Temel DEMİRER – İsyan Sancağını Yükseltenlerin Kuşağındandır Gençlik[1]

 “… ‘İnsan’ olduğunuzu hatırlayın.

Geriye kalan her şeyi unutsanız da olur.”[2]

Diyeceklerime “Nereden” ve “Nasıl” başlamalıyım?

Ya da 70’lerine merdiven dayanmış, “E-Nabız”da “Yüksek Risk Grubunda” notu düşülmüş birisi olarak “Sizlere diyecek neyim olabilir” ki?

Hayır, benim diyecek bir şeyim yok; olamaz da…

Lakin Oscar Wilde’ın, “Bu dünyada elde tutmaya değecek tek şey de gençliktir,” ya da Victor Hugo, “Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz,” veya Friedrich Schiller’in, “Gençlik düşlerinizi koruyun,” uyarısına büyük değer biçmemden ötürü beni buraya, aramıza getiren filinta endam gençliğimin DEV-LİS’ten DEV-GENÇ’e uzanan seyr-ü seferinden birkaç şeyi aktarabilirim sizlere…

İlk aklıma gelen; takriben 50 küsur yıl öncesinden, “Biz DEV- GENÇ militanlarıyız. Laf ebesi ukalâ AYDINLAR KULÜBÜ değiliz… Görevimiz DEV-GENÇ’i; siyasal örgütümüzün yaratılması için fabrikalar da, köylerde yoğun eyleme geçirmektir,”[3] haykırışı çınlıyor hâlâ kulaklarımda…

Ve “Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır… İnsan, uçurumun kenarına varmadan kanatlanamaz,” vurgusu belleklerimize kayıtlıydı Nikos Kazancakis…

Sonra “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” derdi Behice Boran…

Ya da tam o günlerde ütopyalarımız ile coğrafyamızda ve yerküremizde, sevdiğimiz bütün insanlara verilecek hesabımız olduğundan asla şüphe etmezdik; etmedik de…

Gençlik buydu; farklısı mümkün müydü? Olamazdı elbette…

* * * * *

Muhtemeldir ki çoğunuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Türkiye’nin nasıl oluyor da dünyanın en büyük 500 üniversite arasında esamesi okunmuyor?” diye sorduğu üniversitelerdensiniz; veya adaysınız; ya da mezunsunuz…

Soru(n) iyi de, ilk olarak bu soruyu bizlere değil, kendilerine sormalıdır muktedirler!

Bir de meseleyi, Karaman Üniversitesi’ndeki İslâmi İlimler Fakültesi’ne “Felsefe ve Din Bilimleri” dalında “Kur’an ve Sünnet rehberliğinde şeytanla mücadele edecek insan eğitimi üzerine çalışmaları olmak” kaydıyla Yardımcı Doçent aranan[4] saçmalık zeminini “es” geçmeden yanıtlamalıdırlar!

* * * * *

Umberto Eco’nun ifadesiyle, “Modern üniversiteler, işsizlik sorununun saklandığı park alanları” belki en çok; coğrafyamız için geçerli!

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) ‘2018 Eğitim Politikaları Raporu’na göre, Türkiye’de verilen eğitimde eşitlik ve kalite en büyük sorunken;[5] TÜİK verileri de eğitime nüfusun en yoksul yüzde 20’lik kesiminin 989 milyon 795 bin 580 TL ayırdığını; en zengin yüzde 20’lik kesim ise eğitim için 15 milyar 643 milyon 112 bin 496 TL harcadığını ortaya koyarken; yoksul kesimlerin üniversite eğitimi için yaptığı harcama yüzde 49 azaldı![6] Yoksullar büyük bir hızla üniversite dışına sürülüyorlar…

Bunun yanında Eğitim Sen’in MEB bütçesi analizine göre, 2002’de yüzde 17.18 olan eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2020’de yüzde 4.65’e düştü. Bu oran 5 milyar 830 milyon TL’ye denk gelirken Diyanet’in bütçesi 11 milyar 520 milyon TL oldu.[7]

Özetle OECD’nin, ‘Bir Bakışta Eğitim’ raporuna göre Türkiye, öğrenci başına en az harcama yapan üçüncü ülke konumunda;[8] YÖK’ün hazırladığı raporlar bile üniversitelerin durumunu gözler önüne sermeye yetiyor. Bu raporlara göre 105 üniversitede öğrenci başına düşen kitap sayısı 5’in altında. Akdeniz, İzmir Demokrasi, Giresun ve Celal Bayar üniversitelerinde ise öğrenci başına bir kitap dahi düşmüyor.[9]

Bilmeyen var mı? 5 yılda 1 milyon 155 bin üniversite öğrencisinin geçim sıkıntısı nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldığı[10] Türkiye’de akademinin içler acısı hâli uzun süredir tartışılıyor. Yazılan tezlerdeki intihal oranları ve hataların yanı sıra üniversitelerin açtığı kişiye özel ilanla akademisyen olanlar gibi birçok problem her geçen gün haber oluyor. Bunun yanında internet sitesi üzerinden verilen ilanlarla ‘akademik tez’ yazılıyor. Bu ilanı veren sitelerden birinde tez ve ödev hazırlama, literatür tarama, intihal raporu hazırlama, üniversite proje verildiği belirtiliyor.[11]

“YÖK varken bilim mi olur?”[12] sorusu tümüyle haklıdır; üniversitelerde akademik özerkliğin ortadan kaldırıldığı[13] tabloda Tarık Şengül, “Üniversitenin ölümü”nden[14] söz ederken; ‘Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği’ Başkanı Prof. Dr. Tahsin Yeşildere de, “Özel üniversite öğrenciyi müşteri olarak görüyor, öğrenci akademisyene hizmet veren gibi yaklaşıyor,”[15] diye ekliyor.

