Burjuva Demokrasilerine Veda: Otokrasi ve Faşizm (1)

Biz, otokrasiyi sadece bir yönetim biçimi olarak görmüyoruz; o, sınıf sömürüsünün en çıplak hali, burjuvazinin halka karşı kurduğu diktatörlük.

Bugünün dünyasında, otokrasi denen o eski canavar, kapitalizmin en sadık müttefiki olarak yeniden doğuyor. Tarih boyunca ezilenlerin sırtına binen bu sistem, bugün de milyarlarca işçiyi, köylüyü ve yoksulu zincirliyor.

Biz, otokrasiyi sadece bir yönetim biçimi olarak görmüyoruz; o, sınıf sömürüsünün en çıplak hali, burjuvazinin halka karşı kurduğu diktatörlük. Somut tarihsel sürecin halihazırdaki iktisadi ve toplumsal koşulları, kapitalizmin krizleri ve dinamiklerinin işleyişi/ilerleyişi, Keynescilikten çoktan vazgeçerek neo-liberalizmin ihtiyaçlarına odaklanan uluslarlarası burjuvaziyi işçi sınıfının muzaffer devrimlerinin basıncıyla sarıldığı burjuva demokrasisini bir kenara bırakmaya itti. Tam bu noktada rotayı yeniden otokrasiye çevirdiler.

Otokrasinin tarihçesi, insanlığın sınıf savaşlarının tarihidir. Antik dönemlerden beri, otokrasi, egemen sınıfların aracı olarak varlığını sürdürdü. Mısır firavunlarından Roma imparatorlarına, feodal monarşilerden mutlak krallıklara kadar, otokrasi her zaman azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümünü simgeledi.

19. yüzyıla gelindiğinde, burjuva devrimleri –Fransız Devrimi gibi– monarşileri sarstı, ama otokrasi şekil değiştirerek hayatta kaldı. Rusya’daki Çarlık rejimi, devrimci mücadelelerin odak noktası oldu; Lenin’in ve Bolşeviklerin önderliğinde işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri, 1917 Ekim Devrimi’yle bu otokratik zinciri kırdı ve proletarya diktatörlüğünü kurdu. Ancak, 20. yüzyılda otokrasi, faşizmle birleşerek yeni bir canavar doğurdu: Hitler’in Nazi Almanyası, Mussolini’nin İtalya’sı, Franco’nun İspanya’sı… Bunlar, kapitalizmin krizlerinde burjuvazinin son çaresiydi. Bugün ise, otokrasi “modern” kılıflarda geri dönüyor: Putin’in Rusya’sı, Xi Jinping’in Çin’i, Erdoğan’ın Türkiye’si veya Orbán’ın Macaristan’ı. Bu rejimler, sözde “demokrasi” maskesi altında, tek adam kültünü pekiştiriyor.

Peki, otokrasilerde devlet mekanizması nasıl işler ve örgütlenir?

Buradan başlayalım: Otokrasi, devleti bir baskı aygıtı olarak yeniden yapılandırır. Marx’ın dediği gibi, devlet her zaman egemen sınıfın aracıdır, ama otokraside bu araç en keskin biçimde kullanılır. Örgütlenme, piramit şeklinde hiyerarşik bir yapıya dayanır: En tepede “lider” –ki bu, bir kral, diktatör veya “başkan” olabilir– mutlak güce sahiptir. Altında, bürokrasi ordusu: Sadık memurlar, yargıçlar ve teknokratlar, liderin iradesini uygular. Bu mekanizma, ordu ve polis gibi şiddet aygıtlarıyla desteklenir; gizli servisler ve devletin şiddet aygıtları muhalifleri ezer, mahkemeler ezme sürecini açıkça yürütür, medya ise propaganda makinesi olarak çalışır. İşleyişte -burjuva- demokrasi unsurları –parlamento gibi– varsa bile, bunlar göstermeliktir; kararlar tepeden iner, halkın katılımı sıfırdır. Devlet, işçilerin grevlerini bastırır, sendikaları kontrol eder. Örgütlenme, halkı atomize etmek üzerine kuruludur: Toplum, korku ve sadakatle bölünür, kolektif direniş engellenir. Ama işte devrimin anahtarıda burada: Bu piramit, tabandan sallandığında çöker. İşçiler, köylüler ve halk gençliği birleştiğinde, devlet mekanizması felç olur.

Otokrasi, kapitalizmin en verimli ortamıdır, çünkü sömürüyü sınırsız kılar. Liberal demokrasilerde bile kapitalizm eşitsizlik üretir, ama otokraside bu, çıplak bir diktatörlüktür. Burada “devlet kapitalizmi” hüküm sürer: Devlet, büyük şirketleri (oligarkları) korur, yabancı sermayeyi çeker, ama işçiyi ezer. Rusya’da Putin’in oligarkları –Gazprom gibi devler– devletle iç içe; zenginlikler tepede toplanır, halk sefalet çeker. Çin’de ise “sosyalist piyasa ekonomisi” denen yalan, aslında vahşi kapitalizm: Foxconn fabrikalarında işçiler intihar ederken, parti elitleri milyarder olur.

Kapitalizm, otokrasinin baskısıyla büyür: Sendikalar yasaklanır, grevler kanla bastırılır, çevre katledilir. Burjuvazi, otokrasiyi kullanarak artı-değeri maksimize eder. Ama asıl çelişki burada açığa çıkar –işçiler sömürüldükçe, devrimci potansiyel artar.

Kapitalizmin otokrasideki hali, Lenin’in “emperyalizm” teorisini doğrular: En yüksek aşama, sömürünün en zalim hali.

Gelinen aşamada otokrasi ve kapitalizm ikiz kardeşlerdir; biri olmadan diğeri artık yaşayamaz hale gelmektedir. Tarih bize, bu sistemlerin reformla düzelmeyeceğini gösteriyor.

Devam edecek…

Kategoriler
Genel
Exit mobile version