol kenarındaki büfesini genişletmek ve daha geniş bir içecek ve atıştırmalık yelpazesi satmak istiyor. Ama yerel yetkililer ona ruhsat vermemiş ve derme çatma dükkânını buldozerle yıkmış. “Diğer insanlar rüşvet ödedikleri için ruhsat aldı,” diyor.

Putin, küresel enflasyonun büyük bir kısmından sorumlu olsa da, insanlar kendi hükümetlerini suçlama eğiliminde. Peru’da Pedro Castillo geçen yıl “zengin bir ülkede fakir kalmamalı” sloganıyla iktidara geldi. COVİD-19 bunu daha da zorlaştırdı – The Economist’in fazladan ölümleri takip eden uygulamasına göre, salgın Peru’da neredeyse diğer tüm ülkelerden daha ölümcül oldu. Ve ekonomi toparlanırken, Putin’in savaşı gübre arzını boğdu. Peru, en yaygın kullanılan gübre türü olan üre ithalatının %70’i için Rusya’ya dayanmaktaydı. Şimdi çiftçiler gübre bulmak için birbirleriyle yarışıyor ve öfke içindeler.

Nisan ayında enflasyonu protesto etmek için yolları kapattılar. Otoyol gişeleri yakıldı; dükkânlar yağmalandı. Castillo panikledi ve başkent Lima’ya pandemi tarzı yeni bir sokağa çıkma yasağı uygulamaya çalıştı. Eleştirmenler “otokrat” diye ayaklanınca pes etti.

Başkana destek şu anda %20 civarı. Lima’nın dışında bir gecekondu mahallesinde yaşayan üç çocuk annesi Gricelda Huaman, “onun bizden biri olduğunu sandık ama bizi unuttu” diyor. Çocuklarına daha fazla yemek yedirmek için sık sık öğün atlıyor. Zaman zaman bir otoimmün hastalığı olan lupus için ilaç almaya gücü yetmiyor ama ilaçsız yürüyemiyor.

Yerel bir düşünce kuruluşu olan Eduardo Zegarra, Peru daha fazla gübre temin edemediği takdirde, bir sonraki hasatta büyük bir düşüş olacağını belirtiyor. Castillo, Peru’nun bir zamanlar büyük miktarlarda ürettiği geleneksel bir gübre olan guano’yu dağıtıyor. Geçenlerde çiftçilere “sadece tembellerin” aç kalacağını söyledi. Çiftçiler bu sözlerden etkilenmedi. Pirinç yetiştiren Arnulfo Adrianzén, “yakında çiftçiler lehine somut adımlar görmezsek, sokaklara döküleceğiz” diyor. Peru’nun son beş yılda beş başkanı oldu. Bir başkasının başkanlık makamının giderek daha rahatsız edici hale gelen kuşağını takma süresi pek uzun olmayabilir.

Bazı rejimler, huzursuzluğu güç kullanarak önleyecektir. Örneğin Çin’de kimse protestoların denetimden çıkmasını beklemiyor. Kötü yönetilen bir ekonomi nedeniyle gıda kıtlığının uzun süredir devam ettiği Türkmenistan’da, tahsis edilen ekmekten fazlasını satın alan herkes 15 gün hapis cezasına çarptırılıyor. Mısırlılar konuşmaktan çekiniyor. Son kitlesel protestolar, 2013 yılında, rejimin muhtemelen 1000 kişiyi katletmesiyle sona ermişti.

Uganda’da Devlet Başkanı Yoweri Museveni, halkına ekmek yoksa manyok (yenebilir bir bitli, Ç.N.) yemelerini söyledi. Bir muhalefet lideri onları sokağa çıkmaya çağırdı. Eski bir başkan adayı olan Kizza Besigye, 2011’de yaşanan bir önceki büyük enflasyon artışı sırasında düzenlenen protestolara öncülük etmişti. Bu sefer devlet riske girmiyor. Doktor Besigye hapsedildi.