Gerçekten de Aslı Vatansever’in ifadesiyle, “Türkiye’de merdiven altı atölyesi gibi çalışan üniversiteler var. Bu üniversiteler akademik emeği metalaştırıyor… Türkiye’de akademik emeğin değersizleşmesi üniversite yönetimleriyle başlayan bir şey değil; vakıf üniversitelerinin akademisyenlere kiloyla alınıp satılabilecek birer mal gözüyle bakması aynı zamanda Türkiye toplumunda zaten en azından son 150 yıldır varolan ve son yıllarda iyice görünür hâle gelen anti-entelektüalizmle de besleniyor.”[16]

Meryem Koray’ın, “Türkiye’de ‘üniversite özerkliği ya da üniversitelerin akademik niteliği ne durumda’ gibi soruların anlamı kalmadı; onun yerine ‘üniversite kaldı mı’ diye soracak noktaya geldik,”[17] dediği hâlde hızla sıralayalım!

√ ‘Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması’ (TÜMA) 2018 raporuna göre, üniversiteler, öğrencilerin beklentilerini karşılamıyor. Raporda “Ne öğrenciler mutlu ne akademisyenler. Birbirlerine temas etmiyorlar. Takip edilecek hoca arayışı da, parlak talebesini merak eden hoca da yok,” tespiti yapıldı![18]

√ Üniversitelerin öğretim kalitesi dünyada 101. sırada. Bilimsel makale ve atıf oranları düşüyor. Eğitim yerlerde sürünüyor.[19] Türkiye sahte ve şaibeli yayında dünya üçüncüsü![20]

√ ‘Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi’ kitabında intihalli makale yazarak profesör olan M. Faruk Köse, TTB’den ceza almasına rağmen üniversitede hâlâ çalışıyor. Acıbadem Üniversitesi’nde görevli olan Köse’nin intihal yaptığı kitabın çevirisini ise daha önce asistanı olan Cem Baykal’a yaptırdı![21]

√ Erzincan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde görevli Meriç Aybar’ın Erzurum Atatürk Üniversitesi’ndeyken yazılan ‘XIX. Yüzyılda Osmanlı’yı Ziyaret Eden Yabancı Yazarların Eserlerinde Osmanlı Halk Hayatının Derlenmesi’ başlıklı doktora tezi sadece “indeks” şeklinde hazırlandı, yararlanılan kaynaklardaki bilgilere yer verilmeden yalnızca sayfa numaraları kullanıldı![22]

√ Gaziantep Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nin adı ‘İslâm’ ibaresi eklenerek Gaziantep İslâm Bilim ve Teknoloji Üniversitesi olarak değiştirildi. “Çırılçıplak yıkanmak mekruhtur”, “Eşcinsellik hastalıktır”, “Teyze kızıyla evlenmek caizdir” gibi açıklamalarıyla sıkça gündeme gelen Nihat Hatipoğlu ise, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından üniversiteye rektör atandı![23]

√ Trakya Üniversitesi’nde öğrenciler nereye harcandığı belli olmayan, Sayıştay raporunda ortaya çıkan kayıp 6 Milyon TL’nin akıbetini sormak için Rektör Erhan Tabakoğlu’na mektup yazdı![24]

√ Bazı eğitim fakültelerinde profesör bulunmazken, bazılarında ise 900 öğrenciye 1 profesör düşüyor![25]

√ Öğrencisi olmayan bölümler 2019 yılında da Sayıştay raporlarına yansıdı![26]

√ 15 Temmuz sonrası süreçte kamu üniversitelerinden 6000 kadar akademisyen KHK ile ihraç edildi. Bu sayı ordunun yönetime el koyduğu süreçlerde tasfiye edilen toplam akademisyen sayısının 20 katı![27]

√ YÖK’ün ‘2018 İzleme ve Değerlendirme Raporları’na göre, akademisyen, idareci ve öğrencilere toplam 10 bin 252 soruşturma açıldı. Bu soruşturmaların 9 bin 172’si sonuçlandırıldı. AKP iktidarının üniversiteleri getirdiği hâl işte bu: Bir yılda 10 bin soruşturma![28]

√ 100’den fazla akademisyeni KHK’yle ihraç eden Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş ve yönetimi, öğrencilerin disiplin cezalarını da 3 yılda yüzde 1000 artırdı. İbiş yönetimi 2017’de, 815 öğrenciye disiplin cezası verdi![29]

√ Sinop Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr İrfan Mukul, öğrencisi olan Semih ve Esra Özakça’ya destek amacıyla Yüksel Caddesi’nde düzenlenen eyleme katıldığı için üniversite yönetimi tarafından hakkında başlatılan soruşturmada açığa alındı![30]

√ Ankara Üniversitesi yönetimi onlarca öğrenci topluluğunu kapatma kararı aldı![31]

√ Ankara Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Ceren Damar, Hukuk Fakültesi dördüncü sınıf öğrencisi Hasan İsmail H.’nin silahlı saldırısı sonucu yaşamını yitirdi. Akademideki sessizlik dikkat çekerken, AKP tarafından ele geçirilen üniversitelerde olay adeta sıradan bir vakaymış gibi davranıldı. Ceren Damar’ın üniversitesi dışında hiçbir üniversiteden konuyla ilgili açıklama yapılmadı![32]

√ Karadeniz Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü Savunma Sistemleri ve Teknolojileri Topluluğu’nun düzenlediği “KTÜ Savunma Sanayi Günleri”ndeki sergide lise ve ortaokul öğrencilerine silah tanıtımı yapıldı![33]

√ Konya’da Selçuk Üniversitesi’nde Ülkü Ocakları üyesi öğrenciler tarafından düzenlenen konserde tüfek hediye edildi![34]

√ Üniversitelerin en tepe yönetiminde kadınların sayısı veya oranı azın da azı. Üniversiteler erkek egemen yapıda. Üniversitelerde akademisyenlerin yüzde 61.8’i erkek, yüzde 38.2’si kadın. Vakıf üniversitelerinde: 57’ye 43. (Devlet üniversitelerinde 63’e 37)![35]

√ Saray’ın atadığı rektörler akademiyi çökertiyor. Uluslararası makaleleri derleyen ‘Scopus&Web of Science Veri Tabanı Atıflar’ istatistiğine, göre Türkiye’deki 68 üniversite rektörünün uluslararası akademik yayını bulunmuyorken; 71 rektörün araştırmalarına(!) “sıfır” atıf var![36]

√ ‘Dünya Üniversite Sıralaması Merkezi’nin (CWUR) raporuna göre, hiçbir üniversitesi ilk 500’e giremeyen Türkiye’nin akademideki durumunu ‘Scimago Institutions Rankings’in (SJR) verileri gözler önüne serdi: Türkiye, 1996-2017 arasında yayımlanan 531 bin 899 akademik makale ile bu alanda 20’nci sırada yer alırken, makalelerine yapılan atıf sayısında ise Sudan’ın bile gerisine düşerek 167’nci oldu![37]

√ Kamu üniversitelerinde, -niteliği bir yana bırakılarak- akademisyen başına düşen yayın sayısı, yılda birin altında. 5 yılda üniversitelerimizde üretilen yayınların; en çok atıf alan dergilerdeki yayın sayısındaki oranı yüzde 1’i geçmiyor![38]

√ Üniversitelerde bilimsel araştırmaları desteklemek için kurulmuş olan “Araştırma Fonları” kaldırılmış ya da başka birimlerle birleştirilmiştir![39]

√ YÖK’ün özel üniversitelere ilişkin raporuna göre 30 üniversite, öz kaynaklı araştırma projesine bütçe ayırmadı. Bunların 22’sinde dış kaynaklı proje bütçesi yer alsa da 8’inde Ar-Ge için hiç harcama yapılmadığı tespit edildi![40]

√ Sakarya Üniversitesi Rektörlüğü öğretim üyesi alımı yapacağını 30 Aralık 2019’daki resmi gazete ilanıyla duyurdu. İlanda Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Hizmetler Bölümü Toplumsal Gelişme ve Sosyal Politika Anabilim Dalı için bir profesör alınacağı da belirtildi. İlana alınacak kişinin, “Çocuk, ergenlik yaşlılık, şiddet, bağımlılık, göç, romanlar ve bakım evleri” alanında çalışmalar yapmış olması şartı konuldu. Şart koşulan bu çalışma alanlarının Fethullah Cemaati’nin Bedir Üniversitesi’nde düzenlediği konferansa katılan ve hâlen Sakarya Üniversitesi’nde görev yapan doçent Yusuf Genç’in yaptıklarıyla aynı olması dikkat çekti![41]

√ Kişiye özel akademik kadro tartışmalarının adresi bu kez Çukurova Üniversitesi oldu. Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Politikası Anabilim Dalı için açılan doktor öğretim görevlisi kadrosu için, “Lisans, Yüksek Lisans ve Doktorasını İktisat Anabilim Dalı’nda tamamlamış ve Döviz Kuru Politikaları alanında çalışmalar yapmış olmak” şartı konuldu. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fikret Dülger’in A.B. isimli asistanının ilanda belirtilen özel şartların tamamını karşılıyor olması, “Dekan, asistanı için kadro açtı” iddialarına neden oldu![42]

Hâl buyken İzge Günal’ın, “Geldiğimiz noktada akademik özgürlüğü yitirdiğimiz gibi “akademik tutsaklığa” doğru yol alıyoruz. Artık düzeltmesi hiç kolay değil,”[43] saptamasına ekliyor Özgür Bozdoğan:

“Üniversite özgürlüklerin olduğu yerde vardır. Bu özgürlükleri yok ederseniz, üniversiteleri de yok edersiniz”![44]

* * * * *

Sürdürülemez kapitalist vahşetin sorumlusu olduğu bu rezalet tablosuna bir de “Genç olmak”ın soru(n)larını eklediniz mi? Varın gerisini düşünün!

Mesela coğrafyamızda tam 70 bin öğrenci cezaevlerinde. Yargılamaları devam edenlerle birlikte sayıları 100 bini bulan öğrencilerin eğitim hayatlarına devam etmeleri ise neredeyse imkânsız.[45]

Ayrıca kriz ve hayat pahalılığı, evinden uzakta okuyan üniversite öğrencilerini zorluyor. Ailesinin maddi desteğiyle ve aldığı burslarla geçinemeyen öğrenciler devamsızlık pahasına da olsa tam zamanlı ya da yarı zamanlı çalışmak zorunda kalıyor. Bir yılda işsiz sayısı 1 milyon 259 bin artarken, istihdam 872 bin kişi azaldı.[46]

Akdeniz Üniversitesi’nde yapılan ankete göre, öğrencilerin yüzde 21.2’si geçinebilmek için çalışmak zorunda olduğunu söylüyor. Öğrenciler geçinebilmek için makarna yediklerini ifade ediyor. Ankete katılanların yalnızca yüzde 4’ü 1000 TL üzerinde gelire sahip.[47]

Gitgide derinleşen ekonomik kriz koşullarında işsizlik oranları bir türlü düşmüyor. Genç işsizliği ise, asıl sorun. TÜİK’in yetersiz ölçütlerle yaptığı araştırmaya göre de, Türkiye’de her 5 gençten biri işsiz güçsüz geziyor. Gençliğin yüzde 20’si.[48]

Evet yaklaşık her beş gençten birinin kendini işsiz olarak tanımlıyorken;[49] 2004’te 97 bin 545 olan üniversite mezunu işsiz sayısı 2019’da 1 milyon 340 bine fırladı. Türkiye’de her 100 üniversite mezunundan 26’sı işsiz![50]

TÜİK’in araştırmasına göre, üniversite okumak ekonomik açıdan geçmişe oranla daha az kazanç sağlıyor. 2006 yılında bir üniversite mezunu 2 bin 88 lira kazanırken ortalama ücret bin 103 liraydı. Böylece üniversite mezunu ortalama ücretten yüzde 89 daha fazla kazanıyordu.