Uganda’daki protestoların başarılı olması pek olası değil. Devlet, Mısır’da olduğu gibi, göstericileri vurmakta tereddüt etmiyor. Ayrıca, birçok Ugandalı kıt kanaat yaşıyor, bu da protestonun sürdürülmesini zorlaştırıyor: İnsanlar çalışmazsa, yemek de yiyemez. Yine de hayal kırıklığı artıyor. Ugandalılar gelirlerinin %43’ünü gıdaya harcıyor; bu yüzden de fiyat artışları çok etkiliyor.

Uganda gibi otoriter rejimler bir ikilemle karşı karşıya. Muhalefeti ezmek için güvenlik güçlerine ve himayecilik ilişkilerine her zamankinden daha fazla kaynak ayırmak zorundalar, bu da iktisadî şoklara yanıt verme kapasitelerini azaltıyor. Doktor Besigye, Uganda’daki “baskı aygıtı”nın her zamankinden daha güçlü olduğunu söylüyor. Ancak orduya bu kadar çok para harcayarak, Museveni’nin “hoşnutsuzluk koşullarını yoğunlaştırdığını” da ekliyor.

Düşüşe isyan

Küresel huzursuzluk büyümeyi engelleyebilir. Çeteler fabrikaları yaktığında ya da hükümetleri devirdiğinde yatırımcılar ürküyor. IMF’den Metodij Hadzi-Vaskov ve Luca Ricci ile Dünya Bankası’ndan Samuel Pienknagura tarafından hazırlanan bir çalışma raporunda, büyük huzursuzluk dalgalarının ardından, bir buçuk yıl sonra, ortalama olarak bir önceki temele göre, GSYH’de yüzde bir puanlık düşüş olduğu tespit edildi. Kuramda bunun nedeni, örneğin, daha önceki bir mali kemer sıkma siyasanın hem halkın öfkesine hem de daha düşük büyümeye yol açması olabilir. Ancak yazarlar, huzursuzluğun öncesinde malî kemer sıkma ya da düşük büyüme olup olmadığına bakılmaksızın bağlantının doğru olduğunu saptadı. Huzursuzluğun ekonomilere gerçekten zarar verdiği sonucuna vardılar.

Ayrıca, enflasyon gibi toplumsal iktisadî etmenlerin motive ettiği huzursuzluğun, tartışmalı bir seçim gibi siyasi etmenlerin yol açtığı huzursuzluklardan daha şiddetli daralmalarla ilişkili olduğunu saptadılar. Huzursuzluk hem siyasi hem de toplumsal-iktisadî motivasyonlara sahip olduğunda, GSYH’deki hasar hepsinden daha kötü. Buna iyi bir örnek, 2021’de Güney Afrika’yı sarsan, COVİD-19’un iktisadî sıkıntıya yol açtığı ve hilekâr eski başkanın, destekçilerini yolsuzluktan yargılanmasına karşı protestoya çağırdığı ayaklanmaydı. Yağmanın olduğu çeyrekte GSYH %1,5 küçüldü.

Son ve ilgi çekici bir bulgu, huzursuzluk tipik olarak borsaların düşmesine neden olsa da, bu etkinin daha açık ve demokratik kurumlara sahip ülkelerde tarihsel olarak ihmal edilebilir düzeyde olduğu. Bunun anlamı, toplumlar iyi kurumlara ve hukukun üstünlüğüne sahip olduklarında kargaşayla daha iyi başa çıktıkları.

Dünyanın dört bir yanındaki protestocuların sıklıkla talep ettiği şey -daha temiz, daha iyi yönetim- tam da ülkelerinin gereksindiği şey. Ama inşa etmek zaman ve istikrar gerektiriyor. Önümüzdeki kısa vade çalkantılı geçecek.

Çeviri: Mestan Dilbilmez / Dünyadan Çeviri

Kaynak metinhttps://www.economist.com/international/2022/06/23/costly-food-and-energy-are-fostering-global-unrest

Exit mobile version