2018’de aradaki fark yüzde 46’ya kadar gerilemiş durumda. Aradaki fark düzenli olarak kapanıyor. 2018 yılı için 3 bin 960 liralık ortalama ücrete karşılık üniversite mezunun kazandığı ücret 5 bin 778 lira. Bu gelişmenin temelinde üniversiteli sayısındaki olağandışı artış yatıyor.[51]

Bu tabloda ‘Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın bir araştırmasının sonuçlarına göre, “Gençler, üniversitelerin yeterince özgür olmadığı”nı düşünüyorlarken;[52] gençler arasında umutsuzluk büyüyor. Ekonomik krizin vurduğu gençlerde memnuniyetsizlik oranı yüzde 50’ye ulaştı. İşsiz gençler geleceklerinden umudu keserken iş arayan gençlerde de ciddi artış yaşandı. Her dört gençten biri yurt dışında eğitim görmek isterken başka bir ülkeye yerleşmek isteyenler de arttı.[53]

Nasıl olmasın?!

Çorum’da ‘2. Üniversite Tanıtım ve Tercih Günleri’nin açılış törenine katılarak bir konuşma yapan Vali Yardımcısı Azmi Yeşil’in, geçmiş dönemlerde üniversite okumanın zorluğuna değinip; o dönemlerde üniversite mezunu olmanın iş bulmak için yeterli olduğunu; ancak günümüzde yeterli olmadığı vurgusuyla öğrencilerin iş bulmaları için “Dayı”ya ihtiyaç duyduklarını söylediği[54] bir coğrafyadır Türkiye!

* * * * *

Tam da böylesi bir karanlığın ortasında, aydınlığın nasıl kazanılabileceği tartışılıp, hayata geçirilmeliyken; “Hangi kuşaktansınız: X mi, Y mi, Z mi?” saçmalığına mündemiç lafazanlıklarla kaybedilecek zaman(ımız) yoktur.

İşçi sınıfının yolunda ilerleyen gençler “Tek Yol Devrim” diyen isyan sancağını yükseltenlerin kuşağındandırlar!

Reklamcılık ve pazarlama sektörleri açısından 1980’lerden bu yana giderek önem kazanan “X, Y, Z kuşakları”, kapitalizmin 1970’lerde başlayan, kendini bir “talep yetersizliği” sorunu olarak da dışavuran yapısal kriziyle bağlantılı kavramlardır. Krizin içinde kitlesel işçi sınıfı, onun ücret ilişkisine dayanan homojen piyasalar, hızla dağılıyor, “kapitalizmin ruhu” değişiyor, reklamcılık sektörü “68 isyanının” sloganlarını ediniyor, kapitalizmin eskiyen biçimlerini bunlarla yıkarken (liberaller bu sayede özgürlükçü taklidi yapabildiler) yeni biçimlerini de bunlarla satıyordu.

“Gençlik” de yeni bir piyasa ve yeni bir meta olarak önem kazandı. Advertising Age, Mac Kinsey and Company benzeri araştırma şirketleri tarafından birkaç yılda bir “gençlik”, tüketim eğilimleri açısından “X, Y, Z” kuşakları olarak yeniden tanımlanıyordu. Reklamcılık sektörü gençlere, metaları bu tanımları göz önüne alarak, yaşlanan kuşaklara da biteviye gençliklerini anımsatarak “pazarlamaya” çalışıyordu. Böylece iki yeni piyasa oluştu: Sık sık yenilenen bir gençlik piyasası ve sürekli genişleyen bir borçlandırma makinesine bağlanmış gençlik kültüne tutkun “yaşlanma korkusu” piyasası.

Bu “kuşak” analizleri “kapitalist gerçekçi” (kapitalist toplumun kalıcılığını veri alan) bir bakış açısıyla yapılıyor, bu “gerçekçilik” içinde, reklam kampanyaları kapitalizme gerekli öznellikleri üretiyordu.

Buradan hareketle denebilir ki bu “kuşak” tanımlamaları “kapitalist gerçekçilikten” kurtulmak isteyenler açısından, en azından yararsız, gerçekteyse “teorik gramerlerinin” tutarlılığını bozacak zararlı pratiklerdir.

Bu “Z kuşağını” tanımlamaya çalışanlar, ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, kentlerden kentlere, hatta mahallelerden mahallelere değişen önemli farklara dikkat çekiyorlar. Gelir, eğitim düzeyleri, sınıfsal konumlar da önemli. “Z kuşağının” adalet, özgürlük arzularına, etik tutumlarına gelince, farklı tarihsel kültürel zemine (kapitalizmlere) sahip ülkeler, bölgeler ve sınıflar arasında, bu adalet, özgürlük etik kavramlarının içi farklı biçimde doldurulacağından bunlar da bir “Z Kuşağı” tanımlamaya yetmiyor.

Sanırım geriye bu “kuşağı” organlarına bağlayarak tüketmeye hazırlanan kâr makinesinin gözünün gördükleri kalıyor: Dijital teknolojiler, akıllı telefonlar, sosyal medya olmayan bir dünya bilmiyorlar; realiteyle dijital teknolojiler aracılığıyla ilişki kuruyorlar, ortalama dikkat yoğunlaştırma süreleri 12 ila 8 saniye dolayında. Öyleyse bunlara metalar kısa sloganlar ve imajlar ile dijital platformlar aracılığıyla ulaşmalıdır (memler, emojiler, GIF’ler önemlidir). Bu saptamalar doğruysa, “Z kuşağı”, her biri kısa sloganlardan, imajlardan oluşan bir dijital (Peter Sloterdijk’ın bir kavramını alırsak) “küre” içinde yaşayan gençlerden oluşuyor.

Kimi analistler, belki “Gezi olayı”nı düşünerek bu kuşağın büyük bir direniş potansiyeline sahip olduğuna inanıyorlar. İçinde yukarıda değinilen farklılıkları taşıyan bir “kuşak” neye karşı, nasıl direnecek? Dünyanın gittikçe karmaşıklaşan, türlü fantezilerle gizlenen sorunlarını anlamak, değiştirmeye başlamak için gereken kavramsal alet çantasını, teorik modelleri nasıl edinecek? Eğer meta satmıyorsak, önemli olan birilerinin “onları” anlaması değil, “onların” kendilerini anlamalarıdır. Çünkü bugünü “gençlik” bugün “yapacaktır”. Yarın, yeni bir gençliğindir.

Kapitalist devletin, 200 yıldır biçimi, rejimleri birçok kez değişti ama özü değişmedi. Siyasi faaliyetin özü de… Esas araştırılması gereken “kuşaklar” değil, yeni sınıf şekillenmelerinin, fiziki ve simgesel üretim araçlarının, ideolojilerin, genel olarak çalışanlar, özel olarak da “gençlik” üzerindeki etkileridir.[55]

İş bu nedenle şu kuşaklar meselesine, öteden beri bir türlü içim ısınmamıştır; bana her zaman aşırı genellemeci bir yaklaşım gibi gelir…

Örneğin şu “Z kuşağı” tartışılırken, yine aynı aşırı genellemeci tutumun tekrarlandığını düşünüyorum. Aynen “pandemi sonrası dünya” üzerine üretilen bol robotlu fantezilerde olduğu gibi, bu konuda da orta sınıf merkezli bir düşünme biçimi var gibi. Bizzat teorileri üretenler de sanırsam kendi çocuklarına filan bakıyorlar ve orada gördüklerini bütün dünyaya teşmil etmeye çalışıyorlar. Bu arada Bangladeş ve Bağcılar’daki tekstil atölyeleri de gri bölgede kalıyor sanki. Dolayısıyla bir çuval ağzı açıp her şeyi ve herkesi, bütün sınıfsal-cinsel-etnik ayrımlardan azade olarak içine doldurmak, abartılı bir yaklaşım gibi duruyor.

Yine de, 2000 sonrasında doğan çocukların az çok ortak yanları var mı? Şüphesiz var. Daha dijital bir çağa doğmuş olmaları belki bunlardan biri ve sanırım bu zaten ellerinde olmayan bir şeydi. Daha savruk ve odaksız oldukları yazılıyor mesela; tamam ama odaklanacak bir odak yoksa çocuklar ne yapsın diye sorulmuyor hiç, vb. vb…

Bütün bunların hepsine eski klişelerden kurtularak ama eskilerinden daha tehlikeli olan yeni klişelere de kapılmadan bakmak, “Z kuşağının özellikleri” adı altında hepsi de birbirinden kes/yapıştırla aparılmış yazıları çok ciddiye almamak gerekiyor.[56]

Mesela ‘Kaspersky Lab’ın araştırmasında, “Z Kuşağı’nın tek derdi görüntü kaygısı”[57] biçiminde tanımlanması “Z kuşağının, ekonomik harcama gücüne göre yapılmış olan finansal bir sınıflamadır. Z kuşağı toplumsal bir sınıflama değil, finansal bir ayrıştırmadır.”[58]

Amerikan sosyolojisinin soru(n)larıyla müsemma kimi “araştırmalar”ın, “Türkiye nüfusunun yüzde 30’unu oluşturan Z kuşağından 6.5 milyon gencin 2023’te ilk kez sandığa gitme hakkı kazanacağı” vurgusuyla söylediğine göre, “Z Kuşağının otokratik, üsttenci dil ve yapmacıklıkla işi olmaz”mış![59]

Aslı sorulursa “Z kuşağı”yla sosyal medyadan kopan, mesajlara sığmayan bir efsane yaratılmakta. Zira, konu üzerine yapılan değerlendirmelerde Z kuşağına atfedilen vasıfların, nihayetinde aslında çoğunlukla profesyonel işlerde istihdam edilen, elit, beyaz yakalı ebeveynlerin çocukları olan bir azınlığa yakıştırılmakta olduğunu göz ardı etmememiz gerekiyor. Gelir ve servet eşitsizliğinin insanlık tarihinde belki de zirve yaptığı; 2.6 milyar kişinin sanitasyon hizmetlerinden, 1.5 milyar kişinin de elektriğe erişimden yoksun olduğu bir çarpıklıklar dünyasında dijital dünyaya erişim lüksüne sahip bir azınlığa ait vasıflar dünyamızı değiştirmeye yeterli olabilecek mi?[60]

Bu soru(n) yanıtını ararken; başkaldıran örgütlü toplumsal muhalefet olmadan, sürdürülemez kapitalizmi aşacak bir dünyanın tahayyülü mümkün değil.

Elbette George Gurdjieff’in, “Gerçeği konuşmak için, neyin gerçek neyin yalan olduğunu bilmek gerekir… Bilincimiz bize eylemlerimizde rehberlik yapmalıdır ve bu bilinç içimizdedir,” uyarısındaki üzere!

* * * * *

Döndük dolaştık; yine geldik başkaldırıya!

Özgürleşmeden baş kaldırılamaz; baş kaldırılamadan da özgürleşmek mümkün değilken; özgürleş(tiril)mesi gereken gençliğin, eşitlikçi özgürlük dışında bir geleceği yoktur ve olmamalıdır da!

Bundan ötürü Luis Buñuel’in, “Özgürlük, bir hayalettir. Tam dokunduğumuzu sandığımız anda ıslaklığı parmak uçlarımızda kalan,” sözüne aldırmayın…

Özgürlük “Diz çökerek yaşamaktansa, ayakta ölmek yeğdir, “ diyebilmektir Emiliano Zapata gibi…

Ya da Nikos Kazancakis’in mezar taşındaki “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm, “ ibaresidir.

Veya Rosa Luxemburg’un, “Özgürlük, yalnızca ve daima farklı düşünenlerindir,” saptamasıdır.

Kolay mı? İnsanların gözlerini kırpmadan uğruna ölebileceği yegâne şeydir özgürlük…

Hayatı savunma sorumluluğunun bilincinde olmaktır…

Gerektiğinde, uğruna ölmektir; Thomas Hobbes’in, ‘Leviathan’ diye adlandırdığına teslim olmamaktır…

İnsan olma ve kalmanın özü ve esasıdır. Bu nedenle de özgür olabilmek, insan olma kavgasıdır esasında ve kişinin kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir.

İş bu nedenledir ki, “Tarih itaat etmeyen insanla yazılmaya başlanmıştır. Bu özgürlüğün ve ilerlemenin başlangıcı olmuştur,” der Erich Fromm…

Çünkü özgürlük tüm insanî erdem ve faziletlerini, dilediğince ve sınırsızca, eylemlerine yansıtabilmektir…

İnsan(lık)ın birinci hakkı, yaşam biçimidir.

Kendi kararlarını verebilmek ve önümüze sürülene mecbur olmayıp; koyun olmamakken; her gün yeniden kazanılması gerekendir.

Sürdürülemez kapitalizm koşullarında en büyük suçtur; yok olma pahasına başını dik tutmaktır; korkunun olmadığı yerdir.

Elbette zor olandır. Asla ütopya değildir. Hak etmeyenin alamayacağıdır. Altın tepsiler içinde hiç bir zaman sunulmayacaktır.

Yani ölümü göze alabilmektir, “gerçekçi ol imkânsızı iste” demektir.

Bütün esaretlere inat, çığlıklarla haykırılandır. Cesaret isteyendir; korkak özgür olamaz. Kısıtlandıkça kişinin asi tarafını ortaya çıkarır. İsyan ettirir.

Korkulardan azade olmaktır özgürlük; yaşamın en güzel hâlidir; ağır bir yüktür…

İş bunlardan ötürü özgürlük, bin televizyon kanalından birini seçmek değildir. Özgürlük, korkusuzluğun, sefaletsizliğin, batıl inançsızlığın, gelecek korkusu taşımamanın ürünüdür.[61]

* * * * *

O hâlde umuttan, hayalden, gelecekten söz eden gençler için şimdi(ler) başkaldırı zamanıdır.

Başkaldıran hayal kurma yetisi gençliğin anlamlandırmasındaki en paha biçilmez değeridir. Çünkü böylesi genç insanî varoluşun kanıtlanıp, doğrulanabileceği tek devrimci praksis, cüret alanıdır.

Evet, yeryüzünü kaplayan kapitalist-emperyalist yıkımın karşı devrimci korkunçluğuna başkaldırmaya cüret edilmelidir!

İsyancı kolektif aklın çözeceği soru(n)ları başkalarına havale etmeden, ertelemeden ve bunun insanın kendisini aşması olduğunu unutmadan!

Cüretin, tüm zorluklara eğmeden, bükülmeden göğüs germek olduğunu; bunun da eylem içinde olmak mümkün olduğu bilinciyle.

Hiç kuşku yok: Böylesi bir cüret yaşamı kavramak ve değiştirmektir.

Bu yoldaki cüretin “olmazsa olmazı” da bütünün parçası yani birlik olmaktır.

Hem de bilim ve sanatın yaşamı biçimlediği eşit ve özgür insanların omuz omuza olacağı ortak bir gelecek için…

Yani söz konusu güzergâhta hatalarına hükmederek, hatalarının acısını çekilse de yol(muz)a devam etmektir.

Şimdi burada sözü Jean Jaurès’in 1903’de, mezun olduğu ve felsefe öğretmenliği yaptığı Albi Lisesi öğrencilerine verdiği konferanstaki, “Gençler” diye başlayan seslenişine bırakıyorum:

“Cesaret, yaşamı sevmek ve ölüme sükûnetle bakabilmektir.

Gerçekleri bilerek ideal olanı istemektir, cesaret.

Cesaret eyleme geçmek, Evren’in sonsuzluğunda çabamızın nasıl ödüllendirileceğini bilmeden, bir ödül beklemeden büyük davalara baş koymaktır.”[62]

Tamamlıyorum: Marlon Brando’nun, “Her gün, gençliğimizden elimizde kalan ne varsa parça parça onu alıyor,” sözlerindeki üzereyken her şey; yani binlerce insan hayal bile kuramazken; dünyayı değiştirme hayali ve eylemidir gençlik…

Yaşlıların oturdukları yerden, “Bu da ne böyle?” diye sorusu; gençler için “Bununla ne yapabilirim?” anlamı taşırken; “Gençliğin görevi yozlaşmaya meydan okumaktır,” diye eklerdi Kurt Cobain…

Söz konusu hâlde Orhan Kemal’in, “Bilirim gençlik nedir. Deli gençlik insanı çılgına çevirir,” notunu düştüğü cüretkârlık ile dünyayı değiştirebileceklerini düşünecek kadar genç olanlar, gerçekten dünyayı değiştirebilecek olanlardır.

Gençlik demleri böylesi bir mahareti keşiftir; yerkürede, coğrafyamızda “Politikanın dışında kalmak” diye bir şey yoktur; her şey politikken…

Karanlığın içinden geçtiğimiz kesitte gençlerin çoğu getireceği sorumluluklardan dolayı düşünmekten, konuşmaktan, eleştirmekten, itiraz etmekten korkup; farkına olmadan -yaşamayı bilmediği için de!- yavaş yavaş ölüyorlarken; onlar, sadece ezildikleri, horlandıkları, dışlandıkları için kendiliklerinden, otomatik olarak başkaldırmazlar. Onlarında örneklere gereksinimi vardır.

Unutulmasın: “İnsan, ancak insanca bir dünya yaratarak insanlaşır. Eseriyle aynılaşmadan ama yine de ondan ayrılmadan, kendi eserinde ve eseri aracılığıyla insan olur”ken;[63] sessizlik, suskunluk duvar(lar)ının yıkılması gerekiyor. Çünkü Michel de Montaigne’ın ifadesiyle, “Okullar bastırılmış gençliğin hapishaneleri”yken; gençliğin sesinin yükseltmesi değil; sessizliğidir endişelendirici olan!

Şimdi Alexis Carrel’in, “İnsan, tekrar yücelebilmesi için kendini yeni baştan inşa etmek zorundadır. Ve bu yenileşmeyi ıstırap çekmeden yapamaz. Çünkü o hem mermerdir hem de heykeltıraş. Hakiki biçimini yeniden kazanmak için büyük çekiç darbelerini kendi maddesine indirerek kıvılcımlar çıkarmalıdır,” çağrısına kulak verme ve “Bilgilenmenin ve eylemin görüş açıları, ancak durağan ve diyalektikçi olmayan bir öğreti için birbirinden ayrı durur,”[64] hakikâtini hatırlama zamanıdır!

“İyi de ne zaman” mı?

Yanıt V. İ. Lenin de: “Hiçbir şeyin gerçekleşmediği on yıllar ve on yılların gerçekleştiği haftalar vardır.”

Yeter ki devrimin güncelliği fikrine sırt dönmeyin, yabancılaşmayın!

Son sözler de Epikur’ün, “İnsanı mutlu kılan, ne kıyasıya içme, ne tıka basa yeme, ne cinsel sapıklıklar, ne de zengin sofralarını dolduran balıklarla etlerin sağladığı hazlardır. İnsanı mutlu kılan; akla uygun ve sade alışkanlıklar, arayacağımız ve sakınacağımız şeyleri iyice ölçebilen, ruha rahatsızlık veren yanlış inanışları söküp atabilen bir akıldır,” uyarısına Bertolt Brecht’in, “Tabi yaşamak için yemek gereklidir. Ama yemek yiyen herkesin de yaşadığı söylenemez. İnsanlığın asıl itici gücü, kendini ifade edebilme, yani kişiliğini sonsuzlaştırmasıdır,” ekidir!

11 Kasım 2020 18:19:43, İstanbul.

N O T L A R

[1] 15 Kasım 2020’de DÖB, Dev-Güç, HDP Gençlik Meclisleri ve YDG’nin İstanbul’da düzenlediği “Gençliğin Birleşik Mücadelesi” konulu etkinlikte yapılan konuşma… Kaldıraç, No:233, Aralık 2020…

[2] Bertrand Russell.

[3] Mustafa Lütfi Kıyıcı, Türkiye Solu Dergisi, No:1-2, Nisan 1971.

[4] Mustafa Kömüş, “… ‘Şeytanla Mücadele Edecek’ Akademisyen Aranıyor!”, 3 Kasım 2017… https://www.birgun.net/haber/seytanla-mucadele-edecek-akademisyen-araniyor-188137

[5] “OECD’den Türkiye’nin Eğitim Karnesi: Eğitimde Kalite Düşük Düzeyde”, Birgün, 18 Haziran 2018, s.6.

[6] Mustafa Kömüş, “Eğitimde Sınıfsal Fark”, Birgün, 29 Aralık 2019, s.6.

[7] Mustafa Kömüş, “Diyanet Bütçesi Eğitim Yatırımlarının İki Katı”, Birgün, 15 Aralık 2019, s.6.

[8] Mustafa Mert Bildirinci, “Türkiye, Öğrenciye En Az Para Harcayan 3’üncü Ülke”, Birgün, 11 Eylül 2019, s.6.

[9] Mustafa Kömüş, “Üniversite Kitapsız”, Birgün, 17 Kasım 2019, s.6.

[10] “2017-2018 Döneminde Üniversiteyi Bırakan Öğrenci Sayısı 408 Bini Aştı”, 12 Ocak 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/2017-2018-doneminde-universiteyi-birakan-ogrenci-sayisi-408-bini-asti.html

[11] Mustafa Kömüş, “Akademinin Hâlini Özetleyen ‘Akademik Tez’ Borsası: 7 Bin 500 Liraya Tez 300 Liraya Ödev”, 24 Kasım 2019… https://www.birgun.net/amp/haber/akademinin-hâlini-ozetleyen-akademik-tez-borsasi-7-bin-500-liraya-tez-300-liraya-odev-277481

[12] Kenan Kırkaya, “36 Yıllık Cendere: YÖK Varken Bilim mi Olur?”, Özgürlükçü Demokrasi, 6 Kasım 2017, s.2.

[13] “Akademik Özerklik Ortadan Kaldırıldı”, Birgün, 24 Eylül 2019, s.4.

[14] Tarık Şengül, “Üniversitenin Ölümü!”, Birgün, 5 Ocak 2019, s.5.

[15] Mustafa Kömüş, “Kampüste Şiddetin Nedeni Ticari Bakış”, Birgün, 5 Ocak 2019, s.5.

[16] Can Uğur, “Vakıf Üniversiteleri Akademiyi Metalaştırıyor”, Birgün, 7 Ocak 2019, s.6.

[17] Meryem Koray, “Şu Üniversiteler!”, Birgün, 26 Ekim 2018, s.10.

[18] Figen Atalay, “Öğrenci de Mutsuz Akademisyen de”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 2018, s.2.

[19] İşte üniversite adayları: Matematikte 307 bin, fende 787 bin tek bir soruyu bile doğru yanıtlayamadı. ÖSYM’nin yayımladığı 2019 Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) Değerlendirme Raporu yükseköğretime girmeye hazırlanan öğrencilerin durumunu ortaya koyuyor. Tek bir matematik sorusunu bile doğru cevaplayamayan sayısı 307 bin 712, tek bir fen sorusu bile yanıtlamayanların sayısı 787 bin 506. Fizikte 1 milyon 131 bin 330, kimyada 1 milyon 163 bin 813, biyolojide 1 milyon 477 bin 782 adayın hiçbir soruda doğru cevabı yok.

İşte üniversite eğitimi görmek isteyen öğrencilerin matematik ve fen durumu:

Tek bir matematik sorusunu bile doğru yanıtlayamayan sayısı: 307.712.

Tek bir fen sorusunu bile yanıtlamayanların sayısı: 787.506

Fizikte bu sayı 1.131.330, kimyada 1.163.813 (Pervin Kaplan, “İşte Üniversite Adayları: Matematikte 307 Bin, Fende 787 Bin Tek Bir Soruyu Bile Doğru Yanıtlayamadı”, 3 Eylül 2019… http://www.pervinkaplan.com/detay/iste-universite-adaylari-matematikte-307-bin-fende-787-bin-tek-bir-soruyu-bile-dogru-yanitlayamadi/8481)

[20] Mahmut Lıcalı, “İşte AKP’nin Eseri: Akademik Yıkım”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2019, s.9.

[21] Mustafa Kömüş, “Çeviriyi İntihal Yaptı PROFESÖR Oldu”, Birgün, 21 Kasım 2019, s.6.

[22] Gülseven Özkan, “Böyle Doktora da Gördük… ‘İndeks’ Doktoru”, Hürriyet, 7 Aralık 2017, s.22.

[23] Meral Danyıldız, “Akademik Liyakat Yerle Bir Edildi”, Birgün, 19 Ocak 2019, s.6.

[24] Mehmet Emin Kurnaz, “Trakya Üniversitesi Öğrencileri Kayıp 6 Milyonu Rektöre Sordu”, Birgün, 23 Ekim 2018, s.7.

[25] Mustafa Mert Bildircin, “900 Öğrenciye 1 Profesör Düşüyor”, Birgün, 7 Aralık 2018, s.6.

[26] Mustafa Kömüş, “Öğrencisiz Bölümlere YÖK Seyirci Kalıyor”, Birgün, 26 Eylül 2019, s.6.

[27] Cenk Yiğiter, “Akademik Özgürlük: Özgürlük Hapishanesi”, Birgün, 11 Şubat 2020, s.13.

[28] Mustafa Kömüş, “Bir Yılda 10 Bin Soruşturma”, Birgün, 4 Şubat 2020, s.6.

[29] Ozan Çepni, “Rektör İbiş’in Ceza Sevdası”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2018, s.10.

[30] “Semih Özakça’nın Hocası da Açığa Alındı”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2017, s.10.

[31] Ozan Çepni, “Yasaklar Üniversitesi”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2018, s.7.

[32] Mustafa Mert Bildircin, “Akademi Sessizliğe Büründü”, Birgün, 4 Ocak 2019, s.6.

[33] “KTÜ’de Skandal: Ortaokul Öğrencilerine Silah Tanıtımı Yaptılar”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2018, s.6.

[34] “Üniversitedeki Etkinlikte Tüfek Hediye Edildi!”, Hürriyet, 15 Ocak 2018… http://www.hurriyet.com.tr/universitedeki-etkinlikte-tufek-hediye-edildi-40710007

[35] Orhan Bursalı, “Üniversitelerde Cinsiyet Eşitsizliği Hâlâ Büyük”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2019, s.6.

[36] Zehra Özdilek, “68 Rektörün ‘Sıfır Yayını’ Var”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2019, s.8.

[37] Mustafa Mert Bildircin, “Akademik Makalelerin İtibarı Düşük: Türkiye, Sudan’ın Gerisinde”, Birgün, 14 Aralık 2018, s.11.

[38] İrfan O. Hatipoğlu, “Üniversiteler Ne Durumda?”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2019, s.2.

[39] Ahmet Özer, “Yüksek Öğretimin Temel Sorunları”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2019, s.2.

[40] Mustafa Kömüş, “Öğrenci Başına 1 Kitap”, Birgün, 3 Temmuz 2019, s.6.

[41] Seyhan Avşar, “Alacakları Doçenti Tarif Ettiler!”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2020, s.9.

[42] “Asistana Özel Kadro İlanı İddiası”, Birgün, 12 Mayıs 2019, s.6.

[43] İzge Günal, “Akademik Tutsaklık”, Birgün, 11 Şubat 2020, s.13.

[44] Özgür Bozdoğan, “Üniversite Çökerken…”, Birgün Pazar, Yıl:15, No:625, 3 Mart 2019, s.2.

[45] Figen Atalay, “Cezaevi Fakültesi”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2018, s.9.

[46] Şehriban Kıraç, “Üniversitelinin İşi Zor”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2019, s.11.

[47] Dilan Esen, “Üniversitelilerin 5’te Biri Çalışıyor”, Birgün, 20 Mart 2019, s.6.

[48] “İşsizlik En Çok Gençliği Vuruyor”, Özgürlükçü Demokrasi, 16 Kasım 2017, s.3.

[49] Kuvvet Lordoğlu, “Ey Türk Gençliği: Birinci Vazifen…”, Yeni Yaşam, 17 Kasım 2018, s.4.

[50] “Üniversite Mezunu İşsiz Sayısı 15 Yılda 10 Kat Arttı”, 2 Kasım 2019… http://direnisteyiz27.org/universite-mezunu-issiz-sayisi-15-yilda-10-kat-artti/

[51] “Üniversite Mezunları Artık Daha Az Kazanıyor”, Birgün, 25 Aralık 2019, s.2.

[52] “Gençler Üniversiteden Umutsuz”, Birgün, 12 Nisan 2018, s.5.

[53] “Habitat Derneği’nin Raporuna Göre Gençlerin İşi Artık Daha Zor”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 2019, s.3.

[54]  “Çorum Vali Yardımcısı: İş Bulmak İçin Dayı Lazım”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2017, s.2.

[55] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Z Kuşağı’ ve Kapitalist Gerçekçilik”, Cumhuriyet, 9 Temmuz 2020, s.11.

[56] M. Ender Öndeş, “Z’den Sonra Hangi Harf Geliyor?”, Yeni Yaşam, 2 Temmuz 2020, s.10.

[57] “Z Kuşağı’nın Görüntü Kaygısı”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2018, s.8.

[58] Bora Küçükyazıcı, “Z Kuşağı Hakkında Söylenmeyen Gerçekler”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2020, s.2.

[59] İpek Özbey, “Evrim Kur’an: Z Kuşağının Otokratik, Üsttenci Dil Ve Yapmacıklıkla İşi Olmaz”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2020, s.9.

[60] Erinç Yeldan, “Y Kuşağı, Z Kuşağı”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2020, s.11.

[61] Temel Demirer, “Özgürleşme, Demokratikleşme ve Müzakere Süreci”, Kaldıraç, No:146, Ağustos 2013.

[62] Jean Jaurès’den aktaran: Mine G. Kırıkkanat, “Aydın Cesareti”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2019, s.12.

[63] Henri Lefebvre, Marksizm, çev: Vedat Günyol, Alan Yay., 1990, s.39.

[64] Henri Lefebvre, Sosyalist Dünya Görüşü Marksizm, çev: Doğan Görsev, Yordam Kitap, 2007, s.128.

Exit mobile version